12 Aralık 2011 Pazartesi

Nasıl Okuruz Yunus'u Karacaoğlan'ı

Mesleğimizin doğası üzerine bir inceleme yazısı yazma isteğimi sizinle paylaşmak istiyorum. Mesleğimiz bulunan profesyonel turist rehberliğinin kendine has birkaç özelliği bulunmaktadır .Bu özellikleri irdelemeye başlamadan tarihsel gelişimini de birazcık incelemek gerekir.Mesleğin ilk mensupları genellikle memleketin saygın okullarında yabancı dil öğrenen meslektaşlardı.Kendileri genellikle bürokrasinin veya varlıklı addeceğimiz çevrelerin çocukları olarak belirli bir aile içi ve okul terbiyesi görmüş; bitirdikleri okullar göz önüne alındığında mühendislik başta olmak üzere rehberlik mesleğine uzak ; ancak genel kültür ve entelektüel birikim açısından rehberliğin ülke vitrini olmasından dolayı donanımı en üst seviyede bulunan “saygın ve elit” bir kesimi oluşturmakta idi. Ülkemizin genel kırılma yılları bulunan köyden kente göçle beraber tüm toplumda olduğu gibi rehberlik mesleğinde de bir nitelik değişmesi meydana geldi.80 lerle beraber genel geçer kural haline gelen “kısa yoldan” ve her ne pahasına olursa olsun “köşeyi dönme” anlayışı ile beraber; günümüzün asli meslek içi kurallarının da temeli atılmış oldu.Mesleğini uzun yıllar istikrarlı ve başarılı yapma isteğinin yerini yalnızca “ para kazanma” arzusu aldı ki, bu arzunun tezahürü her “ne pahasına olursa olsun “ , “her ne koşulda olursa olsun” ve nihayet “ en kısa zamanda –en kestirme yoldan” anlayışının zemin bulmasına sebep oldu.Buna paralel olarak sektörün diğer aktörlerinin de aynı başkalaşıma uğramaması düşünülemezdi.Yani tüm toplumun tüm kesimleri aynı yozlaşmadan payını fazlasıyla alacak; şu istikrar ve başarı gibi değerleri temsil eden; namusuyla ,sebatla ve sevgiyle işini gücünü takip eden insanlara toplumda “işi bilmeyen”,”saf”,”aptal” veya “ korkak” sıfatları uygun görülecekti.Bu yıllarda çocuk olan biri olarak bu gelişmeyi fark edip yıllarca adlandıramadığımı itiraf etmeliyim.
Tüm bu gelişmeleri alt alta yazdıktan sonra hızla tüm meslek dallarına hakim olan ve genellikle “ne iş olsa yaparız abi” kısaltması ile meslek erbaplarının bir işi layıkıyla yapma gayreti yerine her işten anlayan (daha doğrusu hiçbirinde yetkin olmayan) yığınla meslek dalıyla ve erbabıyla karşılaşma durumuna tanık olduk. Aslında bu “ne iş olsa” sözü çok önemli bir şifreyi oluşturuyor. Bu şifreyi bendeniz şöyle okuma yolunu tercih ediyorum; hasbelkader bir iş dalında bir meslekte bulunan kişiler işlerine azami ölçüde özen ve saygı göstermelidirler.Mesleki birikimlerini geliştirme, işlerinde yetkin ve başarılı olmalarını kendilerine amaç edinmelidirler.Mesleklerini sürdürmeleri “ne pahasına “ değil zaman ve emek harcayarak “vazgeçilmez bir meslektaş “ olarak konumlanarak yapılmalıdır. Mesleğinin saygınlığı için uğraşmalı ;genç meslektaşların yetişmesi için yardımcı olmalıdır.Her işi değil “bir işi” severek, hakkını vererek icra etmelidir.İşini sevmeyerek yapanların başkaca işlere yönelmesi gerekmektedir.( Yoksa Y.Üzüm meslektaşımın hatırlattığı “Stockholm Sendromu” na benzer yani rehin alınanın rehin alana aşkı gibi garip bir durum çıkıyor ortaya.) Sevmediğimiz bir işi yapma zorunluluğu ne yazık ki mesleğin kendisine zarar vermektedir. Bu durum ne yazık ki bu denli somut hiç çıkmamıştı ortaya.
Mesleğimizin en belirgin özelliği ülkenin tarihi ve kültürel mirasını tanıtma misyonudur.Bunu yaparken de ülkemizin tüm tarihi ve kültürel değerlerine layık bir hizmet ifa etmeli, onlara saygımızı ifade ederken tembellik etmeden; öğrenerek,araştırarak, okuyarak ve de tüm ortak değerlerimizi ezberlemeden içselleştirerek ve de rol yapmadan inanarak yapmak durumundayız.Hititlerden Friglere,Likyalılardan Galatlara,Artuklulardan Seçukluya,Osmanlıdan Kemal Atatürk’e uzanan geniş yelpazeyi temsil etmede; yasal olarak memlekete gelen turistlerin önüne çıkan kişilerin “her ne pahasına “ olursa olsun konusunda tüm tarihi ve kültürel değerlerimize ,yani bizi biz yapan tüm değerler karşısında sevgi beslemeden yalnızca ama yalnızca parayı ve gücü ön planda tutmaları inanılmaz bir durumdur.Bunun vebalini taşımak da kolay değildir.Sonra nasıl okuruz dizelerini Yunus’un,Karacaoğlan’ın,Nazım’ın,Necip Fazıl’ın,Fazıl Hüsnü’nün…Unutmayın o kadar kolay değil bu işler…

