12 Mayıs 2014 Pazartesi

Denetmene Saygı Mesleğe Saygıdır

Değerli Meslektaşlarım,


Bildiğinizi varsaydığım konuları geçmek isterdim; ancak denetim mekanizmasının algısı konusunda edindiğim izlenim aslında pek de bilgi sahibi olunmadığı yönünde oldu.Şöyle ki yasamızın yürürlüğe girmesinin akabinde oda yöneticileri yetkileri çevresindeki meslektaşlara bilgilendirme toplantıları ya da yazılı-görsel ilan-afişlerle;gerek mail gruplarında gerekse de sosyal medya aracılığıyla duyurular yaptı ve herkesin bilgilendiği varsayımı üzerinde yasanın doğal gereği olarak denetim faaliyetlerini "bilinçli" meslektaşları da kapsayacak şekilde devam etti;hatta artırarak devam etti.
Denetim süreci tabii ki meşakkatli bir işti, hem denetleyenin hem de denetlenenin sorumlulukları vardı; her şeyden önce yasa-yönetmelik ve uygulama esasları çerçevesinde yürümeliydi her şey. Yani meslektaşlarımızın geçerli çalışma kartının varlığı ve gözle görülür şekilde taşınıp taşınmadığından başlayarak, rehber-acente sözleşmesinde taraflarına ilişkin bilgilerin, sözleşmenin konusunun, tarafların hak ve yükümlülüklerinin, ücret, süre, turist rehberinin ruhsatname ve çalışma kartı numaralarının, tur programı ile tarih ve imzaların bulunması zorunluydu ve bunun incelenmesi gerekiyordu.
İncelemeyi de odalarımızın istihdam ettiği personel veya tamamen gönüllülük çerçevesindeki mesleğe aşık meslektaşlar yapmaktaydı. Kendileri grupları rahatsız etmeden ve turu aksatmadan, meslektaşlara medeni insanlar düzeyinde yaklaşarak sorularını yöneltecek ve denetleme çok kısa bir süre gerektirecekti. Denetlenen meslektaşlarımız yasanın gerektirdiği tüm sorumlulukları çerçevesinde çalışma kartını ve sözleşmesini süratle gösterecek; denetmen arkadaşlara yardımcı olacaktı. Ne de olsa mesleğimizin en büyük tehdidi bulunan "kaçak rehberlik" kurumunu da arkadaşlar denetliyor ve her gün küfrü-tehdidi ve saldırıları mesleğimiz adına göğüslüyorlardı. Kaçak olarak ifa edilen ve yasa ile korunan bir mesleği icra edenlerin polise-zabıtaya veya bakanlık görevlilerine hatta Türsab yetkililerine aldırmadan denetmen arkadaşlara saldırabildiği (odun-sopa- satır-pala-ayakkabı-kaba dayakla hatta sürekli olarak "kafana sıkayım mı?" gibi sorulara muhattap olarak) güzide bir ülkede yaşadığımızın bilincindeki meslektaşlarımız; "empati" kurarak ve şükran içinde işleri kolaylaştırmanın peşinde olmalıydı. (Kim bilir kaç paraya yapılıyordu bu işler? Ya da bu paralara bu kabil tehlikeli işler yapılabilinir miydi?) Turist gruplarının neden denetime tabii olunduğu yönündeki sorularına muhattap olan rehber meslektaş da; bunun"rutin" bir kontrol olduğunu izah ederek grubuna "gururla" hak ettiği çalışma kartını göstererek yetkin ve uzman vs. gibi meziyetleri olduğundan dem vurup bu durumu fırsata çevirebilecekti. Tabii ki Türkiye'mizin bir hukuk devleti olduğunu, hatta rehberlerin örgütlü ve yasa ile düzenlenen bir meslek grubu olduğu ve haklarımızın korunması için denetlemelere ihtiyacımıza da atıfta bulunabilirlerdi.

Evet...böyle olmalıydı... İş arzının artması kaçak rehberliğin önlenmesi ile mümkün olabilirdi.Yetkisiz kişiler ülke imajını da yerle bir ediyordu. Ülke tanıtımını ancak ehil kişiler yapmalıydı. Denetmen kardeşlerimiz mütevazı paralara bu ulvi görevin peşindeydiler. Onların işlerini kolaylamak ise tüm sorumlu meslektaştan beklenirdi. Rehber halden anlardı... Sıkıntıyı bilirdi....Kendi meslek yaşamında tecrübesi gereği; güler yüz ve sabrın gerekliliğini ondan iyi bilen olamazdı...

