22 Aralık 2012 Cumartesi

Endüstriyel Futbol=Endüstriyel Turizm veya Fenerbahçem Benim Biricik Sevgilim...

Güzel ülkemizin eşsiz tarihi-doğal-kültürel değerlerinin tıpkı futbolumuzun geçirdiği evrimden geçiyor olduğunun hepimiz farkındayız sanırım. Futbol sporunun sınıfsal aidiyetlerinden sıyrılarak milyar dolarların döndüğü bir sektör haline gelmesi her ülkede hissedildi. Evet; Liverpool liman işçilerinin, Real Madrid İspanya kralının taraftarlarının ve de Beşiktaş artık arabacılarının takımı olmaktan çıkmışlardı. Onlar artık birer dev stadı; yönetim kurulları; CEO’ları olan dev birer şirkettiler artık. Takımların taraftarı olan topluluklar tutku ile sarılıp özdeşleştikleri takımlarının artık kar-zarar hesabı yapılan şirket ve stat idareleri; transfer çalışmaları için komiteleri, genç yeteneklerin genetik hastalıklarını ortaya çıkarma adına tüm akrabaları ile birlikte muayeneler sonucu sözleşme altına alınan özel sağlık tedarikçileri bulunan dev birer “şirkettiler” artık. Yani artık futbol ”arsada değil borsada” oynanır olmuştu. Artık stat önündeki köftecilerin veya stat içindeki “çemen-ekmek” geleneğinin yerini stat içindeki lüks lokantalar almış ve kombine kart sahiplerinin önceliğinin bulunduğu Vip Lounge’lar ve özel locaların devri başlamıştı. Takımlarının insanlarıyla özdeşleşen oyuncuların yerini; magazinsel potansiyeli bulunan manken-oyuncu sevgilileriyle gecelerde boy gösteren ve tamamen “duygusal” davranan her transfer olduğu yeni takımı çocukluğunun bir dönemi destekleyen oyuncu modeli gelişmiştir. Artık tüm Afrika ülkelerinde scout ekipleri bulunan büyük takımlar; çocuk denilecek yaşlardaki oyuncuların bonservislerinden (t)onlarca milyon dolar kazanmanın hesabı içindedirler. Seyirciler de değişimden nasibini alacak; holiganizm-fanatizm-ırkçılık ve şiddet “aklı-selim” sahibi seyircileri statlardan uzaklaştıracaktır. Maçlar ticari metalaştırılarak şifreli kanallara geçecek ve kulüpler “yayıncı” kuruluşlar sayesinde ayakta kalacaktırlar. Maçların sonuçları da artık milyar dolar gelirleri olan “toto-loto-iddia-bet and win” gibi ticari kuruluşların gölgesinde kalmaya başlamıştır. Artık “handikaplı” veya “alt” ya da “üst” sonuçlar vardır veya Vanlı gençlerin Sydney’de oynanan maçlardan “para” kazanması olasıdır. Ülke turizmimizde yukarıda bahsi geçen örnekteki futboldaki dönüşüme paralel olarak değişip-dönüşüp-amatör içeriğinden sıyrılarak tamamen “ticarileşmiştir”. 80 sonlarının şanslı ve seçilmiş sektörü hükümetlerce teşviklerle geliştirilerek; ülkemizin tüm “mahrem” köşeleri tüm dünyanın beğenisine sunulmuştur. Artık ülkemizin tüm kültürel-tarihi birikimlerini tanıtma uğruna yetişmiş kadrolara olan ihtiyaç doğdu; buna bağlı olarak ani gelişen sektörün ihtiyacı eldeki yabancı dil bilen insan kaynakları tarafından karşılanır olmuştur. Bu hızlı ilerlemede çok içten-samimi ve her şeyden önce çok amatör bir ruhla yola çıkıldı. Var olan otelleri-pansiyonları veya lokanta ve dinlenme tesisleri çok içten-kalpten ve memleketin gerçeğine uygun olarak hem fiyatları hem de lezzet ve kaliteleri ile ülkemizin sahici yönünü ortaya koymaktaydı. Ülke bilcümle vasıtaları-araçları-konaklama imkanları-doğal ve tarihi yapısı ve onu memleketin onurunu savunma adına meslek icra eden “turist rehberince” tanıtılmaktaydı. Ülkenin dört bir yanında var olan tarihi-arkeolojik merkezlerinin sınırında bulunan tüm il-ilçe ve köylerde memleketimizin ”konukseverliği”-“cömertliği”-“yardımseverliği”-“masumiyetinin” sergilendiği koca bir “Açıkhava Müzesine” dönüşmüş oluyordu. Bu acemi olmakla birlikte-içten, yeni olmakla birlikte-kalbi çabalar toplumun her kesiminde karşılığını bulmuştur. Turizmimizin ilk dönemlerindeki “genç rehber” jenerasyonu da bu büyülü dönemde masraftan kaçınılmayan, itibar görülen ,iyi paralar kazanılan ve geleceği konusunda da pek tedirginlik yaratmayan bu sektörde içtenlikle(can siperane) çalışarak bugünlerde artık oluşmayan “anı”larını biriktirmiştir. (Not: Dikkat edilirse tüm turizmci dostların “anı” ları hep “endüstriyel” turizminden önce cereyan eder. Günümüzde “anı” dan ziyade “tuhaflıklar” anlatılır oldu.) Turizm hareketlerinin politik ve ekonomik verilere sıkı sıkıya bağlılığı ortaya çıktıkça artık “savruk harcamalardan” ve “aşırı maliyetlerden” yakınan profesyonel yöneticilerin devri başlamıştır. Tüm gider kalemleri ıslah edilirken( kaynak yaratılması adına)memleketimizin damak tadından tutun otelcilik ve işletmecilik düzeyine; temel maaşlardan sosyal haklara; iş güvencesinden çalışma saatlerine uzanan geniş bir yelpazede “maliyetleri” düşürme adına büyük budamalar yapmak suretiyle “hizmet-insan-ülke kalitesine” büyük darbeler vurulmuştur. Turlarda en ucuz hizmete en üst seviyede beklentiler oluşmuştur. Yani en ucuza en iyi otel-yemek-otobüs-rehber-tedarikçiler gibi bir silsile. Evet artık hareket süreleri bilinen tüm tur rotaları, hesabı yapılmış ihtiyaç molaları(ki bu milletten millete değişkenlik gösterebilen bir durumdur..), alış veriş eğilimleri davet edildikleri kanallardan anlaşılan, yarım pansiyon ve her şey dahil konaklayan misafirlerin etnisitelerine bağlı olarak hesap edilmiş günlük “cost” ları dahi bilinen, yolun eğimine göre tur aracının litre bazında/ Euro-Dolar bazında yakıtının hesaplandığı, istatistiklerle sabit tüketim ve sindirim alışkanlıkları incelenmiş Avrupa-Asya pazarları, alınan fahiş vergilerden dolayı birer kimya laboratuvarı haline gelmiş orta ve küçük çaptaki otelcileri, turizm fuarlarında Semazenli- Dansözlü stantlara sahip kocaman bir coğrafya, pazarlanma stratejileri ile doluluk oranlarının yıllar öncesinde hesaplandığı bir sektör olunmuştu. Milyonlarca insanımızın istihdam edildiği sektörün acilen ama gerçekten acilen bir arınmaya ; ortak aklın yolunun bulunmasına şiddetle ihtiyaç var. Burada herkese sorumluluklar düşmektedir. Kendini çözümün dışında görebilmek mümkün değildir. Şiddetle ihtiyacını duyduğumuz temel kavramın “ADALET” olduğunu düşünüyorum.Herkes için,tüm turizm unsurları için,kazanırken-paylaşırken,sıkıntı çekerken,pazarlarken,planlarken,geliştirirken.... Memlekete karşı da sorumluluğumuzdur…Onu hakkettiği ölçüde ve değerinde ve adil olarak pazarlamak, insanına da ona yaraşır şekilde paylaşmak…ADALET.....Bu düşüncemin meslektaşlarım tarafından büyük kabul gördüğünü ve göreceğinden hiç şüphem yok.Çözümün ise TURİZM ENDÜSTRİSİNİN her organının adil bir ortak aklı oluşturmasından geçtiğine inanıyorum..Her düzeyde her düzlemde acil bir ihtiyacımız.. Bence… Bazılarınızın ise “sistemden rahatsız isen sistemden beslenmemelisin” dediğini duyar gibiyim. Evet… “Bozuk düzende sağlam çark olunmaz” demişti Pir Sultan…Ama bir yerden başlanmalı…İlk olarak da kendinden başla derim….Ben de bu yazı,inceleme,karşılaştırma,eleştiri,adını ne koyarsanız koyun bu yazı ile ortak ve adil aklın oluşması adına nacizane bir katkı sunmaya çalıştım. Herkese İyi Yıllar…