15 Kasım 2011 Salı

Açık Çağrıdır

Bugün yazıma başlarken tüm ironi ve mizah öğelerinden arınmış bir dil kullanma yönünde kendime söz verdim. Sanırım vermek istediğim mesajın içeriğinin açıkça anlaşılması yönündeki içten isteğimin bu kararımda etkisi büyük oldu. Fazlaca kıyısında kenarında dolaşmadan üzerimize gelen “yeni sürecin” aciliyetine vurgu yapmak istiyorum. Şöyle ki Komisyonda bulunan yasa tasarımızın içeriğinin değiştirilerek meslek odalarının sayısının artırılması isteği (hem ülke hem de il bazında birden fazla meslek odası? Şaka gibi ); mevcut durumdaki kafa karışıklığı hesaplanacak olunursa rehber meslektaşlarımız arasındaki dağınıklığı açık bir kutuplaşmaya-ayrışmaya, son tahlilde parçalanarak güçsüzleştirmeye ve odaların etkisizleştirilmesine yönelik bir hamle olarak algılanmalıdır. Bu bağlamda artık ciddi anlamda önümüze bakarak yasamıza sahip çıkmanın günü ve zamanı gelmiştir. Birbirimizle olan ilişkilerimizde artık mesleğimizin yapılabilirliğini sürdürmek için acilen bir araya gelme zorunluluğu doğmuştur. Çalıştığımız-çalışacağımız işlerin , şirketlerin adının sanının hiçbir önemi yoktur.Birbirimizle olan ilişkilerimizin içeriği-yakınlığı veya birbirimize olan bakış açımızın hiçbir önemi kalmamıştır.Eylem sürecinin sonucunda tutunduğumuz tavrın veya daha da açacak olursak birbirimize sahip çıkma noktasındaki marazlı durumumuzun dahi hiçbir geçerliliği kalmamıştır. Unutmamalıyız ki ne şirketler geldi-geçti hiçbir varlık sonsuz değildir. Bu yıl burada gelecek yıl Allah bilir nerelerde olacağız. O yüzden ; mesleğimize bir bütün olarak sahip çıkmalıyız.Falancanın adamı filancanın yakını veya kankası olmanızın gerçekte hiçbir önemi yoktur.Nasıl ki şirket ve iş dengeleri en çok birkaç yıl sürüyor ise yine yeni dengeler oluşacak ve biz meslektaşlar yüz yüze bakmak zorunda kalacağız.Bu sebepten dolayı son günlerde sıkça beni ve benim gibi eylem sonrası çalışma sürecinin dışında kalan arkadaşlarla karşılaşıldığında edindiğim (ki kayıtsız şartsız her türlü koşulda çalışma zorunluluğu olan arkadaşlarıma haksızlık etmek de istemeden) vicdanen rahatsız olanların günah çıkarma veya kendini diğer arkadaşlarımızdan ayırma ve aklama veya acıma ;yüksünme ve şikayet etme ;hatta bıyık altından gülümsemenin hiç ama hiç gereği yoktur.Bilinir ki bu çok eski bir hikayedir…Birileri hakkını ister ve bunun sonunda zor durumda kalır bu çok ama çok bilindik bir durumdur…Ne ilktir ne de son olacaktır.Bu işe kalkışırken herhalde sonucunda gül bahçesinde madalya alacağımızı düşünmedik,beklemedik de.Dolaysıyla sebep ve sonucuyla tüm ihtimalleri hesapladık(bazı hesaplar da şaştı değil ama olsun…) , iyi de etmişiz… Bu ifademle tüm rehber meslektaşlarıma açık bir çağrıda bulunmak istiyorum. Gelin hep birlikte yasamızın istediğimiz şekilde çıkması yolunda irade gösterelim ve mücadele edelim. Mücadelemizin hiçbir şirketin özeli ile veya sahibiyle veya şefiyle, falanla veya filanla ilişkisi yoktur. Odaklanmamız gereken tek konu yasamızın hepimizi kucaklaması ve birliğimizi pekiştirmesi olacaktır. Herhangi politik veya ideolojik veya egemen güç tarafından bölünmemize fırsat tanımamalıyız. Bölünürsek yani falanca grubu bir oda filanca grubu bir oda kuracaksa yasa hiç çıkmasın daha iyidir. Odalarımızın süreci yakından izlediğini bilmekle beraber birer “rehber” olarak bizlere düşen görev elimizden gelen her şeyle oluşan bu olumsuz durumu ortadan kaldırmak olmalıdır. Hiçbir şey yapmayarak veya adam sendecilik yaparak sorumluluktan kurtulamayız. “Aman adımız anılmasın” veya “falancalar gibi oluruz” diyerek ve korkarak ancak günü kurtarırız. Mücadele edersek yarınımızı da kurtarabiliriz. Bu arada mücadele edenlerin ayağının kaymasından mutlu olanlara, onların sırtından yalanlar söyleyerek bir-iki iş fazla almanın hesabını yapanlara, iş alamayanlar sayesinde işler almaktan mutlu olanlara ve arkadaşlarının kanından beslenenlere söyleyecek sözüm tabii ki yok... Onlar zaten muhattap olmayı hak eden kişiler dahi değiller…
Yasamızın bizi tatmin edecek şekilde çıkması için yapılabilecek her türlü demokratik ve meşru mekanizmayı hayata geçirmek boynumuzun borcu olmuştur. Bu ilkeli-ahlaklı-erdemli duruşu sergileyemezsek inanın ki pek yakında en az yarımız sektör dışında bulacaktır kendini… Benden söylemesi…Sağlıcakla kalın.
Not:Bu arada Rehber ağabeyimiz Selçuk Şahin’in ameliyatının başarılı geçmesi ve onu her zamanki gibi aramızda görmek en büyük arzum olmuştur.Hadi bakalım dağların aslan adamı yen şu melaneti ve tez elden yanımıza gel…

20 Ekim 2011 Perşembe

Sahi..Nerede kalmıştık??...

Almanca rehberlerin eyleminin üzerinden yaklaşık olarak 3 ay geçti.Eylem esnasında eyleme yön veren çevreler için birçok söylenti türetildi.”Efendim bu herifler zaten tuzu kuru insanlar senin benim gibi işe ihtiyaçları yok” dendi veya “bunlar zaten acente kuracaklar o yüzden rehber ayartıyorlar “ dendi hatta “bunlar falanca yabancı operatörünün adamı ve falanca acenteyi batırmaya çalışıyorlar” dendi.İşi daha fazla ileri götürenler olduğu gibi geçmişte rehber örgütlerinde yöneticilik yapmış olanlardan kimileri eylemin zora gireceği görüldüğü anda gemiyi terk ederek sanal alemde yeni sayfaların oluşmasına ve eylemin yönetimi konusunda eleştirilere başladı.Şimdilerde ise gelecekteki oda seçimlerine yönelik çalışmalara başlayarak yandaş toplamaya başladılar.Velhasıl kelam rehber camiasının içinde bulunduğu şaşkınlıktan faydalanmaya başlayan çevrelerin iktidar olma çabalarının rehber mesleğinin geliştirilmesi ve haklarının iyileştirilmesi isteğiyle hiçbir ilgisi bulunmamaktadır.Çok üzücü…
Daha da üzücü olan gelinen süreçte çalışmak zorunda olan ve eyleme açıkça destek veren kesimler hakkında yürütülen karalama kampanyası.Deniliyor ki ”…hani düşük yevmiyeli işe çalışmayacaktınız? … ” veya “ …o kadar eylem yaptılar bak tıpış tıpış döndüler…” veya “..hem gaz ver millete sonrada iş peşinden koş..” gibi.Sevgili rehber arkadaşlarım demek ki eyleme gönül veren çevrelerin sanıldığı gibi kıyıda-köşede milyon dolarları yokmuş .Kira-irat-rant gelirleriyle geçinmeleri mümkün değilmiş ve de çalışarak hayatlarını sürdürmeleri gerekirmiş …Demek ki çalışıyor olmalarının da herhangi bir ayıp yanı yokmuş..öyle değil mi?Aynı zamanda işlerine devam eden arkadaşların da utanıp-sıkılmasına da gerek yokmuş…değil mi?? Arkadaşlarımızın her şeyin farkında olduklarını ve davranışlarının hangi anlama geldiğini bildiklerini biliyorum.Bazılarının vicdanen rahatsız olduklarını da biliyorum ama buna gerek yok ve çalışmakta ayıp bir şey de yok.Zira bilinmelidir ki bir ayıp varsa o da hakkını bilerek isteyerek yedirme noktasında oluşur.Yoksa kimseden yel değirmenlerine savaş ilanı beklenemez. Herkes her şeyin farkında…Amaç sistemi baltalamak veya sektörü bitirmek de değilmiş; sadece hak kavgasıymış biline. Eylemci çevreler olarak adlandırılan grubun bir üyesi olarak kolay yolu değil zor yolu; rahat yolu değil rahatsızlık veren yolu ve de oda-dernek-makam değil bilakis sadece hakkımızın peşinde olduğumuzu tekrar duyurmak isterim. Kimsenin hakkında, işinde, şirketinde, kazancında veya ünvanında gözümüz yoktur.(Allah mislini versin) Camiamızın içinde bulunduğu şaşkınlığın ve kafa karışıklığının tez elden atlatılacağına inancımız tamdır. Camiaya küsmek-gücenmek olmaz olur ise de camiayı terk etmek gerekir. Birbirimizi sevmeyebiliriz ancak birbirimize kayıtsız da kalmamalıyız.
Ayrıca sejoura yönelik eylem sonucunda sejourda gözle görülen bir iyileşme görüldü…Kış acentelerinde de onlara yönelik olmasa da iyileştirmeler oldu.Artık kimi acente çalışılan sürelerin sigortalarını ödemeye başladı,yevmiyelerde iyileştirmeler oldu ve bazılarında yevmiyelerden yapılan kaptan kesintileri ortadan kaldırıldı en önemlisi hak edişlerden yapılması muhtemel kesintilere de kimseler cesaret edemedi… Her şeyin doğal bir seyri vardır ve eylem süreci bir başlangıç oldu… Bundan sonrasını hep beraber yaşayarak göreceğiz.
Sevgili rehber büyüğümüz Selçuk Şahin’in tur esnasında kalp krizi geçirmesi durumu şüphesiz hepimizi üzdü.(Kendisine acil şifalar diliyoruz. Biliriz ki mücadele adamı Selçuk bu zorluğun da üstesinden gelecektir.) Bu üzücü olayın ardında ise sosyal güvence taleplerinin haklılığı bir kez daha ve somut olarak ortaya çıkmıştır.Tüm gününü ve enerjisini işine odaklayan ve acentenin her türlü sorumluluğunu taşıyan rehber meslektaşların sağlık ve emeklilik primlerinin çeşitli farklı sektörlerde ödediği de bir gerçektir.Yeni yasal düzenlemeye göre ise sektör dışında ve hatta başka bir acente üzerinden yapılan prim ödemeleri konusunda SGK iş ediminin yükleyicisi bulunan acente dışındakileri kabul etmiyor.Bu minvalde sevgili arkadaşlar Bağ-Kurlu ve dolaysıyla serbest rehber olarak çalışmıyor iseniz tur başında hastalanmamaya bakın veya acentelerinizle bu konuyu görüşün derim.Zira sağlıktan daha kıymetli hangi zenginlik vardır ki elimizde??