Ancak durumun tam da böyle cereyan etmediği kısa sürede açığa çıktı. Denetlenmeyi bir yük; bir külfet veya gereksiz bulduğunu söyleyen mi dersiniz, otobüsteki koltuğunda oturup belgelerini otobüsteki yerinden denetmene sallayarak ( meslek adına denetimlere kolluk veya bakanlık veya Türsab yetkilileri de iştirak ediyor.... meslektaşın meslek denetimine saygısı....utanç verici) kontrolünü talep eden mi dersiniz;

denetmen arkadaşlarımızın "ne hakla" veya "hangi yetkiyle" veya "kaçaklara bakın" veya "şuraya-buraya-oraya niye gitmiyorsunuz?" veya "yine mi ben?" veya "ben sizin odanın üyesi değilim (!!!)" diyen mi ararsınız; insanın inanası gelmiyor. Motivasyonu düşen, canı sıkılan ve her şeyden önemlisi senin hakların için uğraşan bu insanlarımızın maruz kaldığı muameleye layık olduklarını ( onlara saygıdeğer birer birey olarak davranan meslektaşlarımızı tenzii ederek) düşünmüyorum. Kaldı ki onların da meslektaşlardan tek istekleri "saygı". Onlara siper olmamanızı, saldırganlara karşı koymanızı veya kaçakların peşinden koşmalarını asla istemiyorlar. (aslında pek de fena olmaz ama..:))

10-11 Tureb Ankara Denetleme Çalıştayı sonrası bu yazıyı kaleme almaya karar verdim. Denetimler aralıksız sürecek; etkisi, caydırıcılığı ve mesleki geri dönüşümleri sabırla yukarılara taşıma adına ülkenin dört bir yanında söz konusu arkadaşlara yine karşılaşacağız. Zor bir işi gerçekleştirenlerin hakkettiği asgari saygıdan mahrum etmeyeceğiz. Ben inanıyorum...Ya siz??


Not:Rehberlere, kaçak rehberlik yapanlara ve acentelere kesilen para cezalarının tutarlarının ve ceza türü ve adetlerinin pek kısa zamanda istatistik olarak açıklandığında; tutarların ve ceza işlemlerinin çokluğu karşısında pek çok meslektaşın denetimlere bakış açısının değişeceğine kalpten inanıyorum...