19 Kasım 2012 Pazartesi

Gecikmiş Bir Veda Yazısı

ARO Derginin 10.sayısında yer alan “Kırşehir” yazısında yer almasından dolayı dergiden önce yayınlamayı uygun görmediğim “Neşete Veda “ isimli yazıyı beğeninize sunuyorum…. Kıymetli hemşerim ARO yönetim kurulu üyesi Sait Taş ile beraber güzide ARO dergimizin bu sayısında “Şirin” Kırşehir’in tanıtımının heyecanı içindeyken birden acı haberi aldık… Evet, Kırşehirlilik kimliğinin en önemli unsuru saydığımız büyük ozan Neşet Ertaş vefat etmişti. Tarih 25 Eylül 2012 ‘yi gösteriyordu. Horasandan gelip Anadolu’ya “Abdal” geleneğini taşıyan ve Unesco tarafından da “Yaşayan İnsan Hazinesi” olarak ilan ettiği “garip” Neşetimiz göçüp gitmişti. Babası Muharrem Ertaş’tan aldığı feyz ile Orta Anadolu Bozlağının yaşayan en önemli temsilcisi ile birlikte aidiyet unsuru saydığımız Neşetimizin yokluğu üzerine yazı yazma zorunluluğu çok zor oldu aslında. Mütevazı duruşu, hoşgörüsü ve de “insan” olmaya atfettiği büyük önemle sanırım kültür hayatımızın büyük bir çınarını kaybetmiş bulunuyoruz. Nazımın deyişiyle ‘topraktan öğrenen/kitapsız bilen’ dir. Yaşar Kemal’in tasviriyle “Bozkırın tezenesidir”. Seyircisinin “Ayağının Türabı” olabilendir. Gariban babasıdır. Ayrımcılığın en büyük karşıtıdır. ”Ya davulcuya ya zurnacıya” diyebilenlerden asla olmamıştır. Devlet değil “Halk sanatçısıdır”. Asla ”piyasa” türkücüsü olmamıştır. Zahide’ye kurban olandır, gönülden gönüle giden gizli yolları bilendir, yalandan yüzüne gülen dünyayı tanıyandır, Hata benim diyendir, kaşları yüze yakıştırandır, dane dane benleri izleyendir, ahiri zahiri ayırandır, yârine “Neredesin sen?” diyendir, Ana ve bacıyı iki büyük nimeti sayandır, gelinleri köprüden geçirendir. Kimine göre çalgıcı ,kimine göre köçek kimine göre abdal , kimine göre halk kahramanı kimine göre büyük sanatçı; her halükarda muhabbetşinaslığın en insan halidir… Cenazesiyle Türkiye’nin tüm unsurlarını bir araya getirebilen bu büyük “birleştirici” güce sanırım her zamankinden fazla ihtiyaç var. Ancak ölümü ile hatırlanmayacak diğer kültürel değerlerimize yaşarken gereken değeri vermek umuduyla… Güle güle... Garip Neşet… Yönetmeliğimizin kasım ayı içinde çıkmasına kesin gözüyle bakılıyor.İçeriğinin mesleğimiz adına olumlululuklar içermesini ümit ediyorum.Saygılarımla…

31 Ağustos 2012 Cuma

Belirsizliğin Belirsizliği…

Rehberlik meslek yasasının uygulamasının yönetmeliğinin çıkmamasından dolayı somutlaşmaması ve rehberlerin çalışma koşullarının henüz belli olmaması beni bu yazıya yöneltti. Çevremde gördüğüm ,işittiğim ve gözlemlediğim genel anlamda bir şaşkınlık mevcut. Rehber meslektaşlardan kimileri eski alışkanlıkları ile iş bağlantılarına başladı. Bu bağlantıların temelinde iş sahibi kişi ve çevreleri yoklama; onların genel rezervasyonlarını soruşturma (ki bu durum otelcilerden de öğrenilebilir) özel ilişkilerini devreye sokma ve akil adamların piyasa öngörülerini yoklama şeklinde olur. Yasanın öngördüğü iş sözleşmesinin ve yönetmelik sonrası yevmiye tespiti konusundaki belirsizlik ve muamma birçok meslektaşımızca gözardı edilmektedir. Bu noktada ne yazık ki bir de meslek yasasına ve dolaysıyla kendisine inançsızlık durumu ortaya çıkmıştır ki bunu söylemeden olmaz. Bir çok meslektaş artık bu inançsızlığını söyleme dökme pozisyonundadır. ”Abi adamlar bu rakamları veremez” den tutun, ”istenilen paralar çok fazla birazcık indirim yapmak lazım” veya “zaten komisyon almıyor muyuz?” gibi cümleleri her tarafta işitmek mümkün. Bunun da ötesinde beni en çok üzen ise meslektaşlardan kimilerinin sözleşme yapılsa da daha az ücret alınmasının denetlenemeyeceği vurgusudur ki ;bu gelecekteki tutumlarını özetliyor gibiler…Çok acı… Yıllardır meslek yasaları için çırpınan rehber milleti kazanmış olduğu yasal güvenceye inanmaktan ziyade yasanın boşluklarını kollamak suretiyle “yasadışı” yevmiyeye prim veriyorlar. Yasanın uygulanması dolaysıyla artık işverenler yasal yevmiyelerin ödenmesiyle “kaliteli” rehber çalıştıracağı gerçeğiyle yüzleşmek istemeyenler ,meslek yasasını işlevsiz hale getirip sözüm ona “itibarsızlaştırma” gayreti içindeler. Yasal güvenceye kavuşan mesleğimizin hak ettiği yere gelmesi ancak onun konusu olan meslektaşlarımızın yasanın tanımladığı şekilde hareket etmesine ve yasadan yana tavır almalarına bağlıdır. Hukukun üstünlüğünden yana olmak meslektaşlarımızı acente karşıtı yapmaz. Tursab’ın bile açıkladığı iş sözleşmesi örneğini incelendiğinde artık acentelerimizin düşük ücret ödeyebilme olanaklarının serbest çalışan rehberler açısından mümkün olmadığını kanıtlıyor. Bu durumda yasal ücretin ödenmesi mefhumu artık bir hayal değil iş sözleşmesinin ana unsurunu oluşturuyor. Yani artık yevmiye pazarlığı yok…İşini alan sözleşmesini yapar ve hafta veya işinin sonunda muhasebeden “yasal yevmiyesini” alır. Ayrıca bu ücretin ödenebilirliğini düşünmez. Düşünmemesi de kınanamaz çünkü bu yetkisi kanundan doğar…Bu kuraldır… Ha..bir de istisnası var o da kanuna karşı hile yolunu seçmektir. Bu durumda da meslektaş iş sözleşmesine imzasını atar ve “yasal olmayan” ücreti alır. Bu durumda ise suç işler ve yasanın odalara ve birliklere verdiği yetkilerin kullanılmasına engel olamaz. Yani işini ve ruhsatını kaybetme riskini göze alır. Mesleki menfaatlerimizin gelişmesi tamamen rehber meslektaşlarımızın yasasına ve kendisine olan inancıyla doğru orantılıdır. Çözümü başka yerde aramayalım… NOT: Yönetmeliğin içeriğinin aleyhte olması durumunda ise yine mücadele,mücadele ve mücadele edeceğiz .Başka yolu yok…

17 Ağustos 2012 Cuma

Seçimleri Okumak...