9 Eylül 2011 Cuma

……Yapım aşamasında…..yakında hizmete girecektir….

Restorasyon yapılan binaların dış cepheleri genellikle bez veya benzeri bir malzeme ile kapatılır. Bu kapatma işlemi bir taraftan binadaki değişimi dışarıya göstermeme amacını taşırken; diğer taraftan da bina dışındakilerin ilgilerini çeker , yapılan işleme karşı büyük bir merak uyandırır.Bu uygulamalarda bir de “güvenlik “ gereği de yapının yakınında bulunan kişileri koruma güdüsü vardır.Yapılmış olan işlem ancak binayı kaplayan bezin çekilmesi ile gözler önüne serilir.Restorasyon sırasında eski yapının korunmaya ve güçlendirmeye muhtaç kısımlarına gerekli müdahaleler yapılır.Eski yapıyı tehdit eden kısımlar onarılır, güçlendirilir;böylelikle gelecek yıllara daha güçlü ve daha korunaklı bir yapı elde edilmiş olur.Yapının kolonlarına ve kirişlerine yapılacak güçlendirmeler; yapının temeline yapılacak güçlendirmelere göre daha kolaydır.Yapının temelindeki zayıflık ise yapıya karakter veren unsurların muhafazası ve fakat çok zorlu bir yeniden inşa sürecine tabiidir.Bu süreçte temelin sağlam kısımları muhafaza edilmekle birlikte çürük kısımları uzaklaştırılır ve yeni yapı malzemeleri ile doldurulur.Bazen “yeniden inşa “ restorasyondan daha kolaydır.Çünkü özüne sadık kalınacak bir temel yoktur.Tüm bu işlemlere bir de düzeltme işlemini de ekleyebiliriz.Yani zamanında görev gören kısımların değiştirilmesi de pek ala olası bir restorasyon faaliyetidir. Aynı şekilde bir web sitesi tasarladığınızda içerik kamuoyuna açık olmayıp adminin panelde yapacağı işlemler dışarıdan görülemez.Bu gibi durumlarda web sayfasına girdiğinizde başlığımızdaki gibi ibarelerle karşılaşırız.Bunun anlamı basittir.”Sayfamız henüz istenilen düzeyde değildir” anlamı vardır, “içeriği bitireyim sizinle de paylaşırız” mesajıdır. Örnekleri çoğaltabiliriz; dekorasyonunu değiştirecek olan dükkan sahibi de camlarını gazete kağıdıyla veya duvar kağıdıyla kapatıp “dekorasyon değişikliği nedeniyle “ falanca tarihe kadar kapalı olduğunu yazıp içerisinin dışarıdan bakacaklara “kapatır”.İçeride olup bitenleri dışarıdan bakanlar kestiremez.Bu durum faaliyete karşı da merak uyandırır veya tüm yapılanlara “gizem” katar. Sanırım durumumuz birazcık böyle olmalı yani,yapacak çok işimiz var.Tüm olup biteni unutmayacağız, yaşananlardan dolayı camiadan vazgeçmeyeceğiz,hele haklarımızı geliştirme iradesini daha da yükselteceğiz ve ne olursa olsun, ister sayımız “az” ister “çok” olsun birlikte “büyüyeceğiz”… tükenmişlik edebiyatı yapmayacağız, kimseleri suçlamayacağız…çözümü dışarıda değil “içeride” arayacağız…unutmayın “…kabahat senin…demeye de dilim varmıyor ama kabahatim çoğu” bizim… Tüm bunları tartışırken cama da şu “dekorasyon değişikliğinden dolayı kapalıyız” yazısını asmalıyız…biliyorsunuz dışarıdan bakanlar var..olsun biraz merak etsinler…yeni dekorasyonla herkesleri karşılarız… Not:Bu arada yeniden yazmaya başladım...Sanırım ısındım bu işe...Hayırlısı...

15 Ağustos 2011 Pazartesi

Rehber Dünyası…Son

Evet ,dönüp baktığımızda bir ilke imza atarken; klişe olmuş olan durumlar aynen alıştığımız üzre cereyan etmiştir. Yine başta gidenlerin başı kesilmiş,neme lazımcılar iktidar olmuşlardır.Yine” gördün mü o kadar sesin çıkmasın,o kadar önde gitmemelisin” diyenler ;yine çok üzücü olmakla beraber, haklı çıkmışlardır.Yine en başta “yürüyelim,koşalım” diyenler en başta kaybolmuş ve yürüyenler-koşanlar yalnız kalmıştır.Yine düzenin kuralları egemen olmuş “pireler filleri” yutmuştur.Herkes işinin gücünün peşine düşmüş; ideal değerler, dayanışma,birlik ve adalet duygusu yine yenilgiye uğramıştır.”Bizden bir şey olmaz”’la başlayan veya “yasa çıkmadan bir şey olmaz” diye devam eden tahliller yapılacak yöntem-tarz ve de kişiselleştirme hastalığıyla laf üreten çevreler yine bildiğimiz tarzda eleştiriler sıralayacaktır.Her şeyden önemlisi” benim hala insanlıktan bir umudum var” diyebilecek insanların önü kesilmiştir.Korku yayılarak gelecekteki meslektaşlarımıza gösterilecek yeni bir “öcü” yaratılmıştır.”Sende yaparsan onlar gibi süründürürüm” diyenlerce genç nesillere asla böylesi şeylere kalkışılmamasını öğütleyenler olmuştur.(Yalnız kimin” süründüğü” kimin ise “sürüngen” kaldığı çok tartışılası bir durumdur). Birbirine güvenme konusunda marazlı olan mesleğimizdeki güvensizlik ortamı daha da derinleşmiş; İkiyüzlülüğün, yalakalığın ve de uşaklığın daha da kabul gördüğü bir camia haline gelmiştir. Dayanışmacı eylem ruhunun yerini bireyci-dalkavuk anlayış almış oldu. Rehber camiasında acente taraftarı-rehberlik taraftarı ayrışması da gerçekleşti. Tüm sürecin sonunda bir de haklı hak mücadelesinde başı çekenlerin hal-hatırlarının dahi sorulmadığı çok yabancılaşmış bir ortam oluştu ki, tarif etmekte çok zorluk çekiyorum. Hiç birşey olmamış gibi davranabilen meslektaşların çoğunlukta olduğu gerçeğini sanırım kabullenmemiz gerekiyor.Zor da olsa…ama korkutulan-sindirilen vicdan sahibi meslektaşlarımızın da olduğunu söylemek zorundayım.
Oysa eylemin talepleri ne sektöre ne kişilere ne de kurumlara karşı idi ,asla zarar-ziyanı veya bozgunculuğu amaç edinmişti.İstenilen sadece yasal haklar ve özlük haklarıydı.Bizi asıl kıran da kendi meslektaşlarımızın dirençsizliği oldu.Eylem sırasında yanı başımızda olup hemen acente çevrelerine taze taze bilgiler servis eden;bu sayede şefinin takdirini kazanmayı hedef bilen ,eylem kırıcılığını kendisine iş garantisi olarak gören,hedefe varma adına bütün arkadaşlarını satmayı göze alan…Veya eyleme katılıp destek gösterme adına yanımıza gelip gizlice tura çıkan…Sosyal medyada tüm kış boyunca boy gösteren tüm meslektaşlar birden sus-pus olmuştur.Yaşanmış pratik kötüdür ...yapacakları yorumlardan dolayı bile işe alınmama ihtimali boy gösterince onlar da “kayboldular”. Oysa ne şevkli idiler…entellektüel ve birikimli.Sıkı işlere çalışabilen donanıma haiz. Kitleleri sürükleyebilecek retoriğe sahip bu abi ve ablalar da kayboldu…Olsun…Bu sayede” ustalaştık dostu-düşmandan ayırmakta*”…Canları sağolsun…