9 Mart 2014 Pazar

Rehberlerin Kapitalizmle İmtihanı

İçinde bulunduğum rehber camiasının maruz kaldığı haksızlıklar-eşitsizlikler-dayatmalar ve adaletsizlikler hakkında yazılar yazarken ve de meslektaşlarım adına üzülürken; durumumuzun bu denli kötü olabileceğini hiç ama hiiiç düşünmemiştim.Tam olarak da nereden başlamam gerektiğini inanın bilemiyorum zira rehber meslektaşların durumları hiç de hoş değil!!!!! Antalya bölgesinde oluşmuş olan Rehber-Acenta ilişkisi tam bir felaket durumunu almıştır. Şöyle ki artık acenteler rehberlerle sözleşme yapmaktadırlar.Ancak sözleşmede aktedilen ücret ödenmemektedir.Neyse bu durum kabul edilemez olmakla beraber “anlaşılabilir” bir durumdur. Ancak sözleşme bedelini ödemeyen acente aynı zamanda sözleşme gereği ortaya çıkaran stopajı da aynı meslektaşlardan hem de “peşin” olarak kasasına koymaktadır!!!!! Yani yasal olarak baktığımızda rehberin hem ücreti hem de stopajı yatırılmakta ve acente tüm yükümlülüklerini yerine getirmektedir. Benim meslektaşım ise hem haftalık veya günlük ücretini almadığı gibi bir de üstüne acentenin ödemesi gereken stopaj kalemini de üstlenmektedir. Bravo....Kim akıl etmiş ve de kimler icat etmişse gerçekten tebrik etmek lazım.Bir de yıl sonunda stopajların şirketlerin vergi matrahından da düşülecek olması hesaba katılırsa gerçekten büyük bir muhasebe ve finans zaferi elde edilmiştir. (Ayrıca rehberlere aslı astarı olmayan hizmetlerin de faturasının kesildiği; kimi acentenin insanlarla dalga geçercesine ve yasalara rağmen suç niteliğinde fatura işlerine dahi başvurduğuna şahitlik de ettik).Peki; meslektaşlarımız tüm bu akıl almaz düzenin neden bir parçası olmuşlardır acaba diye düşünelim mi? Düşünelim... 1) Meslektaşlarımız aylarca işlerinin olmamasından dolayı halihazırda olan işlere çalışmak zorundadırlar, 2)Meslektaşlarımızın bakmakla mükellef oldukları aileleri ve çocukları; ayrıca tonla borcu harcı-kredi kartı-taksit ödemeleri vardır, 3)Meslektaşlarımız bu işlere çalışmazlar ise yerine başka meslektaşlar çalışacaklardır, 4)Meslektaşlarımız işverenlerle inatlaşırlarsa bir daha zor iş alacaklardır. 5)Meslek yasamızın yürürlüğe girene kadar kendilerine çok farklı misyonlar yüklemiş olan pek çok saygıdeğer meslektaşımız; yasanın uygulanması noktasında acentelerin kendilerine karşı takındıkları bu tavırları görünce kendilerinin de aslında bir turizm emekçisi olduklarını ve tüm diğer emekçilere olduğu gibi haklarının gasba uğrayacaklarının nihayet farkına varmışlardır. Mesleki formasyonlarına verdikleri ulvi manalar ortadan kalkmış, mücadelenin gerekliliği ortaya çıkmıştır.Lisanlar konuşan, kültürlere-tarihe-mimariye aşina meslek grubu tıpkı sıradan bir meslek grubuymuşçasına muameleye tabii tutulunca ve karşısında sermaye sahibi işverenleri onların yasadan doğan haklarını türlü metodla ortadan kaldırmaya başlayınca durduğu gerçek yeri idrak etmeye başlamıştır. Bunların hepsinin toplamında da şu sonuçlar çıkmaktadır. Yıl sonunda bir de maliye-Allah korusun- bir de rehber sözleşmelerinden veye alınan toplam tur adedinden yola çıkarak defter tutulmasını veya vergi mükellefiyeti gibi bir yeni durum ortaya çıkarırsa; yine kazığı sevgili meslektaşım yiyecektir. Kenetlenecek kendimizden başka bir şeyi olmayan ve dayanışma güdüsünü toptan kaybetmiş değerli meslektaşlarımız için bu yaşanan-fiili durum sürdürülebilir DEĞİLDİR!!!!!!!!! Yıllardır “hanutu” ücrete tercih eden anlayışın iflas ettiği gün gibi aşikardır.”Hanut” yalanı ile kandırılan ve asla yaptığı işe ücret verilmesinin bir zorunluluk olduğunu unutan tüm rehber meslektaşların tüm acentelere açıkça bu durumu anlatmaları gerekmektedir. Kendilerinin yerine meslek odalarını ve birliği sürenlerin öncelikle oda ve birliğin kararlarına kayıtsız-şartsız katılım göstermelerinin günü gelmiştir.Hiç kimse “benim adım çıkar” deme lüksüne sahip değildir.Bu durumdan korkan meslektaşların hem yasaya hem de rehber örgütlerine derinden derine ve giderek yükselen bir tonla sitemlerinin sebebi de budur.Artık deniz bitmiştir. Yasalarca güvence altına alınmış bulunan hakların muhafazası ve ilerletilmesi ancak ve ancak o hakkın sahibinin hakkına sahip çıkmasıyla mümkündür.Her kim olursa olsun rehberlik meslek etiğine aykırı çalışan herkes yaptıklarının hesabını verecektir. Artık mücadelenin diğer tüm emekçi kesimler gibi eşitlikçi-mücadeleci ve dayanışmacı bir temelden yapılması gerçeği ile yüzleşmiş bulunuyoruz.Seçkincilik mesleğimize hiç bir şey kazandırmamıştır ve kazandıramayacaktır.... “Lanet olsun kurtarıcı bekleyenlere” Bethold Brecht