11 Ağustos 2012 Antalya Rehberler Odası Rehberlik meslek yasası gereği seçimlerini yaptı ve seçimlerin sonucunda seçmen rehber meslektaşlar geleceğe ilişkin çok önemli mesajlar verdi... Tabii anlayana...Önce bir “ilk” leri sıralayalım... Meslektaşlar ilk defa bağımsız bir meslek erbabı olarak oy kullandılar... Meslektaşlar ilk defa “çarşaf liste”den adayları seçtiler... Meslektaşlar ilk defa listelere değil isimlere oy kullandılar... Meslektaşlar ilk defa 27 oy birden kullandılar... Meslektaşlar ilk defa “anahtar listelerle” karşılaştı...(Buna bağlı olarak “anahtar liste içi” veya “dışı” gibi tanımlarla da..) (Ayrıca kimi meslektaşın koridorlarda “falancayı çizin beni seçin” demesi gibi durumları da sayabiliriz.) Meslektaşlar ilk defa verdikleri oylarla her şeyin farkında olduklarını ve hak mücadelesine inanmışlara güven duyduğunu ele güne göstermiştir... Meslektaşlar ilk defa asil ve yedek listelere ve de çalışma kurullarına inanılmaz büyük bir hevesle ve sayıda talip oldular...(Yani bu oda işlerini falan öyle angarya gören anlayış tuzla buz olmuş durumda), Meslektaşlar ilk defa seçim stratejilerine ve liste(!) stratejilerine tanıklık ettiler... Meslektaşlar ilk defa farklı dillerden,farklı bölgelerden ve farklı baskı gruplarının (hatra binaen veya iş arkadaşlığı veya tanışıklık vs.) etkisi altında oy kullandı, Meslektaşlarımız ilk defa rehber orjinli acenteci arkadaşların kendilerinin rehber camiasından ayrı görülmesinden dolayı şikayetçi olması durumunu gördü...(Sanırım herkes bir şeyler öğrendi..) Şimdi de ilginç sayılabilecek durumları irdeleyelim... Seçim tüm beklentilerin aksine çok sakin ve dostane bir ortamda geçti... Seçime katılım tüm beklentilerin üstünde gerçekleşti... Seçimlerin sonucunda rehberlik eyleminde önde duranların,dik duranların,meslek adına bir duruş sergileyenlerin seçmende sempati uyandırdığı somutlaştı... Seçimlerde mesleğe sahip çıkılma noktası esas alındı,güce-kudrete-paraya-işe tamah edilmedi... Seçimlerde sonuçların açıklanmasıyla hiddet-hezeyanın yerine serinkanlılığın ve anlayışın egemen olduğu gözlemlendi.Sonuçların herkesçe içselleştirilerek karşılıklı kutlamalar söz konusu oldu.Şu meşhur hani herkesleri kucaklayan “balkon konuşmaları” dahi yapıldı...(sevindirici..) Hoşuma gitmeyen hususlar...Bir bütün olarak algılandığında kadın aday sayısının çok az olması beni en çok düşündüren husus oldu.Yani fazlasıyla erkek egemen bir aday politikası...Rehberlik mesleği açısından amaç cinsiyetçilik değil cinsi katılımın dengeli olmasının gereğidir.44 delege adayından sadece 4 ünün kadın olması,24 adaylık yönetim listesinde sadece 4 adayın kadın olması veya 10 kişilik denetim kurulunda sadece 4 adayın kadın olması sanırım durumu biraz özetliyor...Yani kadın meslektaşlarımızın biraz daha fazla sorumluluk almasının gerekli; başkan adaylarının da sonraki dönemler için daha fazla kadın aday ile çalışmasının gerekli ve faydalı olduğuna işaret etmek istiyorum. Sonuç olarak baktığımızda geçen 2,5 yılın sonunda Hasan Uysal Başkanlığındaki ARO’nun genel kuruldan güvenoyunu alması ; ilerisi için çok daha meşru,güçlü ve uyumlu bir seçim sonucu ile rehber meslektaşların sorunlarına çözüm noktasında bir kez daha görevlendirilmişlerdir.Verilen sorumluluk artmıştır.Yasanın yönetmelik çalışmalarını yürütecek olan yönetim kuruluna ve diğer oda yöneticilerine üstün başarılar dilerim.Zira yönetmelik sınavından da başarılı çıkacak bir ARO yönetiminin artık çok daha uzun süre yönetimde kalacağı da açıktır. Bizler ise bundan sonra artık hedefin kendimizin; yani acenteler veya onların yöneticilerinin değil bizzat rehberliğin kendinin büyük bir değişimin ve disipline olmanın eşiğinde olduğunun farkına varmamız gerekiyor.Artık yasal olarak da üyesi olmamız gereken meslek odalarının işaret ettiği yöntem ve şekilde hareket ederek ortak çıkarlarımızı tüm çalışma alanlarına yayabiliriz.Bunu için de en önemli nokta “rehberlerin nitelik sahibi” insanlar olmalarıdır.Bunun için de artık yasal güvencelerimiz ve yaptırımlarımız var...Tek yapmamız gereken kendimize güvenmek ve kendimize ve mesleğimize inanmaktır.Odalarımıza ve birliğimize itimat ederek tüm mesleki marazlardan kurtulabiliriz...Birkaç yıl öncesinde “imkansız” denilen çok şey ”imkanlı” hale geldi...Biraz daha gayret ederek çok daha fazla kazanımlarımız olacak... Ne mutlu bize.....

20 Temmuz 2012 Cuma

Seçimler kapıda..Siz tatilde misiniz?

6326 sayılı yasanın gereği olarak yapılması (3 ay içinde ) gereken seçim kararı Antalya Rehber Odası (ARO) tarafından alınarak; tarihi de belirlendi.11 Ağustos… Seçimlerde şimdiden kimi teknik sorunlar ortaya çıkmış görünüyor… Şöyle ki kimi çevre yasanın ek maddesi gereği tüzel kişiliğini muhafaza eden odalara üye olmadıklarından dolayı oy kullanamayacaklar ve aday da olamayacaklar… Aday olabileceklerin ise seçim sistemi konusunda bir hayli kafaları karışık gibi… Seçim sistemi “ çarşaf liste” denilen yönteme göre yapılacak. Yani seçimde başkan önderliğinde yönetim ve denetim kurulu bir bütün olarak oylanmayacak. (Bu yöntem Blok Liste yöntemidir.)Her bir organ ayrı ayrı aday olacak ve en çok oy alanlar organlara (organlardan kastim başkan veya yönetim kurulu üyesi vs… ) seçilecektir. Adaylar alfabetik isim sırasına göre numaralandırılarak pusulaya yazılacaklardır. Bu yöntem ile kuskusuz ayni kadroda olmak istemeyenlerin seçilmeleri ile yönetimler içinde, birbirleriyle çalışmak istemeyenlerin bir arada olmasından ötürü çatlaklara da tanık olacağız. Bu fiili durumda ise oya, seçmen iradesine ve sonuca saygı gösterilecek yöneticilerin sağduyusu ile anlaşmazlıkların aşılması gerekiyor. İnsanlar oylarını verdikleri kişilerin kaçmasını değil çalışmasını ister. Gönül ister ki birbiriyle uyum göstersinler ancak unutmamalı ki adaylık nasıl haksa istifa kurumu da haktır. Bu da “yeni rehber kültürünün” özümsenmesi gereken ilk adimidir diye düşünüyorum. Yavaş yavaş adaylar da belli olmaya başladı. Adaylarla beraber eğilimlerin de açıklanacağı yeni bir sürece doğru gidiyoruz. Artık çokça “çevremin yaptığı baskılar sonucu” veya “görevimi tamamlama adına “ veya “bayrak yarışında doğal olarak sıranın gelmesinden “ dolayı adaylık açıklamasının yanında; “ailemin baskısı” veya “özel nedenlerden” veya “gençlerin önünü açma adına” aday olunmayacağına dair benzer açıklamaları sosyal medyada ve özel görüşmelerde sıkça duyacağız. Hangi gerekçe ile olursa olsun tüm medeni cesaret sahibi “aday” meslektaşıma şimdiden başarılar diliyorum. Nitekim adaylık en temel demokratik haklarımızın başında gelir. Adayların seçmenlere yapacakları konusunda da tatmin edici açıklamaları olacaktır şüphesiz. Ancak olmayacak şeylerin vaat edilmemesini ve “gerceklestirilebilirligi” bulunan vaatlere yönenilmesinin doğru olacağını düşünüyorum. Yine centilmence kampanyaların yapılmasını diliyor; (ocaklardan ırak) ses kayıtlarının internete düşmesi veya “Sok...Sok” başlıklı görüntü kayıtlarının elden ele dolaşmayacağı; velhasıl ele güne camiamızı malzeme etmeyecek bir olgunluğun tüm meslektaşlarımızın ortak beklentisi olduğunu belirtmek isterim. Yönetmeliğimizin içeriğine iliksin projelerin, sosyal projelerin kısaca projelerin yarisitgi bir dönemin özlemi içinde olduğumu belirtmek isterim… Bu seçimlere ittifakların damga vuracağı gerçeğine şimdiden dikkat çekmek isterim. İttifakların ortak çıkarları olanlar arasında olması en doğalıdır. Ancak iktidarı ele geçirme adına yapılacak ittifak arayışlarında da etik değerlerin göz önünde bulundurulması zorunludur.”IKTIDAR” uğruna şeytanla bile ittifak edebilecek çevrelerin hemen deşifre edilmesi gerekir. Hele ki konumsal gücünü kullanmaya yeltenen; insanlara is ve as verebilecek çevrelerle girisilecek ittifak arayislarinin rehberlik meslektaslari tehdide varabilecek arayışları kabul etmek olanaksızdır. İktidar arayışında bu denli ihtiraslı olanların; muktedir olunca zalimliklerinin ortaya çıktığı pek çok tecrübe ile sabittir. Sözüm ona bu ittifak arayışlarının yönetim kurulu üyelik adaylarının veya baksan adaylarının veya delegelik adaylarının yapmış olması da fark etmez. Eğilimini açıklama ne kadar demokratik ise; (acenteci meslektaşların eğilimlerini açıklamalarını da dahil edebiliriz) eğilimlerini herhangi bir is vaadine dayandırma girişimi açık ya da gizli de yapılsa asla etik değildir ve anti-demokratiktir. Bu kabil girişimler seçimlere gölge düşürür; seçilecek yönetimlerin meşruiyetini ortadan kaldırır. Artik kabullenmeliyiz ki Turizm sektörünün asli unsurlarından olan rehber topluluğu hak ve yükümlülüklerini, mesleki çıkarlarını ve de yasasını geliştirebilecek çevrelere önem vermek durumundadır. Aksi halde başka çıkar çevrelerinin kuşatması altında kalmaya mahkûmdur. Elini taşın altina koymamış; koyar gibi yapmışlardan sakinilmalidir. Gecmis dönemlerdeki kavga gürültüden halen medet umanlardan, yıllarca koltuklara yapışmış; koltuk dışında hiçbir amacı olmamışlardan ve mesleğimizin geleceğini belirleyemeyeceklerden korunulmalidir. Hepsi naçizane ve dostane uyarılarımdır… Tatilde olacak iseniz de yine bir gününüzü ayırın. Secim alelade bir secim değildir. Mesleğimizin geleceği şekilleniyor… Her oyun kıymeti var… Meslektaşımız sevgili Bayram Atmaca`ya büyük geçmiş olsun. Tez zamanda sağlığına kavuşmasını dilerim…