Eylem sona erdi ermesine mesele de bakanlık düzeyine taşındı…meseleye bir çözüm bulunacak bulunmasına da şu hayal kırıklığı ne olur bilmem…Bu yazımla blog macerama son veriyorum tüm okuyucularıma teşekkür ederim…




*Hoş geldin! Biz bıraktığın gibiyiz. Ustalaştık biraz daha taşı kırmakta,dostu düşmandan ayırmakta... Nazım Hikmet


1 Ağustos 2011 Pazartesi

Rehber İzlenimlerine Devam (Takımların Son Durumu)

Sevgili arkadaşlar takımlarımızın bu yılki performansları herkesin ilgisini çekiyor. Bazı takımlar geçen yılki kadrolarının korurken bazıları köklü değişikliklere gideceğinin sinyallerini verdi bile. Bazı takım yöneticileri gelecek yılki futbol anlayışını hucüm olarak belirlerken savunma oyunu oynayacak takımlar da kendilerini belli etmeye başladılar. Geçen yıl kimi takımların ilk on birlerinin değişmez isimleri ile bu yıl yolların ayrıldığı, kendilerine alacakları karşılığında bonservislerinin takdim edildiğini duyduk. Bu ayrılıklarda yöneticilerden çok Kulüp Başkanının isteğinin önemi üzerine oldukça fazla dedikodu var. Ayrıca geçen yılki takımdan kimilerinin kadro dışı kalarak Paf takımıyla antrenmanlara devam edeceği duyuruldu.Bazı takımlarda ilk onsekiz dışında en az birkaç takımlık yedek kadronun da her an formayı giyebilecekmiş gibi hazırlandıklarını ve hazırda tutuldukları gözlemlenmiştir.Bu arkadaşlar idmanlarda kendilerini göstermeleri durumunda yine A takıma yükselme umudu ile ikiye dört top kapma çalışmaları yapmakta.Bu arada yoğun kamp dönemi içinde aşırı yükleme olmamasına özen gösterilerek takımlara moral aşılanmaya çalışılıyor.Bu nedenle tüm yöneticiler oyuncularla teke tek görüşerek adeta beyin yıkamaya çalışıyorlar.Tüm oyuncular yöneticilerine şampiyonluk yeminleri ederek; kendilerinin geçici takımların ebedi olduğundan söz ediyorlar.Tabii bir de geçen yıldan sakatlanarak bu yıl için koşulara başlayan oyuncuların ne zaman topla idmana başlayacağı ise tam bir muamma durumunda.Kimi starın basından sır gibi saklanan adlarının ancak gösterişli imza törenleriyle anlaşılacağından sezona hazır olarak transferlerinin yapılması gerekiyor.Alınan istihbarata göre kimi uyanık Kulüp Yöneticisi yaptıkları kontratlarda tek taraflı fesih haklarını gösterilecek performanstan tutun özel hayata kadar kontrolcü olmasını istiyormuş.Hatta kimilerinin formayı ancak ayrıca imzalanacak bir borç senediyle giyebilmesi gibi son derece tuhaf uygulamalardan söz ediliyor.Evet acısıyla tatlısıyla yeni sezon öncesinde tüm sporcular talepler yönünde farklı takımlara gidecek, uyum sürelerinden söz edilecek; takım savunmasının zafiyetinden dem vurulacak ve nihayet bloklar arası bağlantıların önemine atıfta bulunulacak.Kimi sporcu top cambazı kimisi defansın bel kemiği addedilecek.Tabii takım yöneticileri veya antrenörlerde de durum farklı olmayacak ve insanlarımız bu sefer de ; istikrarlı olunmasının gereğinden,Sir Alex Ferguson örneğinden ve nihayet yerli- yabancı antrenör tartışmasından bolca örnekler verecekler.Tabii bir de jübilesini yapmak isteyenlere rastlanır her sezon öncesinde bunların içinde de oyuncular olacağı gibi yönetici veya antrenörler olabilir.Sıkı bir oyuncu iseniz büyük bir takımla maç ayarlanır ve maçın 5. dakikasında omuzlara alınan oyuncu gözyaşları içinde tüm tribünleri selamlayarak sahalara veda eder.Ancak bilinir ki geçen yaz teknik direktörlük belgesi alan emekli starımız önümüzdeki yıl antrenör olarak yine sahalara dönecektir.Dönünce de tüm futbolcuların tüm numaralarını,hilelerini ve de alışkanlıklarını bilecek ama ne gariptir ki en fazla 1-2 yıl aynı takımın başında kalacaktır.
Evet biraz mizah yönü ağır basmakla beraber kış sezonuna ilişkin kadro kurma çalışmaları başladı ;yukarıda tarif edilen durumların çoğu şu an yaşanmaktadır.
Hepimize Hayırlı-Uğurlu ve de Hilesiz-Şikesiz bir sezon dilerim…

27 Temmuz 2011 Çarşamba

Rehber İzlenimlerine Devam (Sportmenlik Dersleri)