4 Ocak 2014 Cumartesi

6326 Ne Getirdi Ne Götürdü

6326 sayılı yasanın meclisten geçerek kanunlaşması, ardından yönetmeliğinin çıkarılması ve de rehber mesleğinin “resmen” meslek haline gelişinin ardından rehber kamuoyunda büyük beklentilerin karşılanamaması çeşitli alanlarda kendisini göstermektedir. Yasanın getirdikleri ile götürdükleri kısmen yüksek sesle kısmen de gizli-saklı kimi çevrelerde tartışılmaya başlandı.Tüm tartışmalarda kısmen bilerek; kısmen de bilmeyerek tüm odalar ve birlik suçlamalara maruz kaldı.Efendim”denetlemelerden hiç sonuç alınmayacaksa neden çıktı bu yasa?” veya “ o kadar aidat mı olur?” ya da “acenteleri denetleyemeyeceksek neyime yarar bu yasa!” veya “ neden hemen şu veya bu konu halledilemiyor”....Çeşitli eleştirilerin sadece bir kaçı diyebilirim. Yasanın çıkmasının ekonomik ve sosyal hayata hemen nüfuz etmesi eş zamanlı olmuyor, ne yazık ki...Hele bir de ülkemizdeki merkezi idare ile ve kurumlarla yapılan yazışmaların aylar sürdüğünü tekrarlamak sanırım anlamsız olacak.Bir de mesleğimizin turizm sektöründe sermaye sahibi olmayan ve dolaysıyla belirleyici olmamasından dolayı; yasanın uygulanırlığını da direkt olarak etkiliyor.Mesleğimiz yasanın çıkarılması sürecinde yasa koyucu tarafından gerçek niteliğine uygun olarak tanımlanmadığından uygulamada yasanın birçok eksikliği ile karşılaşmaktayız.Mesela serbest meslek olarak ele aldığımızda ise faaliyetin arızi olarak; yani sürekli olmayan yılın belirli dönemlerinde yapıldığı varsayımından yola çıkılıyor ki bu da aslında emeklilik sisteminin nasıl ve kim tarafından ödeneceği ve de boşluk dönemlerin akıbeti hakkında hiç bir sonuç çıkarmıyor.Velhasıl kelam yasanın eksikleri mevcut. Tüm bu olumsuzluklara rağmen rehber odalarının ve birliğin mesleğin denetimleri konusunda tek başına yetkili kılınmış olması gibi olağanüstü bir yetki aslında tüm olumsuzklukları bertaraf ediyor!!!!! Eeee...neden kullan(a)mıyoruz bu yetkiyi??? Çünkü değerli meslektaşlarım bu yetki yasadan doğmasına karşın güç odaklarının baskısı ve bakanlığın genelgeleri ile fiilen işletilemez noktaya taşınmıştır.Temmuz 2013 tarihindeki bir bakanlık genelgesi ile odaların hem rehberleri hem de acenteleri denetleme yetkisi kayıtlanarak; açık bir hukuka aykırılık ortaya çıkmıştır.Bu fiili duruma karşı hemen harekete geçilmiş ve müteaddit defalar bakanlıkla görüşülmüş;sonuçta dava açılarak genelge değiştirilmiştir.Hikayenin bundan sonrası ise dava konusu olduğu için; anlatımı da yasal olarak mümkün değildir.Ancak dava ve talebimiz sürmektedir.Yani yasanın (şu beğenilmeyen) gereği tek başına ve hukuki sonuçları mahkeme kararları, soruşturmalarla ve deneyimlerle lehimize ve hukuka uygun olana kadar da hukuk mücadelesi sürecektir. Eveeeeet...Demek ki haklarımız yasal olarak sabit olsa da tüm kurumların gerçeği kabullenmesi yine bir mücadelenin verilmesine bağlıdır. Kimse kimseye hakkını gününde teslim etme isteğinde değil..Ne yazık ki... Devletin diğer organlarının yasanın ve mesleğin muhtevası konusunda bilgilendirilmesi de ayrıca bir konu. Yasama faaliyetinin eklektik olmasından dolayı yasalar arası bir uyumun olduğunu söyleyebilmek mümkün görünmüyor.Bunun sağlanması ancak birliğin tüm devlet kurumlarına hem mesleğin hem de kazanç kalemlerinin izahı ile mümkün oluyor.Takdir edersiniz ki bu faaliyet de uzun soluklu ve sabır gerektiren bir konu. Devletin kendi faaliyetlerinin bir kısmını STK lar aracılığıyla yürütmesinin odalara getirdiği en büyük külfet ise denetim faaliyetlerinin son derece masraflı ve meşakkatli olması.Rehberlerin talebi etkin denetimler ise odalar bunu yerine getirmek zorundadırlar.Bunun için ise oda