26 Haziran 2012 Salı

6326

Rehberlik yasasının TBMM Genel Kurulundan geçmesinin ardından Cumhurbaşkanlığından da onaylanıp Resmi Gazetede yayımlanmasıyla yeni bir süreç oluştu. Artık yasası çıkmış bir meslek grubu haline geldik. Artık meslek odaları kamu kuruluşu haline geldi. Meslektaşların mukim oldukları ilde veya en yakın ilde odalara üyeliği zorunlu bir hal aldı. Bir baktık ki kimi meslektaşların bu yasal zorunluluktan dolayı demokratlığı tuttu; zorunlu üyeliği sorgular hale geldiler.Meslek örgütüne üyeliği yasal olarak zorunlu olunca “dayatmalardan,seçim hakkından” söz edilir oldu. Bir de geçmiş zamanlarda oda yöneticiliği yapmış abilerin (ablaların) yasanın çıkmasına sevinme yerine kafa karışıklığı yaratan çıkışlarıyla ve yasanın çıkmasını kişisel hesaplarına mal edememelerinden dolayı yaşadıkları hayal kırıklığı ortamı iyice bulandırdı. Oysa verilen mücadele bir kül’dür. Yani bütündür; yani mücadele uç uca eklenerek yapılmış ve tüm yönetimlerin çeşitli oranlarda katkıları olmuştur .Bu bir hizmet ve bayrak yarışıdır. Bayrak yarışında finale gelmek diğer atletlerin yaptıkları katkıya bağlıdır. Tüm meslektaşlarımızın ortak katkıları olmuştur. Yıllarca çeşitli sebeplerden dolayı üye olmadan İl Kültür ve Turizm müdürlükleri aracılığıyla vizesini yaptırma olanağı kaybolmuş meslektaşların odalara üyeliği ve aidatları sorun haline geldi. Önceki dönemlerde oda yöneticilerine ve odaların misyonuna inanmamış meslektaşların artık şu gerçeği kavramaları gerekiyor; beğenelim beğenmeyelim bir bayrak yarışı sonucu inanmamış da olsak yıllar içinde tüm yöneticilerin çabasıyla yasamız çıktı!!! (Doğrusu yıllardır hem üyelik gereklerini yerine getiren hem de aidatlarını ödeyenlere de çok ayıp oluyor!!) Bu gerçek aynı zamanda bizlere hem sosyal hem de hukuken bir statü kazandırdı. Bu statü gereği artık toplumda saygın bir yer edinme konusunda hiç kimselere şüphe bırakmayacak şekilde davranmalıyız. Yıllardır tanımında dahi zorlandığımız mesleğimizi saygın bir yere getirmeliyiz. Artık gerilla taktiği ile vergisiz-usulsüz, vur-kaç yöntemleriyle odalara da aidat ödemeden, yasal gerekleri yerine getirmeden; kayıt altına girmeden icra edilebilecek bir meslek değildir “rehberlik” kurumu. Yeni bir duruş, bir yeni rehberlik kültürünün yaratılması adına hepimize sorumluluklar yüklenmiştir. Artık yüksek okul tahsili şartı da olan mesleğin mizacı değişmelidir. Avantacı-hanutçu görüntüsünden arınmalıdır. Görgüsüyle-bilgisiyle ve artık yasalaşmış yeni statüsüyle rehber meslektaşlar; topluma mal olmayı yani meslek grupları arasında da yüksek tahsilli bir grup olarak farklılık yaratmak zorundadır. Yıllarca mücadeleye inanmamış kimselerden “efendim piyasa koşulları belli nasıl olacak gerçekçi olalım taban yevmiyeler ödenmez, meslektaşlar aldıkları ücretleri gizler” gibi ifadeler kullanmaya başladılar bile…Böylece bazı meslektaşımızın ” gelecekte nasıl davranacaklarının ipuçları mı veriliyor?”diye sormadan da edilmiyor… Unutulmasın tüm ülkemizde toplam sayısı 13-14 bin ile ifade edilen (ki bunların %50 si de faal değil) meslek mensuplarına yönelik bir yasa çıkıyor ve milyonlarla ifade edilen yasası bulunmayan insanlarımız varken kimi meslektaş şimdiden su koyvermenin işaretlerini veriyor…Önümüzdeki oda ve birlik seçimlerinde oluşturulması zorunlu olan disiplin kurullarının caydırıcılığın en önemli etkeni olacağını şimdiden söyleyebiliriz. Okumuş-yazmış bu çok “elit” meslek erbabının gerçek durumu ancak yasada öngörülen organların seçimi ve işleyişi ile ortaya çıkacaktır. Aylıkçı meslektaşların durumu en çok çalışılması gereken durum gibi görünmektedir. Bu konuya vakıf meslektaşların odaların oluşturması gereken kurullarda sıkı bir inceleme ve araştırma ile yönetmeliğe konulacak kayıtların onların durumunu da kucaklayacak şekilde oluşturulması; bu kişilerin sürece müdahil olup kafa yormasına ve her şeyi odadan, birlikten beklememesine bağlıdır. Tartışmayı yapılması zaruri olan oda seçimlerindeki oy hakkı noktasına da taşıyabiliriz. Bundan sonraki süreçte aday olacakların, oy vermek isteyeceklerin, odalara yeni üye olanların oy hakkının olup olmadığı sanırım biraz da yetkili makamların iradesiyle şekillenecektir. Nasıl olursa olsun artık oda seçimlerinin arefesinde sayılırız; tüm rehber camiasının mümkün mertebe birleşerek bölünmeyi önlemesi ve adımıza yakışır bir “hizmet yarışı” olmasını dilerim. Tüm akil adamların ( kadınların ) toplandığı bir yönetim olmasını dilerim… Rehber dostlarımızın son bir yılda müthiş artan rahatsızlıkları, by-pass ve stend müdahaleleri ile her geçen gün meslek hastalıkları konusunda bilgileniyor, kaygılanıyorum .Her türlü iklim ve rakımda seyahat eden kişiler hele ki bunu meslek edinmişlerse ; mesleki iş hastalıkların oluşması da son derece “normal” addedilebilir. Hele ki Türkiyemiz özelinde rehberlik mesleğinin iş görenleri olarak bir de buna “stres” faktörünü de eklersek son yıllardaki rehber hastalıklarındaki patlamanın nedenine inebiliriz. Düzensiz ve de çok “kaliteli” sayılamayacak beslenme de bu durumu tetikleyebilir. Ayrıca çok da belirli ol(a)mayan çalışma süreleri de cabası. Herkese selamlar…..