Rehberlik tarihimizin bu ilk eylemlilik sürecinin sonunda tabii ki kırgınlıklar, kızgınlıklar ve güvensizlikler oluşmuştur. Şüphesiz bundan sonraki döneme ilişkin alınacak dersler alınmış; yöneticiler birlikte çalıştıkları rehberlerin yaşam koşullarını ayrıntılarıyla inceleme fırsatı bulmuşlardır. Herkesçe istenen (sektör-bürokrasi-müşteri-çalışanlar) ve teknik manada “ iş barışı” denilen kurum tesis edilmiş ve karşılıklı güven ekseninde insanların işyerlerindeki istihdamları daha güçlü hale gelmiştir. İş koşullarının çalışanların talepleri doğrultusunda iyileştirilmesi çalışanları mutlu etmiş ve işverene olan bağını güçlendirmiştir. Çalışanlar, kurumlarına ve yöneticilerine karşı bu sürecin sonunda adaletli tutum içinde olmalarından ve eyleme katılmış olmalarından ötürü herhangi bir yaptırım uygulanmamasından dolayı duydukları şükran duyguları içindedirler.Bu davranış şüphesiz çalışanların verimliliğini de artırmıştır.Yani mücadele sahada kalmış; maçta olan maçta kalmış maçın sonunda sonucun etkisinden ziyade sportmence eller sıkılmış ve rakibe saygı gösterilmiştir. Çok önemli bir konudur şu rakibe saygı…yani en az kendine gösterdiğin saygıyı rakibine gösterebilmek…Çok önemli bir erdem olsa gerek.Evet bir hak mücadelesinde olan tarafların haklarını istedikleri ve korudukları noktada sonucun hep bir tarafın lehine olması doğaldır.Eşyanın tabiatı gereğidir.Mücadele sonunda hak isteyenlerin kötü-bozguncu-hain ilan edilmesini gerektiren bir durum yoktur.Mücadele edilir, evet haklar için mücadele edilir.Buna herkesin alışması gerekir.Karşı mücadele de olmalıdır ,mutlaka olmalıdır ama o da belirli kurallara bağlı kalınarak; “sportmence “ yapılır.Bu mücadeleye herkesin saygısı vardır. Nasıl “gayrinizami” usullerle sportif faaliyet yapılamazsa hak talepleri sonrası dönemlerde de yöneticilerin sportmen olmayan tutumları hiç de kabul edilir değildir.Hakkını arayan kimseye saygı duyulmalıdır.Zira cesur insan-namuslu insan-dürüst insan hakkını arar.Kendini hakkını arayan şirketin-kurumun-acentenin de hakkını arar.Hakkını arayanların haklarında feragat edenlerle ikame edilmesi yine şirketin-kurumun-acentenin haklarından da feragat anlamına gelir. Konumsal gücünü kullanarak insanları köşeye sıkıştırarak olası başka eylemlerin önüne geçmeye çalışan yöneticilerin durumu , yenilgiyi kabul edemeyen sporcuya benziyor.Hani şu sakatlanan rakip oyuncuya yapılacak tııbi müdahaleye topu dışarı atmayarak; hatta gol girişiminde bulunarak engelleyen;spor ruhunu hiç anlamamış olduğunu kanıtlayan tipteki futbolcuya benzer bir durumdur bu.Eyleme destek olmuş insanların hak edişlerine el koyabilen bir yönetici profilinin de sportmenlik adına bu sahada yerleri gerçekten yoktur.Aslında kendi haklarını aramaya gerek duymayan kişilerin yönetici olduğu bir piyasada iş sahiplerinin de oldukça dikkatli olması gerekiyor.Karakterli-İlkeli çalışanlardan kimsenin korkmasına gerek yok aksine öğrenilecek pek çok şey vardır.Günümüzde her şeyi futbol müsabakasına benzetme durumunu sevmememe rağmen görünen durum aynen budur.Umarım sportmen yöneticiler ve “Fair-play” içinde geçen nice sezonlara tanık oluruz…

24 Temmuz 2011 Pazar

Rehber İzlenimlerine Devam

Türkiye tarihinde "iş almama eylemi" yaparak bir "ilk"e imza atan Almanca Rehberleri olarak kendimi çok ayrıcalıklı hissediyorum.Her şeyden önce bundan önceki rehber jenerasyonlarının aklına gelmeyen veya korkmalarına sebep veren veya ihtiyacı olmayan bir "Rehberlik Duruşu"nun sergilenmiş olması;kendi adıma mesleğime olan borcumu yerine getirmiş olmanın huzurunu veriyor.Tüm eylemlilik sürecinde ise yine müthiş izlenimler oluştu...Bunları anlatmak istiyorum.Şu blogun başında tasnife tabii tuttuğum rehber tipolojisinde daha ziyade "Almancı" rehber olarak tarif ettiğimiz; hani şu öz güven eksikliği ön planda olan ve genel görgü-adab ekseninde kendisinden şüphe duyulan rehber meslektaşlarımızın eyleme daha aktif ,daha içten ve çok cesur sahip çıktığı tespitini yapmak isterim.Buna karşılık "normal" zamanlarda daha iyi eğitimli saydığımız ve öz güven sorunundan ziyade fazlası olan ve adab-ı muaşeret kurallarına riayet eden mektepli kıymetli meslektaşlarımızın ise daha çekinik, daha yüzeysel ve son derece "anonim" olarak desteklerini sunduklarını da gözlemlemiş bulunuyorum.Şüphesiz istisnalar mevcuttur ama genel görünüm ne yazık ki böyle oluştu.Bu ayrımın en çok dışa vurulduğu yer ise bugünlerin moda deyimi olan "sosyal medya" platformları oldu.Paylaşımlarında coşkulu ve açık seçik fikirlerini ve eleştirilerini dile getirenler olduğu gibi; daha ziyade sessizlikle süreci izlemeyi tercih edenler de oldu.Paylaşımlarında zorunlu olarak il dışında olanlar olduğu gibi; tesadüfen o dönemde ve aniden il dışına çıkanlar oldu,sürekli olarak odaya gelen meslektaşlar birden daha az ve en nihayetinde hiç gelmez oldular.Paylaşımlarında süreci desteklediğini açıkça ifade edenler de olduğu gibi bazen de(sanırım kazaran) "yazlıktaki verandamda çayımı yudumlarken gördüm ki" naifliğinde(!) paylaşımları okurken gülsem mi ağlasam mı bilemedim.Sahada eylemi kovalayan meslek onurunu ayaklar altından kurtarma adına işsizliği, sektörde çalıştırılmama tehditlerini göze alan ve haklı davayı haksız duruma düşürecek fiziki temasların dayatıldığı süreçte soğukkanlılığı elden bırakmayan yiğit ve gencecik çocukları da gözlemledim.Daha önceleri hiç dikkatimizi çekmeyen, varlığından bihaber olduğumuz;kendi dümenimizin daha önemli saydığımız dönemlerde bizi hiç ilgilendirmeyen ama saygıyı pek çok "üstat"dan daha çok hakeden ve "baba rehberlerin" sürekli haksızlıklarının mağduru olmuş gencecik rehber meslektaşlarım.Bu süreçte insanları tanıma fırsatım oldu,onlarla bir yolda yürüyebilmenin olasılığını ve gerekliliğini tartma sebebim oldu.Artık rehber arkadaşlarımızın çalıştığı işlerin verimli veya akademik yapıda olması ;rehber kimliğinin referansını oluşturmamalıdır.Onun yerini gerektiğinde elini taşın altına koyabilecek meslektaşlarımızın kollanılmasının gerekli olduğunu düşünüyorum.Mesleki dayanışmamızı bir yere getireceksek yine bu cesur ve ilkeli-kararlı insanlarla getireceğiz.İyi rehberlik insanı iyi insan yapmıyor.Bence mesleğine sahip çıkan rehberliğin önemli bir referansı olmalıdır.Onların önlerinin açılmasını sağlamakta bizlere düşüyor.Ne dersiniz?...