çalışanlarının yanında bir de denetim personeli; denetimlerin tüm güzergahlarda yapılması için araçlara (otomobil-minibüs);bu insancıkların geliş-gidiş-iaşe-sgk primleri vs. giderlerinin karşılanması gerekiyor.Yasadan önce olmayan bu kalemlerin büyük paralar gerektirdiği ortadadır.Bu paraları odalar ancak rehber üyelerden alacağı çalışma kartı ve yıllık aidat gelirlerinden karşılamaktadır.Bunlar dışında gelirleri olmayan odalara bunun ne denli büyük bir külfet olduğunu yazmaya sanırım gerek yok. Mesleğimizin tüm kurumlarca kabullenilmesi ve saygın bir yere konumlanması için bu sıkıntılara göğüs geren tüm oda yöneticilerine teşekkür etmek gerekirken bir de sanki ayakkabı kutularınca gelirin olduğu imasıyla eleştirilmeleri üzücü.Tabii paraların nasıl kullanıldığı konusundaki üye hassasiyetinin olmasının da gerekli olduğu ayrı bir gerçeklik.(Bu arada kimi odanın ancak 60-70 üyesi ile gerçekten “var olma” savaşı verdiklerini de samimiyetle söyleyebilirim.Hem oda başkanlığı hem sekreterlik yapan mı dersiniz,odaya külfet olmasın diye iş yerlerini oda olarak kullanan mı dersiniz,derme-çatma binalarda meslek odalığı yapanlar mı desiniz.Küçük odaların veya bölgesel odaların mutlaka birlikçe desteklenmesi gerekiyor.Çalışma kartı ücretlerinin artmasının ardındaki gerçeklik budur. ) Yasa ile üyesi olması zorunlu olan kimi meslektaşın bu “mecburi üyelik” noktasında eleştirileri olabilir.Ancak üyesi olduğun kuruluş da yasanın ve yönetmeliğin kendisine verdiği yetkileri; meslek adına kullanır.Bunu üyenin parasıyla yapması kadar doğal bir hakkın kullanmasından dolayı öykünülmesi anlaşılamazdır. Birliğimizin genel kurulunda odaların hem üye sayısı hem de kendi masraflarını kendi takdiriyle çalışma kartlarının fiyatlarını kendilerinin belirlemesi konusundaki;(bence demokratik) kararı ise oda yöneticilerinin popülist yaklaşımları sonucunda şöyle bir sonuç doğurdu,kimi oda 300 TL kimisi ise sadece 10 TL talep ederek uygulamayı işletilemez hale getirdiler.Bu sebepten dolayı yeni genel kurulda bu yetkinin tümden Birlik YK sına verilmesi oylanacak ki yeknesak bir fiyat uygulaması ortaya çıksın. Rehberlik mesleğinin vizyonu konusunda mesleğimizin sürdürülebilirliği konusunda standartlar oluşturma zorunluluğu doğmaktadır.Şöyle ki rehber meslektaşların gelirlerinin tanımı- asli gelir-tali gelir ve gelirlerin vergilendirilmesi gibi hususların mesleğimizin nesillerce sürdürülebilmesi için herkesçe kabul edilmiş olan genel tanımlara ihtiyacı hasıl olmuştur.Uzun vadede tüm mal hizmetlerin vergilendirilmesi; sağlıklı kotasyon ve kar hesaplarına o da tüm turizm sektöründe fiyat istikrarına sirayet eder. Mesleğimizin yasal mevzuata ve yönetmeliğine kavuşması ile birlikte pratikte görülen ve çözüm bekleyen sorunlarının;büyük ölçüde gelir tanımı yapmamış bir meslek erbabının bunca yıldır genel tanımları yapma noksanlığından kaynaklanmaktadır. Bugüne kadar sürdürülegelmiş klasik alışkanlıklarına paralel olarak; rehberlik hizmetine karşılık olarak büyük ölçüde hanut gelirleri konulmuştur.Yani müşterilerin alış-veriş yapmalarına doğrudan bağlı olan “GAYRİ RESMİ” gelir kalemi.Müşteri kitlesinin her zaman ve sürekli olarak alış-veri güdülerinin ve ihtiyaçlarının ayni düzeyde kalmayacağı ayrıca destinasyon alışkanlıklarının süreklilik arz etmesi ve ülke turizm fiyatlarının düşüklüğüne paralel olarak 1-2 yıl içinde kesinlikle “tükenen” güdülerdir; buna bağlı olarak da gerçek gelir kalemleri yerine “hayali” bir gelir peşinde koşan meslek erbaplarını türetmiştir.”Hayallerden uyanma” vaktinin geldiğini herkese duyurmak isterim.... Tüm tartışmalara da açığım.. Sevgilerimle Not:Yeni yılınız Kutlu Olsun...