1 Haziran 2012 Cuma

Acaba acaba acaba????

Rehberlik meslek yasasının komisyondan genel kurula gitmesinin ardından yine onlarca soru oluştu kafalarda.... Acaba bu yeni yasa ile rehberlik mesleğini icra etmek adına olumlu neler vardı? Acaba bu yasa ile ne gibi bir güvenceye ulaşmıştık? Acaba yasasızlık daha mı iyidi? Acaba vergilendirme de olacak mıydı? Acaba yasa ile yeni bir ayrıcalıklılar sınıfı mı oluşturuluyordu? Acaba yasa tüm sorunları çözecek miydi? Acaba yeni yasa tamamen rehberi avutmaya mı yönelikti? Acaba yasa koyucu hangi dengeleri gözetmişti? Acaba Tursab mı yoksa odalar mı isteklerini kabul ettirmişti? Acaba yeni yasada öngörülen oda adedinin birden fazla olması ile odaların gücü azalır mıydı? Acaba etnik veya dinsel veya politik veya acente temelli odalar kurulacak mıydı? Acaba odalara kaydın zorunlu olması demokratik miydi? Acaba tüm rehberlerin aidat ödediği odalar arpalık haline gelir miydi? Acaba odaların denetim ve ceza kesme yetkisi acenteleri zor durumda bırakır mıydı? Acaba odaların rehberleri de cezalandırması hangi kriterlere göre belirlenecekti? Acaba rehber lobileri oluşur muydu? Acaba yeni Tursab yasası ile rehberlerin çalışma alanları daraltılıyor muydu? Acaba aklı selim galip gelir miydi? Sorular çoğalıyordu... Soru soranların bu denli düşünceli olmaları meslek adına elbette sevindiriciydi... Ancak meslek yasasının oluşumu sürecinde sesi-soluğu çıkmayan, hak talepleri dile getirildiğinde kaçıp kaybolanların süreci takip etmeleri de pek manidar.Demek ki ilkesellik değil zorunluluk ancak adam edebiliyor kimilerini ..Ayrıca yıllardır hiçbir odaya kayıtlı bulunmayan değerli meslektaşların da birden ortaya çıkması da mesleğimiz adına sevindirici bir gelişme oldu.Ancak süreç kendiliğinden gelişmedi ve bundan sonra da gelişmeyecek... Meslektaşların unutmaması gereken temel konu bu yasanın "öznesi" rehber meslektaşlardır.Yani öyle mi böyle mi demek yerine bir araya gelip sürece sivil olarak katılmak gerekir.Ortak tutumların oluşmasına yardımcı ;fikir üretilen tartışma platformlarında eski-yeni oda temsilcileri yerine yasanın hedef kitlesi olan rehberlerin konuşarak,tartışarak ve de "az oda-güçlü oda mı?" yoksa "çok-oda güçsüz oda mı?" tartışmalarını şimdiden sıkıca takibi gerekir....Yoksa birileri gelir kendine göre şekillendirir ve yine "acaba" lar kalır yanımıza... Sorunlarına sahip çıkmak yerine "birilerinin sorunlarını çözeceğini düşünmek" inanın ki saflığın ötesinde; hatta sorumsuz bir davranıştır.Hayatta her durum karşısında "kurtarıcı " bekleme alışkanlığımız artık çekilecek düzeyde değil.Keşke kimi sosyal medya aracındaki "rehber anılarına" sahip çıkabildiğimiz ölçüde yeni dönemi tartışmaya ilgili olsak... Sorunlarımıza sahip çıkmazsak ancak yine sorunun bir parçası olarak kalmaya mahkum oluruz...Oda sayısı birden çok olacakmış deyip oluşacak odaların hangi nitelikte olacağını beklemeden (ki oluşturulacak odaların adedinin o ile kayıtlı rehber sayısının en az üçte biri olması gerekiyor );odalarınıza şimdiden sahip çıkalım görüşlerimizi dile getirelim ve çok odalı olması kesinleşen yeni dönemde güç kaybını mümkün mertebe asgaride tutalım.Yani kısaca müdahil olalım,şimdiye kadar olmayanlar, bizden bir şey olmaz diyenler,yasal dayanağımız yok diyenler; buyurun yasal dayanak...Özellikle yaz döneminde çalışmalar yapabilirler. * * * * ARO başkanı Hasan Uysal'a da geçmiş olsun dileklerimi blog aracılığıyla yinelemek isterim. * * * * Bu arada Almanca Rehber kurultayının birinci yıl dönümü de geride kaldı...Geçen bir yılda yaşananları şimdi acı bir tebessüm ile hatırlayan herkese ve de emeği geçen herkese tekrar teşekkürler...

7 Nisan 2012 Cumartesi

Memleket Meseleleri

Turist rehberinden mesleğini icra ederken memleketini tüm gerçekleri ile tasvir etmesi mi beklenir; memleketinin erdemli değerlerini tasvir etmesi mi yoksa dışarıdan bakıldığı zaman görüneni mi anlatmalıdır? Rehberin görevlerinden biri de ülkesine karşı oluşmuş (yanlı/yansız) yargıları (veya önyargıları) düzeltmek/tadil etmek ve gerçeği iletmek midir? Ülkemizin gerçekleri ile turizmimizin gerçeği aynı mıdır? Yani ülkemizin dönüşümü mü gözlemlemeli ve aktarmalı , yoksa dışarıya yansımasını beklediğimiz ve arzu ettiğimiz batı standartlarına yaklaştıran Cumhuriyet erdemlerinden mi bahsedilmeli? Yoksa tüm eğitim sistemimizin salt bir İmam ve Hatip yetiştirme alanına dönüşmüş olması mı anlatılmalı? Çarpık kentleşmeyi yoksulların olanaksızlıklarından dolayı göz yumulduğundan mı; yoksa yoksulların da rantiye olduğu mu anlatılmalı? Deprem kuşağında bulunan güzel yurdumuzda tehlike arz eden yapıların yıkıldığı mı anlatılmalı yoksa “Kentsel Dönüşüm” adı altında yok edilen tarihi semtlerden ve yaşam tarzlarından mı bahsedilmeli? Geleneksel yardım severliğimiz aktarılırken günümüzün kayıtsızlığı(duyarsızlığı) konusunda da birkaç kelam etmeli mi? Toplumsal dayanışmamızı şevkle anlatırken toplumumuza hasıl olan müthiş yalnızlaşma ve yabancılaşma olgusu gizlenmeli mi? Ordunun demokrasi üzerindeki tahakkümünün sonlanmasını gururla mı anlatmalı yoksa Silivri’deki sahte delillerden utançla mı söz etmeli? Basın özgürlüğünden dem vurup içerdeki yüzlerce gazeteciyi unutmalı mı? Folklorik zenginliklerimizden mi dem vurmalı yoksa “poşu” taktığı için bir yıl tutuklu kalan öğrencilerden mi söz etmeli?...Ülkemizin farklılıklarının zenginliğimiz olduğunu gururla mı anlatmalı yoksa futbol maçlarında “..ayağa kalkmayan ermeni olsun..” sloganı ile yapılan kolektif ırkçılığın fotoğrafı mı çekilmeli?Övünülmesi gereken darbecilerin yargılanması süreci anlatılırken oğlunun cesedini bile bulamayan müdahil anneden söz edilebilir mi?Tüm dünyada azalan doğalgaz haberlerini mi paylaşmalı yoksa ülkemizde nerdeyse beşte bir oranında zamlanması mı iletilmeli?Toplumsal olarak sevgi-saygı-hürmet-çocuk sevgisi alışkanlıklarımız mı anlatılmalı; yoksa 13 yaşında 40-50 kişiye pazarlanan kızcağızın kendi rızasını tespit eden davayı mı anlatmalı?
Rehber meslektaşların hakları adına mücadelesi mi anlatılmalı; giderek rehber orjinli iş adamlarının, acentelerle anlaşarak meslektaşlarının yevmiyelerini yerlerde süründürdüğü hesapları mı (mesela 200 TL den 80-100 TL ye ) anlatmalı?Tarihimizde meydana gelmiş ve büyük fedakarlık ve dayanışma gerektiren olaylar anlatılırken; rehberlik haklarına ilişkin pek çok meslektaşlarımızın ne fedakarlık ne de dayanışma erdemlerinden nasip alamadıklarından mı söz etmeli?Cumhuriyetimizin kuruluşunda yoksul Anadolunun emperyalizme karşı başı kabak baldırı çıplak kahramanca mücadelesi mi; rehber meslektaşların birbirini satma konusundaki kahramanlığı mı anlatılmalı?
Tüm bu tablonun dışında kalıp etliye sütlüye karışmadan günü mü kurtarmalı? Ne dersiniz?...