4 Temmuz 2011 Pazartesi

Rehberlerin Örgütlenmesi Sorunsalı 4

Bir önceki blog yazımda rehber kökenli genç ve dinamik yöneticilerin yönetici olduktan sonraki değişiminden söz ederken sıranın , kendilerinde kalacağını hiç düşünmemiştim.Zira söz konusu genç yöneticilerin pek bir basiretli ve özel yetenekli olduğu gerçeği ile yüzyüze kalmış biri olarak konuyu bu yazımda da onlara odaklayacağım.Söz konusu arkadaşlar iyi giyimli,sportif, yüksek hitabetleri ile “modern çağın” birer temsilcisi gibi görünürler.Spor arabaları, aristokrat sporlara olan ilgileri, bakımlı ve güler yüzlü olmaları gibi ortak yönleri çoktur.Manikür-pedikürden tutun da kıl-tüyden lazer yoluyla kurtulma veya düzenli masaj yaptırmalarının hep “presentable” olma adına yaptıklarını biliriz. Steril ve klimalı ortamlardan ve sorumluluğu büyük ve stresli iş yaşamından biraz olsun uzaklaşmak için Uzakdoğu felsefeleriyle uğraşmak veya kendini sufizme adayanlar dahi vardır.Sağlıklı yaşam ve beslenme gibi nerdeyse takıntılı durumları ve düzenli olarak gittikleri spor salonlarında düzenli egzesizlerine rağmen abartılı kutlamalarda birer puro tüttürme gibi garip ve son derece “sağlıksız”ortak haz ve ritüelleri de vardır.
Sözkonusu yöneticiler çalışanlarının hak talepleri ile karşılaştıklarında ise o “salon insanı” hüviyetinden hızla uzaklaşırlar ve bildiğimiz o “sportif” ve “gentleman” edalarından geriye hiçbirşey kalmaz.Hak talebini haksız çıkarmak için yapamayacakları yoktur.İnanın bunu yaşadığım için söylüyorum.Öncelikle hemen bu talebin kökü dışarıda bir çıkar odağı ile ilişkilendirmek işin en kolay yanıdır bu arkadaşlar için. Talep sahiplerinin niteliksizliğinden dem vurmaları veya yurt ve millet sevgisinden şüphe duymaları son derece olağandır.Hak taleplerini geri çevirme adına korku yayma-tehdit etme veya yandaş toplayarak yapılacak hak taleplerini boşa çıkarma konusundaki üstün yetenekleri takdire şayandır.Hak talebinde bulunan kişileri iş piyasasından “silme” tehdidi sanırım artık kanıksanan ortak bir tutumları haline gelmiştir.Yani bu aslında o kadar “modern”, ”eğitimli”, ”düzgün” giyimli ve “fit” görünümlü arkadaşlar hak talepleriyle yüz yüze kaldığında Sicilyalıları andıran yöntemlere kendi iktidarlarını koruma adına korku ve tehditler savurmaktan asla çekinmezler. Çalışanların hakları ve ödevleriyle, onların insan olmalarından doğan temel haklarla donatılmış olduklarından nerdeyse hiç haberleri yoktur. İş yasalarında doğan tazminatların yüzyıllar boyunca iş akdiyle çalışmış bulunan yığınların haklarının teminatı olarak tüm dünyada özellikle 2.Dünya savaşından sonra sosyal devlet anlayışının gelişimiyle tüm çalışanlar için büyük bir kazanım olduğunu bilmeleri bir yana,kutsal çalışma hakkından doğan tazminatı engellemek için psikolojik baskı yöntemlerini dahi kullanırlar.Bu göz torbalarını aldırmış ve botoksla yüzünü gerdirmiş arkadaşların “modernliği” ne yazık ki sadece görüntülerindedir.Davranışları itibariyle köle tüccarı, çiftlik kahyası veya mafya üyesinden pek farkları yoktur.Yine de bu saygıdeğer arkadaşların herhangi bir hak talebiniz yoksa normalden de öte pek kibar ve ağdalı laf üretme konusunda pek bir hünerli olduğunun da altını çizmek isterim.Aslında çok tatlıdırlar….yeter ki haktan bahsetmeyin….

21 Haziran 2011 Salı

Rehberlerin Örgütlenmesi Sorunsalı 3

Rehber milletinin örgütlülüğü ile birlikte bir de çok somut bir realite vardır ortada o da rehberlik yapmış bir genç yönetici kuşağıdır.Evet duyar gibiyim "eee bunun neresi sorun??" dediğinizi.Evet esas sorun da budur.Meslektaşlarımızın yönetici olması durumu bir avantaj gibi görünsede aslında çok ciddi bir handikaptır.Çünkü ne yazık ki yabancılaşan meslektaşlarımızın empati yapacağı düşüncesi tamamiyle naif bir beklentidir.Rehberlik pratiğinden yani sahadan ayrılan meslektaşlarımız bırakın empatiyi ;kendi konumlarını korumak ve şirket karlılığı adına çok değil birkaç yıl önce aynı düşünceleri paylaşan insanlar olmaktan çıkmaktadırlar.Meslekte iken omuz omuza verilen temel rehberlik doğrularından sapmaları veya onların deyimiyle"masanın diğer tarafına geçince" gösterdikleri sapma Kafka'nın "Değişim" kitabından bile ürkütücüdür.Başımdan geçen bir olayı aktarmak isterim,şöyle ki yıllarca Antalya'nın kavurucu sıcaklarında Kemer bölgesinde birlikte çalışıp; türlü sıkıntılara ve haksızlıklara birlikte göğüs gerdiğim bir meslektaşım günün birinde yorucu ve sefil ve parasız bir günün sonunda Kemer dolmuşu (!) ile Antlaya'ya dönerken çok hisli bir şekilde:"Oğlum Ulusoy şu halimizi asla unutmamalıyız..birbirimize kentlenmeliyiz...hesap sormalıyız.." türünden şeyler söylerken romantik bir naif olan ben ,bu konuşmadan çok etkilenmiş ve sonsuza dek unutamayacağım bir konuşmaya tanık olduğumu düşünmüştüm.Aynı arkadaşım yönetici olduktan sonra ilişkimizin soğuması bir yana böylesi temel konulardan uzaklaşması ışık hızında gerçekleşti.
Artık o bir profesyonel yönetici idi analitik düşünür;steril ofis ortamında ürünler geliştirirdi.Artık olayın içindeki birisi değil yönlendiren bir kimse idi.Rehber milletini iyi tanır, onların çalışma alışkanlıklarını ezbere bilen biri olmuştu.Bu durum rehberlerin üzerine karabasan gibi çöken bir durumdur.Hani şu kaplumbağa öyküsüne benzer birden mensubu olduğu meslek grubu ile hiçbir ortak paydası kalmamıştır...
Rehberlik yaparken yönetici olup değişip-dönüşmeyen meslektaşlarımızın sayısının yok denecek kadar az olması çok üzüntü vericidir.Onlardan sürekli anlayış bekleyen rehber meslektaşlarımızın çokluğu da bir o kadar fazladır.Garip bir durum; senden biriyken sana güvenmeyen,seni beğenmeyen herşeyden önemlisi haklarını geliştirme iradesi göstermeyen meslektaşlarımızın günün birinde yine aramıza gelmeleri pek ala olası ve oldukça sık rastlanan bir durumdur.Yine gariptir ama onları herşeye ve siteme rağmen aramıza alacağımıza da inancım tamdır.Bu durumun sanırım biraz da genel olarak zayıfların veya normallerin güç ve iktidar sahibi olunca kuvvetli ve normal-üstü olması durumu ile özetleyebiliriz.Tüm dileğim bu dostlarımızın rehberlerin örgütlülüğü
noktasında bir "titreyerek kendine gelme" durumu ile öncülük ederek yardımcı olmalarıdır.Unutulmasın rehberliği geri dönünce utanılacak durumların öznesi olmamak gerekir...

