Cem Karaca'nın 1975 yılında
dönemin siyasi iklimine uygun olarak kaleme aldığı ünlü
"Tamirci
Çırağı" isimli
şarkısındaki çırağın fiyakalı-zengin-güzel kız hayalleri
ile sınıf atlama isteğini; şarkı sonundaki ünlü "işçisin
sen işçi kal" dizesi ile sonlandırdığı işçinin durumunu
düşündüm.
Her ne kadar "yahu neden
işçi kalsın bırak genel
müdür olsun adamcağız" demenizi duyar gibiyim.
Bazılarının ise bu başlığın
mesleğimizle ilgisi nedir sorusunu sorduğunu da işittim gibi...
İşçi olmayı düşük bir sosyal
statü olarak algılayacak bir sosyal ortamda, konuyu sınıfsal
temelde irdelemek gerekiyor."İşçi" kavramında
kastedilen kol veya zihin emeği ile hayatlarını kazanan kişilerin
mensubu oldukları sosyal sınıfın bilincini taşımalarıdır."Sınıf
atlama" mefhumu 12 Eylül sonrasında tüm
topluma dayatılan
"bireysel" kurtuluş yolu olarak
sunulmuştur. Oysa 70'li
yıllarda ancak sınıfına kenetlenerek, örgütlenerek veya
dayanışarak elde edilebilecek kazanımı
"kollektif"
kurtuluş yolu olarak
tanımlayabiliriz. Nitekim
yıllar geçse de sınıf bilincinin korunması olgusu ve buna bağlı
olarak sınıf çıkarlarının kollektif olarak geliştirilmesi ve
örgütlenmesinin gereği hiç değişmemiştir.Yani mesleğinin
çıkarlarının korunması ancak ve ancak meslektaşlarla dayanışma
içinde mümkün olabilmektedir.
Cem karaca şarkısında "zengin
kız" hayali kuran işçiyi; rehberlik mesleğinde sağlam
konumlu acenteci arkadaş edinme, "hanutu" yüksek işler
ve hayyaller peşinden koşma, "back-to-back" tur kapma
durumlarına benzetebiliriz.Yani kısa vadede büyük meblağları
kazanma isteğinin tezahürü bir anlamda.Kısa vadede icra edilen
faaliyetlerin orta ve uzun vadede işin öz niteliğine zarar verip
vermediğine, mesleki hakların önem arz edip etmediğine, kişisel
kurtuluşun kollektif kurtuluşa göre daha önemli olup olmadığının
değerlendirilmesi olmadığı gibi; sorgulama dahi yapılmaz.
Bilinmez
ki kurtuluşu birilerinin meslek hakları için koşturmasını
beklemekten ziyade; hepimiz haklarımız adına ilkeli ve sağlam ve bir arada ( dayanışma içinde) durursak hiç kimselere "yakın olmanın", "onlara
yaranmanın", "süklüm-büklüm
olmanın" gereği kalmayacaktır. Hepimize
dayatılan "minimum maliyet-maksimum karlılık"
girdapından en az düzeyde etkilenecek bir meslek grubu olmak
hepimizin elinde....
Düşük maliyet adına düşük hizmet satın alınması sonucu
hayatlarımızın sürekli tehlikeye atıldığını hepimiz biliyoruz.Buna bağlı olarak;
*Az mazot yakan araçların tercih edilmesi,
*Az veya hiç maaş almayan kaptanların tercih edilmesi,
*Az maliyetli otel ve restoranların tercih edilmesi,
*Az maliyetli operasyonların tercih edilmesi,
*Az maliyetli ören yeri ve müzelerin tercih edilmesi tesadüf mü?
Hepsi ama hepsi çok ama pek çok ve daha çok ve en çok kar elde
etmek için yapılmıyor mu?
Bu denklemde kendi mesleğimizin durduğu veya duracağı yeri
belirlemek için birbirimizden başka kimselere güvenmememiz
gerektiği görülmedi(müyor mu) mi?
Ölen, sakat kalan, hastalanan, kalp krizi geçiren, sigorta
güvencesi olmayan, mağdur olan, gözü yaşlı eş ve çocukları
kalan, yaşlılıkla-işsizlikle boğuşan meslektaşlarımızı
düşünelim...Yıllardır dayanışma içinde olsa idik en azından
bazılarının yaralarına merhem olamaz mıydık?
"Çalışma koşullarını piyasa belirler" cümlesini bize
ezberletenlere verilecek cevabımız ancak birbirimiz kollamakla
tersine çevrilir.Birbirimizin kuyusunu kazarak, ipini çekerek,
işini-aşını çalarak ve "fiyat kırarak" ancak yukarıda
sözü edilen "az maliyet" isteyenlere faydamız olur.
Mesleğimizi (yapılan tüm saldırılara rağmen) tüm
meslektaşlarımız adına kabul edilebilir ve saygın bir noktaya
taşımanın temel yolu rehber kalmak olacaktır.(Acenteci da olsan)
Birazcık güvensek birbirimize,
biraz yanımızda-arkamızda-önümüzde ama dayanışarak
durabilsek...
Yani rehber kalarak....
Not1: 1618 sayılı yasada yapılması tasarlanan değişiklikleri
gerek elektronik post göndererek gerekse de ıslak imzalı olarak
protesto eden tüm meslektaşlarımızı sevgiyle selamlarım...Tüm
eş-dost-akrabayı da kampanyalara müdahil edelim...
Not2:Tüm rehber kalmış acenteci dostlarımızı tenzih ediyorum...