21 Mart 2012 Çarşamba

En İyisi Uyumak

Uykudan uyandığımda kafamdan geçenleri şöyle sıralayabilirim;
Nerdeyim? Evdeyim,
Turda değil miyim? Hayır, otel odasına benzemiyor..şükür evimdeyim..
Transfer yok muydu? Allahtan; yapmış gecenin dördünde gelmiştim eve…
Oğlum evde miydi? Yo… okula gitmiş olmalıydı..bu saatte dersi başlamış olurdu…
Kaçıncı sınıftaydı? 6.sınıftaydı…
Sahi neydi şu 4+4+4 ? Takım dizilişi gibi ama bizim çocuk ikinci dördün içindeydi…
Kaçıncı sınıfta başlıyordu şu fıkıh, hafızlık dersleri? Sanırım ikinci dört yılda seçmeli olarak başlayacaktı…
Bu dersler zorunlu muydu? Hayır seçmeliydi…
Bu dersler hangi okullarda verilecekti? Tüm okullarda…
Bizim çocuk kindar mıydı dindar mı? Şükürler olsun hiçbiri…
Alternatif görüşler var mıydı? Elbette vardı..ama bölük pörçük…
Eğitim bilimsel temellerde mi verilmeliydi? Kesinlikle…
Eğitim çocukların ihtiyaçlarına göre mi yoksa,ideolojik bir araç olarak mı şekillenmeliydi?...üffffffff….
Bahar mı geliyordu? Evet sanırım Bahar Bayramı da gelmiş çatmıştı…
Bahar ve Bayram havası var mıydı?...Ne yazık ki hayır…bu aralar dikkat edilmeliydi….
Afganistan’da ülkemizin çıkarları mı vardı?...Sanmam…ama büyük ülkeyiz ya…
Benzin fiyatı 8 kuruş artmış mıydı? Sanırım litresi 2 avroyu bulmuştu…zaten satmıştım da arabayı…
Kalkmalı mıydım işler ne durumdaydı? Gerek yoktu İşler pek bi zayıftı….
Memleketin dış borcu 600 milyar dolar mı oluştu?....hmmmm….
Heslerin durumu ne olacaktı?....şeyy….
GDO’lu ürünlerle ilgili yönetmelik ne olmuştu?....bilmem…..
Pozantı cezaevi?....
Sivas davası?....
Basın özgürlüğü-tutuklu gazeteciler sorunu ne alemdeydi?....
AİHM Türkiye başvurularını askıya mı almıştı?....
ITB fuarında Türkiye standının durumu neydi?....
Meslek yasamızın durumu ne olmuştu?....
Yaz işlerine yönelik çalışmalar var mıydı?....
Dışarı çıkmalı mıydı bugün?....Sanırım dışarısı pek de tekin değildi en iyisi uyumaya devam…..

1 Mart 2012 Perşembe

Bişey Yapmalı...

Sanırım hepimizin ortak sorunudur şu “kayıtsızlık” meselesi.Hani aslında bir şeyler yapmaya meyilli de olsak ardından bizi teslim alan şu “hareketsizlik”.Küçüklükten beri içimize zerkedilmiş olan “aman çocuğum…dikkat et bak cebine bir şeyler koyarlar” gibi saf tenbihlerin veya “oğlum/kızım sana mı kaldı doğruyu söylemek…” tarzlı apolitikleştirme çabası ebeveynlerimizin veya “okulun bitsin ne yaparsan yap..” kolaycılığıyla da en sonunda “donuk”-“tepkisiz”-“kayıtsız”’lardan oluşan bir toplum haline geldik.(Kendini her şeyden soyutlamanın en güncel yolunu da bulmuş insanlarımız;kulaklık takmak.Dikkat edin tüm toplu taşıma araçlarında her yaştan insan telefonuna taktığı kulaklıkla kendini tamamen soyutlamaktadır.İsteyenler bu gözlemi kendileri de yapabilir.)Bir noktada da “nasıl olmasın” dediğinizi duyar gibiyim.O kadar darbelerden, tutuklamalardan, yargılamalardan, mapusluklardan,hasretliklerden ve soruşturmalardan elbette etkilenecektir toplum.Yılgınlaşacaktır. Korku artık toplumumuzun her alanında hissettirecektir kendini. Her yaş grubunda her toplumsal sınıfta her iş dalında. Canımız artık hiçbir şeyi eleştirmeyi-değiştirmeyi-dönüştürmeyi istemiyor; istese de mecalimiz yok.Evde-okulda-sokakta-dolmuşta-iş yerinde-trafikte-politikada-sanatta-basında-ilişkilerde gördüğümüz ve acilen değişmesi gereken tüm olumsuzlukları görmezden gelen; tavır alması gerekirken almayan “donuk” insanlar olduk çıktık.Bu durumda şüphesiz toplumsal tepkilerimizi bu denli arızaya uğratan kimi kalıptan da söz etmek gerekiyor sanırım.Şu kadercilikten mahsul “ her şey olacağına varır nasılsa bir şeyler yapılamaz..”veya “tamam olumsuzluklar var ama mühim olan can sağlığı..”gibi ; hani “en azından yaşıyoruz abi” tarzı kendini avutma tarzıyla veya “her günümüze şükür bunları bulamayanlar var..” tevazusuyla avunan insanlar.Bu tepkisiz-kayıtsız insanların başına gelebilecek her şey ve herkes de bu durumun farkında. Hele bir de kimileri var ki bu enerjisi bitmiş insanlara insanlık dışı davranmalarına karşın hiçbir tepkiyle karşılaşmıyorlar. Bu durum çok üzücü bir hal aldı. Normal koşullarda tokadını esirgemeyeceğin tipler nelere cesaret edebiliyorlar bir bilseniz…İnsanların olumsuzluklarda tepkilerini ortaya koyabilecekleri toplumlarda vatandaşın vatandaşı veya insanın insanı denetlemesi gibi resmi bir vasfı olmayan “sivil denetim/dayanışma” diye de bir kurum vardır.Mesela trafikte magandalığın kollukça cezalandırılacağını bilenler; vatandaşa da çıkışamaz çünkü vatandaş(ların) anında haklı etrafında toplanacağını bilirler.Memleketteki magandalar ise yılmış-bitmişlerin üstlerine gitmek bir yana onları mümkünse madara etme yolunu tercih ederler.Çünkü bilirler ki dayanışma ruhu yoktur.Bilirler ki trafikte birileri kavga etse kimseler dönüp bakmaz kimseler müdahale etmez; aksine daha hızlı bir şekilde olay yerinden uzaklaşmanın yolunu ararlar ve oturdukları arabalarının içinde hiç rahatsız olmadan bir de ahkam keserler.Ama camı açıp iki kelam etmezler.Etmeyeceğinizi bilenleri daha da cesaretlendiren de tam olarak bu gerçekliktir. Evet bu “aymazlık” bize-hepimize bizlere dayatılanı kabul etmekten başka yol bırakmıyor. Buna karşı çıkmanın yolu ise hepimizin karşılaştıkları durumlara kayıtsız kalmayarak sesimizi çıkarmamız yolundan geçiyor. Bu sokakta karşılaşılanlardan politikaya,iş hayatından sanata,spordan siyasete tüm alanlarda ve birlikte yapılmalıdır.Zira tek tek yapılandan dayanışma oluşmaz.Yapılacaksa hemen başlanmalı herkes işin ucundan tutmalıdır.Yani bişeyler yapılmalı…