15 Haziran 2011 Çarşamba

Rehberlerin Örgütlenmesi Sorunsalı 2

Evet ,turizm piyasasını serbest piyasadan ayırmanın tabii ki mümkünatı yoktur; ancak vahşi kapitalizmin en acımasız şeklinin bu nezih sektörde görülmesi gerçeği ise inanılmazdır.Bu “çokkültürlü”, “çokdilli” ve “çokeğitimli “ sektörün profesyonel rehberlik yapan kitlesi gerçekten acımasız bir rekabetin aktörleridir.Rekabet o denli acımasızdır ki olması gereken günlük ( ki buna Bakanlık yevmiyesi de denir) çalışma ücretinin beşte birine veya altıda birine kadar fiyatlar düşmüştür. (Bahsi geçen Antalya çanağındaki fiyatlardır) Bu düşüşün ana sebebi tabii ki arz talep dengesinin profesyonel turist rehberinin aleyhine gelişimi olmuştur; ancak rehber sayısının artması veya rehberlik gerektiren işlerin azalmasının yanında rehberlerin organize olamaması da şüphesiz fiyatların düşmesine yardımcı olmuştur. Bunun yanında acenteler de profesyonel turist rehberinin yapması gereken işleri yine yabancı dile vakıf kadrolar oluşturarak yapması onları rehber maliyetinden kurtaracağından rehber olmayan bir “rehberler” topluluğunun oluşmasına sebebiyet vermiştir. Bu kişiler bakanlıkça belgelendirilmedikleri halde acentelerce asgari ücretle çalıştırılıp gayrinizami olarak pek çok rehber meslektaşımızın yapması gereken işleri yapmaktadır. Acente tasarruflarının da yasal boşluklar dolaysıyla denetlenemediği (yeterince ve etkin olarak) için hoyratça bu insanları çok düşük ücretlerle ve gece-gündüz çalıştırmaktadırlar. Bu durum şüphesiz profesyonel rehberlerin işlerinin azalmasında oldukça önemli bir etken oluşturmaktadır. Genel anlamda acentelerle maaş ilişkisinde bulunan kişilerin işçi sayılmasına karşılık sendikalaşma oranı sıfırdır; yani kanunen olabilirliği bulunan örgütlenme olanağı piyasa koşullarından ötürü olanaksızdır. Sendikalaşma bir yana acente çalışanları uzun yıllardır krizler bahane edilerek mecburi ve ücretsiz izinlere çıkmaya zorlanan; fazla çalışılan sürenin (mesai ücreti) talebinin akla dahi gelmeyeceği ve ( kendimden biliyorum )bir dönemler kıdem tazminatının oluşmaması için alel acele imzalar attırılarak işe giriş-çıkış yaptırabilen kalitede-ahlakta-donanımda –yetenekte yönetici profilleri ile dolu bulunan güzide turizm camiamız meslek içi örgütlenmeye belki de en çok ihtiyaç duyan sektördür.Seyahat acentelerinde yaşanan bu durumun tüm memleketimizin bir izdüşümü olduğu da yadsınmaz bir gerçektir.Bu anlamda turizm yöneticilerinin vicdanına bırakılamayacak kadar önemlidir meslekte örgütlenme; ve bu yapılırken tecrübesi ve bilgisi olmayan insanları eğitir böylesi örgütlenme modelleri.Tabii egosu yüksek olan bir meslek grubu olan profesyonel rehber camiası da şüphesiz kendisinde olan özellikleri de katacaktır sürece.Mesela örgütlenme gereğinden bahsedilirken kimi meslektaşın adını piyasada isyancı olarak anılmaması için bunun çok zor hatta imkansızlığından dem vuracağını hatırlatırım.Veya kimi meslektaş sanki acente kendisininmiş gibi davranarak iş sahiplerine yaranmanın gelebileceği son noktayı göstereceğinden eminim.Kimileri ise oluşan muhalefet içinde bulunana arkadaşlarının oluşturduğu “mahalle baskısı” ile gönülsüz-yılgın ve hatta “aslında haklıyız ama…” türünden sürekli muhalefet yaratması kaçınılmazdır.Ne yazık ki otoriteye-sermayeye-kurulu düzene itaat ve biat ederek bugüne gelmiş bir toplumun faydacı yetiştirilen fertleri olarak böylesi zorlukları her alanda göğüslemek durumundayız.Tabii istiyorsak bir şeylerin değişmesini.Devamı olacak…umarım…

Rehberlerin Örgütlenmesi Sorunsalı

Rehberlik mesleğini meslek olarak seçtiğim dönemde elde edeceğim gelirin nereden ve nasıl olmasından öte miktarı ile ilgiliydim.Zira hukuk fakültesini bitirememiş iken iyi para kazanan biri olmamın hem eşim hem de ailem açısından önemi büyüktü.Yani okulunu uzatmış birinin iyi paralar kazanıyor olmasıydı benim açımdan önemli olan.Gelgelelim sabahın kör saatlerinden akşamın aynı geç saatlerine kadar geçen süre içinde hem memleketi tanıtma hem de insan faktörünün gösterebileceği bilumum arızalarıyla uğraşma işinin karşılığının alınması sorunsalına eğilme durumum; ancak 16 yıl meslek tecrübesinin ardından hasıl oldu.Yani sevgili okurlarım artık bize sıra gelmişti.Yani artık yaptığın işin karşılığında garanti bir gelir kalemi olan yevmiyenin kazancın büyük kısmını oluşturmak için örgütlenmek gerekiyordu.Lakin memleketimizde böyle uğraşılar tehlikeli addedilirdi.Örgüt lafı bile insanları ürkütüyordu.Hele birlik-beraberlik-adalet gibi kavramların birarada söylenmesi bile bir anarşi ve terör algısına sebep oluyordu.Kolay değil başından sayısız askeri ve sivil darbe geçmiş bir ecdadın çocukları olarak ne yazık ki bir batılı anlamda örgütlülük gereği ve bilinci oluşamamıştı. Bunun yanında bir de meslektaşlarımın örgütlenmeye uygunluğu da bir soru işaretiydi.Çünkü meslektaşlarım nitelikleri, mesleki tecrübeleri, mensup oldukları sosyolojik ve ekonomik çevrelerin farklılığından farklı talepleri de dile getiriyorlardı.Ayrıca yıllar içinde öyle pek de dayanışmacı bir mesleki iklimde çalışmadığımızı da söyleyebilirim.Herşeye rağmen yola çıkılmalı idi ve kararlı olunmalıydı...Devamını da yazacağım..Saygılarımla