Derin uykudaydım sesine
Uyandım ter içinde kaldım
Uyku tutmadı

Yolun ortasında henüz
Onaltısında vuruyorlar oysa
Bişey yapmadı

Sanki onlar hancı halkına
Yabancı biz ise kiracıyız da
Evden atmalı

Birisi oy peşinde öteki rant
İşinde kıyamet değilse bile
Bişey kopmalı

Bişey yapmalı
Hey bişey yapmalı
Hey bişey yapmalı
Hey

Herkesin fikrince farkımız
Çok ince yutmaya gelince
Demir lokmayı

Hileli terazi han hamam
Arazi konuşanı aşi deyip içeri
Tıkmalı

Faili meçhuller çöple
Beslenenler çalıp duran ziller
Uyandırmalı

Moğollar



20 Şubat 2012 Pazartesi

21 Şubat Dünya Rehberler Günü

Tüm rehber meslektaşlarım için;
Hani ne demişti Cahit Sıtkı üstat “… Memleket isterim Gök mavi, dal yeşil, tarla sarı olsun..”
tıpkı onun gibi 2012 yılının Dünya Rehberler gününde ben de meslektaşlarım için şunları isterim;

- Planlı kentleşme,
- Yağmurlarda çalışan kanalizasyon,
- Trafik sorununa çözüm,
- Park ve yürüyüş ihtiyacına cevap,
- Evsizlere ev,
- İşsizlere iş,
- Yalnızlara Eş,
- Bekarlara kısmet,
- Hayvanlara barınak,
- Hastalara hastane,
- Eğitimsizlere okul,
- Sokak çocuklarına yuva,
- Tinercilere terapi,
- İnançlara saygı,
- Fikirlere hoşgörü,
- Turizmde patlama,
- Otellerde doluluk,
- Otellerde rehbere ve kaptana oda,
- Otobüste konfor,
- Lastiklerinde profil,
- Çalışan mikrofon,
- Deneyimli ve güler yüzlü kaptan,
- Tur ve turist sayılarında coşma,
- Keyifli turist sayısında abarma,
- Güzel turist sayısında tavan,
- Meraklı ve coşkulu turist sayısında katlanma,
- Eğitimli ve paralı turistlerde artma,
- Alış-veriş yapan turistlerde ivme,
- Cömert turist sayısında rekor,
- Önyargısız turist sayısında şahlanma,
- Bahşişlerde kopma,
- Her şey- dahilde azalma,
- Duyarlı ve sorumlu vekiller,
- Rehber isteklerine kulak veren komisyon üyeleri,
- Meslekte yasa,
- Yasalara saygı,
- Adil rekabet,
- Paylaşımda adalet,
- Rehberlerde kendini geliştirme,
- Meslektaşlarda birbirine güven-dayanışma,
- Genç rehberlere özgüven,
- Rehber ailelerine daha fazla zaman ayırma,
- Çocuklara ilgi,
- Yaşlılara hürmet,
- Meslek örgütlerinde şeffaflık ve hakkaniyet,
- Muhalefette düzey,
- Seçilmiş meşru yönetimlere saygı,
- Yaşlı rehberlere rahat bir emeklilik,
- Acentelerde daha az bürokrasi,
- Yevmiyelere zam,
- Turistik hizmetlerde kalite,
- Camilerde “Rehber”,
- Ören yerinde “Rehber”,
- Milli parklarda “Rehber”,
- Meslekte sosyal güvenlik,
- Kazançta vergilenme,
- Herkese Sağlık,Sağlık ve Sağlık diliyorum….

Tüm meslektaşlarımın 21 Şubat Dünya Rehberler Günü kutlu olsun….

16 Şubat 2012 Perşembe

Rehberlik Mesleğinde “Mesleki Bilginin Devamlılığı Sorunsalı” veya “Günü Kurtarma Geleneği”

Bu yazımda rehberlik mesleğinin karşı karşıya olduğu zorluklarının bir kısmına ilişkin tespit ve eleştirilerimi sıralamak istedim.
Tarihe, arkeolojiye, mitolojiye, geleneklere tanık rehber aynı zamanda gününe de tanıklık eder (edebilir) mi? Etmeli midir? Hangi araç ve yöntemi kullanmalıdır ? Ülkenin objektif olarak tanıtımının rehberlik mesleğine ve ülkemize faydası var mıdır? Ülkenin tüm gerçeklerini tüm çıplaklığıyla ifadesinin meslektaşlarımızın işine ve kazancına etkisi var mıdır?
Uludere olayı, KCK-Ergenekon-Kafes-Balyoz-Sarıkız soruşturmaları, Soykırım oylaması, MİT yasası,Şike soruşturması, Cari Açık,İşsizlik,Hopa Olayları,12 Eylül yargılamaları ve nihayet Başbuğ’un tutuklanması…Aylardır gündemimizde bulunan konuları takip eden sadece ulusal basın kuruluşları olmayıp ; uluslararası basın da tüm olayları ayrıntılı olarak yurtdışından irdelemektedir.Ülkemize gelen okumuş-yazmış (Bu kitlenin sayısal olarak çok az olduğu gerçeğini de vurgulamak isterim ) turistlere laf yetiştirmeye zamanı-isteği olmayan rehber meslektaşların tarafsızca tüm ülkenin gündemini takip etme zorunluluğu mutlaktır; bu tartışma götürmez.
Ülkemizin geniş coğrafyasına sığmış tüm kültürel birikimlerin kadim izleyicisi ve anlatıcısı olan rehberlik mesleğini icra eden meslektaşlarımızın günümüz Türkiye’sini nerden gördüklerini hep merak etmişimdir. Yılın büyük bir bölümünü turistlerle geçiren meslektaşların ancak kendi memleketlerine gittiklerinde; ülkeyi ancak orada bulunup turizmle iştigal etmeyen insanlarla (akraba-eş-dost vs.) yani “yerlilerle” buluşması sonucu farklı bir bakış açısı bulup; ülkenin gerçek gündemiyle yüzleşmesi turist rehberlerinin ülkelerinin gerçek gündeminden soyut-yabancılaşmış bir yaşam sürdürdüğünü kanıtlar. Gerek çalışma koşullarının gerekse yaşam standartlarıyla ülkemizle örtüşmeyen rehber meslektaşların sokağın gündemiyle ancak “gezi esnasında- şehir turu dolaysıyla” muhataplığı sonucunda sürekli şaşırarak gelişme gösteren “yeni “ durumlarla da ancak gezdirdiği turist gruplarıyla tanık olabilmektedir. Meslektaşlarımız ülkemizin genel gidişatını objektif olarak gözlemleme yetisini biraz da turizmimizin genel gerçeklikten kopmuş olması dolaysıyla da gerçekleştiremediğini de açık yüreklilikle söyleyebilirim. Zira ülkemizde pazarlanan mal ve hizmetlerin çeşitli sebeplerden dolayı gerçek-reel-ideal düzeyde olmamasından dolayı pazarlama araçlarının ; buna rehber faktörü de dahil; gerçeklikle ilgisinin az olması kaçınılmazdır.Ayrıca sıkça karşılaştığımız “Deniz-Kumsal-Güneş” konseptli turistlerin pek de memleket meseleleriyle ilgilenmedikleri gerçeğini de göz ardı etmeden veya okumuş-yazmış turistin de alışverişe konsantre edilmesinin önemli sayılmasından dolayı memleket meselelerinden uzak durulması da salık verilmektedir.Bu gerçeklikten kopuş anlamını da taşıyan önemli durumun sonucunda ise farazi bir memlekette veya “ sanal” bir ülkede yaşandığını sanan meslektaşlarımız da vardır. Gerçeklikle ilginin azalması sonucu muhakeme yetisi de sendeleyen meslektaşlarımızın ; meslek veya sektör dışında herhangi bir uğraş edinme veya iş kurma durumuyla yüz yüze gelince başarılı olamamalarının bir sebebi de bu olmalı…Evet memleketlerini “Edirne’den Ardahan’a” dek tanıyan,ören yeri –müze demeden her yıl binlerce kilometre tepen; ancak ülkesinin hem ekonomik hem sosyal gelişimlerine yabancı kalınabilen bir meslek dalıdır aslında Turist rehberliği…Nazım’ın dediği gibi:..”hani şu derya içre olup deryayı bilmiyen balıktan da tuhaf. “Sanırım bu eleştirinin önüne geçmenin tek yolu biraz daha sırça köşklerden ayrılıp “halka” karışma, sokakta-pazarda insanların duygu ve hislerine kulak kabartma ve insanlarla bol bol konuşma olduğunu görmek gerekir.
Son yıllarda sosyal medyanın gelişmesiyle biraz daha politikleşen meslektaşların içeriği ve kaynağı belli olmayan paylaşımları da kalıp olarak paylaşıp; o konuda “sanal alemde” fikir ortaya koymaları da ilginç olmuştur. Kimi “özlü söz” sitelerinden hoşa giden vecizeleri paylaşan arkadaşlarımızın vecizelerin sahiplerini araştırmadan kullanmaları da yine süregelen yüzeyselliğin bir sonucudur. İnternet araçlarını ve kaynağını araştırmadan “tüketici “olarak paylaşılan her şeyi doğru kabul etmek de doğru bir yaklaşım olmayacaktır. Yine kaynağı belli olmayan dayatma-tehdit veya ötekileştirici paylaşımların kime veya hangi çevrelere hizmet ettiği belli değildir.
Tüm bunları aşmanın yegane yolunun ancak meslek kuruluşlarının temel bilgileri tekrar ve ilginç bir şekilde söyleşiler, konferanslar, sunumlar veya meslek içi eğitim araçlarını kullanarak (ki burada konusunda uzmanlığın yanında hitabeti güçlü ve dikkatleri toplayabilecek konukların kullanımı da çok önemlidir) meslektaşlarımıza aktarma yolunun çok önemli olduğu düşüncesindeyim. Donanımını yıllar içinde kaybeden veya bilgi birikiminin gerilediğinden şikayet eden onlarca meslektaşımıza tanıklık ettim. Rehber meslektaşların şikayetlerinden birinin de gelen turist yığınlarının ne yazık ki istenilen düzeyde (hem gelir ve hem de eğitim düzeyi itibariyle) olmayan insanlar olmaları hasebiyle bilgi dağarcığının yıllar öncesi edinilen temel bilgileri dahi aşındırdığı şikayetidir.Bu sebepten ötürü bildiğini varsaydığımız tüm bilgileri üşenmeden tekrarlamak ve aşınmaya başlayan köşeleri tespit etmekte ;mesleğimiz açısından büyük fayda görüyorum.
Her ne kadar yoğun iş temposu ve kazanç elde etme gayreti rehber meslektaşlarımızı çok yorsa da, mesleğe kendi içinden bir devinim kazandırmak meslek örgütlerimizin temel amaçlarından olmalıdır. Maksat sadece günü kurtarma olmamalıdır.Herkese selamlar…