20 Mayıs 2011 Cuma

Rehberlik Mesleğinden ve Rehberlerden edindiğim İzlenimler 3.Bölüm

Heryerde olduğu gibi meslek yaşantısı içinde de 90 larla birlikte gelişen tüm turizm kurumlarında,alışkanlıklarında ve de en önemlisi meslektaşlar arası ilişkilerde müthiş bir yozlaşma ve yabancılaşma yaşandı.Bu duruma en çok hız veren şüphesiz Körfez Savaşı dolaysıyla olsun, turistik yörelere yapılan saldırılar olsun veya Öcalanın tutuklanması sonucu bir yandan Türkiyeye gelen turistin sayısının çok düşmesi; bu düşme karşısında operatörlerin büyük bir panikle bu tehlikeyi hafifletmek amacıyla fiyatları çok düşürmesi ve bu düşme sayesinde çok düşük nitelikte ve umarsız turistlerin ülkeye yönelmesine sebep oldu.Bununla birlikte güzel ülkemizin "işbilir" operatörleri yaz turizmine damga vuracak ve aynı zamanda hizmet kalitemizi yerle yeksan edecek "herşey dahil" konseptiyle ;tüm uğraşı verdiği paranın karşılığını almak uğruna günün dörtte üçünü yemek yiyip içki içmekle geçirecek çoluk-çocuk,ihtiyar genç yeni bir turist tipinin doğmasına sebebiyet vermiştir.Ortalama olarak genel fiyatlandırma sıralamasında iyi yerlerde bulunan güzel yurdumuz gerek ayrılıkçıların saldırıları gerekse de ülkemizin ekonomik istikrarsızlığı ile birlikte her yıl bahsi geçen fiyatlarını daha da düşürerek artık kültür turizmi merkezinden ziyade ucuz turizmin cazibe merkezi olma gerçeğiyle yüzleşmek zorunda kalmıştır.Avrupalı operatörler artık ülkemizi Akdeniz çanağının zorunlu olarak dolduğu dönemin sonunda sunulası bir turistik ürün haline getirmişlerdir.Tüm bunlar olurken yurdumuzun yerli ve büyük acenteleri de bol karlılıktan az karlılığa geçerek tüm var olan alışkanlıklarına bir son verme kararı aldılar.Artık çok ve bol maliyetli çalışanların yerini az olmakla beraber çok çok fazla çalışarak çok daha azına tamah edecek yeni kuşak bir personel üretme yoluna girildi. Her otel rehberine araba tahsisinden vazgeçilerek sırasıyla 4 rehbere bir arabaya; bölgelerdeki otel rehberlerine birer bisiklet derken otellere yayan (!) gidilerek turistlerin günlük ihtiyaç ve sorunlarına eğilmesi gereken rehber topluluğuna ben tanık oldum.Bu arada ülkemizin her yanında olduğu gibi sektörümüzde de ucuz eleman ihtiyacı hemen hasıl oldu.Ne gariptir ki çok sektörde olduğu gibi kadro yenilenmeleri ile yeni (genç ve aç) kadrolar ve yeni maaş ve prim politikaları ile giderek tecrübeli çalışanlara yol verilmesi veya daha azıyla devam edilmesi yöntemi yaygınlaştı.Böylelikle kısa bir süre içinde tüm rehber camiası birden son derece mütevazı paralara çalışmak zorunda bırakıldı.Yıllar içinde yine tüm ülkemizde olduğu gibi mesleki örgütlenmeler veya sendilaşma oranının düşüklüğü bu konuda turizm işverenince hoyratça kullanıldı.Yapılan işin niteliği yerine ödenecek ücret önemsenince de meslekte niteliği olmayan sırf rehberlik brövesi olan veya bu işi yapabilecek yabancı dillere sahip kişilerin sektöre girişi hızlandı. Bu ister istemez kollektif bir gerginliğe ve de "ne hallere düştük hocam" geyiklerine sebebiyet verdi.Artık kendi işini sürekli olarak tehlike altında gören ve dolaysıyla başka meziyetler geliştiren rehber meslektaşlarla karşılaşma olasılığı yükselmiştir.Artkı her turistik yönetici ile profesyonel iş ilişkileri geliştirme yerine onlarla içli dışlı olan,özel hayatlarında olduğu gibi ailecek tanışıklık ve dostluk arayışında olan rehber meslektaşlarımız tüm hünerlerini konuşturma yoluna giderek dostluk ve aile tanışıklığını iyiden iyiye yozlaştırdılar.Günümüz genç rehberlerinin bu anlamda tutunması ve de iyi işlere çalışması yöneticilerle olan ilişkilerle doğrudan ilintilidir.Bu yozlaşma; yabancılaşmayı da beraberinde getirdi.Hakkaniyet kavramı "yakınlık" kavramıyla,sırdaşlık kavramı "ispiyonculukla" ve çalışkanlık kavramı "işbilirlikle" ikame edildi.Artı kocaman kavramların turizmdeki karşılığı o kavramların içinin boş olması ile açıklanacaktı. Artık eskiden yarım pansiyon otel lobilerinde "ödenmez " kaydı bulunan adisyonlarla dilediklerini yiyip içebilen ve otel çalışanları ve yöneticilerinden saygı ve hürmet gören rehber kardeşlerimiz yerine zamanla özen ve hürmet alışkanlığından mahrum kalarak "eleman" muamelesi görmeye başlar.Ne de olsa yıllarca kendisine tahsis edilen otomobil elinden alınmış ve kendisine "Bisan" marka bisiklet tahsis edilmiştir(!).Demem o ki memlektin her alanında artık itibarı azalmış bir meslek topluluğu vardır.Hem maaşı azalmış hem fiyakası bozulmuştur.Yaptığı işi yabancı dili olan herkes yapmaktadır.Yerinin doldurulmaz olduğunu düşünmesi abestir(!).Ve meslektaşlarına karşı güvensizdir.En iyisi kimseyele fazla vakit geçirmemektir.Hatta muhatab bile olmamaktır şu yeni yetmlerle neme lazım bunlar adamı işinden edebilirdi...Acı ama gerçekten yaşandı bunlar...

18 Mayıs 2011 Çarşamba

Rehberlik Mesleğinden ve Rehberlerden edindiğim İzlenimler 2.Bölüm

Selam,
rehberlik mesleğimin ilk yıllarında piyasada yeni olmanın doğal sonucu olarak pek vasat ve vasat-altı işlere çalıştım.Bu arada pek çok acenteye çalışarak piyasadaki türlü rehber tipololisine de tanıklık ettim.Sanırım piyasadaki bir-iki acente harici hepsine çalıştım.Rehber tipolojisinin ilk sırasına olağanüstü-bilgili olup bu bilgili durumunu tüm beden diliyle de ifade eden kendini pek bir beğenmiş tiple başlamak isterim.Bu tipteki arkadaşlar dağ lalesinin latincesinden tutun;konuştukları yabancı dili o kadar ağdalı bir duruma getirmek için çaba içindeydiler ki turist dahi bu entellektüel-rehberin konuştuklarını anlamasın.Bu tipteki arkadaşlar meslek dayanışması bir yana suratıma bakma konusunda bile tereddüt gösterirlerdi.
Diğer bir tipteki rehber arkadaşların ortak yönü yabancı dili o ülkede yaşamış " gurbetçi aileler" içinde değil;ülkemizin çok saygın okullarında öğrenmiş olmalarından ötürü kendilerini ayrıcalıklı ve üstün sayan insanlardan oluşmasıydı.Almancı rehberlerin genel mesleki yeterliliği gibi genel adab-ı muaşeret konusundaki görgülerinden de son derece şüpheli idiler.Sanırım halen aynı endişeler bu arkadaşlar arasında kol gezmekte.Bir diğer tipteki rehber meslektaşlarımızı ise geç saatlere kadar otel barlarında oturmalarından ve abartılı alkol tüketimlerinden ayrı bir kategoride ele almak istedim.Bu tarzdaki abiler genelde çok tecrübeli olup hep hayatın tokadını yemiş olma gibi ortak paydalarda toplanan kişilerden oluşmaktaydı.Ha birde kaybettikleri servetleri de sanki hepsinin ortak kaderiydi.Yine de bu meslektaşlarımın en içten ve muhabbet şinas olmalarını çok takdir etmişimdir.Tecrübelerinden faydalanma konusunda müthiş cömert;sana çalıştığın işle ilgili tüyolar verme konusunda da pek bir yardımseverdiler.Diğer bir rehber tipi de saygın okulları bitiren arkadaşların endişelerini haklı çıkarmak istercesine davranan "Almancı" rehber tipiydi.Bu kimseler yurtdışında yetişmiş olmalarından dolayı çok dakik,çalışkan omakla beraber henüz bluğ çağında döndükleri ülkelerine yabancı kimselerdi.Bunlar kıyafetleri ile olsun aksanlı konuşmaları ile olsun toplumun büyük bir kısmından da dışlanmıştılar.Günümüzün koşullarına en büyük etkileri özgüven eksikliğinden ötürü acente nezdinde haklarını korumayı bilmeyen bu saf ve çalışkan rehberlerin ezilmiş olmalarıdır. Günümüz rehberliğine damga vuran satıcı-cirocu rehber tipi o günlerde de var olmakla beraber bugünkü kadar rafine ve yoğunlukta değildi.Yani rehberler yaptıkları işleri genel anlamda iyi rehberliğe bağlarlardı.Bu durum günümüzde tamamen yok olmuştur.Cirocu-satıcı rehberin o vasfının dışında hiçbir özelliği aranmaz olmuştur.Retorik,tarih-sanat tarihi-mitoloji bilgisi veya genel kültür düzeyi artık aranan özellikler değil.Ne yazık ki...

17 Mayıs 2011 Salı

Rehberlik Mesleğinden ve Rehberlerden Edindiğim İzlenimler 1.Bölüm

Sevgili Okurlar...
yaklaşık 16 Yıldır türkiyemizin Turizm başkenti Antalyada Almanca dilinde Profesyonel Turist rehberliği yapmaktayım.Rehberlik mesleğini icra edenlerin nitelikleri yüksek,genel kültür düzeyi gelişkin,çokkültürlü ve saygıdeğer insanlar olduğu konusunda nerdeyse kör bir bağlılık içinde idim...Yıllar içinde bu durumun pek de öyle olmadığını hayalkırıklığıyla öğrenmiş oldum.İyi iş alma,bunu sürdürme adına diğer meslektaşlarına haksızlık yapıldığını mesleğin ilk birkaç yılında kavrasam da bu konuda birşeyler yapma adına mücadeleye birkaç yıldır elimden geldiğince eğiliyorum.(..bu da kendi özeleştirim olsun...)

Bu Bir Veda Yazısıdır

 Rehber örgütlenmesi süreçlerinde yıllarını geçirmiş bir meslektaşınız olarak mesleki konulardaki son yazımı kaleme almaya karar verdim. ...