4 Ocak 2012 Çarşamba

Ankara Ankara Güzel Ankara...

Rehberlik mesleğinin saygınlığı-özlük hakları derken yeni yılda yepyeni sorunlarımız oluştu .Bu satırları kaleme alırken Rehber Odaları ile dernekleri Ankara’da mesleğimizin geleceğine hasıl olmuş yeni sorunları görüşmek üzere toplantı ve istişare halindeler.Meslek yasamızın “rehbere rağmen “ ve rehberlik uğraşısının mesleğe ve mesleki birliklere ihtiyaç duyacağı yerde paramparça hale getiren “yeni” yasa tasarımız önümüzde büyük bir sorun gibi dururken; hükümetin önce ülkemizin bir “gerçeği(!)” olan “Melelerin” eğitim alanında istihdam edileceğini açıklaması, ardından da dinimizin gerektiği şekilde anlatılamaması sebebinde dolayı “ cami rehberliği” adı verilen yeni kadroların ihdas edildiği ve 250 kişilik bir kontenjanın açıldığı duyuruldu.(Gerçi bugün de 28 Şubat “zulmünün (!)“ eseri olarak adlandırılan 8 yıllık kesintisiz eğitimin kesintili olarak 13 yıla çıktığı ve İmam hatiplerin orta okul kısımlarının yeniden açılacağı duyurusu geçti ajanslardan.)Tabii ki ülkemizin din adamı eksikliği gün ışığı gibi ortadayken (!) faal bulunan 7000 Profesyonel turist rehberinin de din bilgilerinin sınırlı olması dinimizin yanlış ifade edilmesi sonucunu doğurdu(!).Ancak benim de merak ettiğim ülkemizde sadece İslami eserler ziyaret edilmiyor (işimize gelince hemen Anadolunun tüm dinlere-kültürler beşik olmasından dem vururuz); sadece camilerin ziyareti yapılsa anlaşılır ancak Sinagogların doğru tanıtımı, Kiliselerin doğru tanıtımı,Sünni olmayan Müslüman ibadethanelerinin tanıtımı veya doğru tanıtımı da amaç olmamalı mıdır devletimizin? Dolaysıyla 250 “cami rehberi” doğru tanıtım hedefinin ne kadarını karşılar? Olması gereken rehber mesleğinin meşru ve yasal temsilcileriyle yapılacak eğitim işbirliği ile çözülemez mi? Rehberlik mesleğinin genel unsurları bulunan sanat tarihinin,mimarinin, arkeolojinin,mitolojinin de günün birinde adı geçen alanlarındaki uzmanların “efendim doğru anlatılmıyor” gerekçesi ile itirazı durumunda her örenyerinin kapısında 10’ar kişilik (mimar,sanat tarihçi, arkeolog vs). heyetlerle gezdirilebileceği durumunu düşünmek bile insanı güldürüyor.Yani sevgili meslektaşlar mesleğimizin standartını ve eğitim seviyesini artırma yerine yerine yeni kadroların oluşturulmasını kabul etmek istemiyorum.Velhasıl sevgili meslektaşlarım önceliğimiz tabii ki mesleğimizin çeşitli sebeplerle başkaca kadrolara kaptırdığımız/kaptıracağımız tasarruflarla etkin bir kamuoyu oluşturarak ve haklılığımızı meşru ve yasal platformda dile getirmek ;ayrıca tüm demokratik enstrümanlarla hakkımızı aramak olmalıdır.
Bunu yapmazsak veya yapamazsak nitelikli birer transfer elemanına giden mesleğimizin gelecek kuşaklara bırakılması ancak ve ancak bir hayal kalacaktır. Bu konuda herhangi bir şüpheniz olmasın… Bugüne kadar herkes kendi işini ilgilendirmediğinden dem vuruyordu, ancak artık mesleğin topyekün olarak büyük bir tehdite maruz kaldığı su götürmez bir gerçektir .Artık kimseler kendi çıkarını mesleğin genel ve yaşamsal önemdeki genel çıkarlarının önüne koyamaz.Evet deniz bitti…
Yasamızın bu haliyle geçmesi durumunda da irili ufaklı birçok odanın oluşacağı ve mesleki birliğin ;mesleki güç birliğinden çıkıp marjinal ve etkisiz birer “kulüp” haline gelecek olmasını hesaba katacak olursak, önümüzdeki süreçte tüm meslektaşlarla Ankara yollarını arşınlamamızın gereğini şimdiden belirtmek isterim.Odalarımızın ve derneklerimizin Ankara’dan iyi haberlerle dönmesini diliyorum; katılımcılığın-çoğulculuğun-akılcığın ve müzakere yönteminin ve galip gelmesini tüm kalbimle arzuluyorum.Yoksa bilindik güzel bir şarkıyla başkentte boy göstermemiz gerekecek.
Ankara, Ankara güzel Ankara,
Seni görmek ister her bahtı kara.
Senden yardım umar her düşen dara
Yetersin onlara güzel Ankara...

Bu Bir Veda Yazısıdır

 Rehber örgütlenmesi süreçlerinde yıllarını geçirmiş bir meslektaşınız olarak mesleki konulardaki son yazımı kaleme almaya karar verdim. ...