21 Temmuz 2013 Pazar

Tureb Seçimlerine Dair...

6326 sayılı yasanın gereği yapıldı ve TUREB ;yani mesleğimizin çatı örgütlenmesi tüm organlarıyla seçildi...Hepimize hayırlı olsun... Seçim gündeme gelince ister istemez taraflar oluştu.Buna bağlı olarak da adaylar oluştu.Doğal olarak kulis faaliyetleri ve "adam adama markajlar " yapıldı,toplantılar düzenlendi.Sonucu itibariyle de kimi meslektaşlarımız sevindi kimileri ise üzüldü. Egemen politik kültürümüzün tezahürü olan "kutuplaştırma-ayrıştırma-kristalleştirme " ; kendi fikrine yakın olmayanları "onlar-bunlar-şunlar" gibi zamirlerle ifade edip ötekileştiren ve aşağılayan bir iktidar ve yönetim anlayışı ortaya çıkmadı.Ayrıca fikriyatını "futbol taraftarlığına" varan fanatizmle ifade eden ve savunan da olmadı. Bir kaç ufak tefek olay dışında büyük bir olgunlukla yapıldı seçimler . Seçimi sonuçlarını okumak isteyenler ve ders almak ve "acaba nerede yanlış yapıldı ?"diyenler de var ,"hayatım bunların sonu çok yakındır merak etmeyin" diyenler de ....Kim ne derse desin yeni yönetim meşru ve demokratik yollarla seçilmiştir. Ayrıca tahakkümcü olmayacaklarının ve kendilerini karşı-taraf olarak görenlerin de haklarına ve hukuklarına sahip çıkma adına tüm kamuoyuna verilmiş sözleri var. İşte bu noktada en önemli konunun "Dünü dünde bırakıp yeni şeyler söylemenin" zamanı olduğunu düşünüyorum. Seçim ortamının sona ermesiyle tüm rehber odalarının-anlayışlarının-gruplarının bir arada durma ve çalışma koşullarını yeni döneme göre şekillendirmeleri gerekiyor.Hiç kimsenin diğerinin düşmanı veya rakibi olarak görmeden mesleki standartlarımızı ileriye taşıyacak enerjimizi ;birlikteliğimiz eliyle beslememiz gerekiyor. Eğitimli meslek profilimize uygun olarak ve egemen politik kültüre tezat; herkese eşit mesafede, "eleştiri"sözcüğünün nötr olduğunu bilen ve her eleştiriden yapıcı mesajları kaydeden ve ciddiye alan ,karar süreçlerine empati kurarak tüm rehber bileşenlerinin kaygı ve isteklerini de kendi fikri imiş gibi savunabilecek bir "anlayış" değişikliğinin müjdesi belki de gelinen süreç. Kollektivizmin ,dayanışmanın , her şeyden önce meslektaşa saygının gerekliliğine inanan ve eski alışkanlıklara son veren bir anlayış. Kazanan veya kaybedeni olmayan bir hizmet yarışını önde bitiren kadronun kucaklayıcı olması meslektaşlarımızca da takdir kazanacaktır. Meslektaş olarak farklılıklarımız olabilir. Farklı aidiyetlerimiz olabilir; veya eğitim veya sosyo-kültürel farklılıklarımız da olabilir.Birbirimizi mutlaka sevmek zorunda da değiliz.Ancak farklılıklar da olsa eşit birer birey olma paydamızın gereği olarak "saygıyı"hepimiz hak ederiz. Umarım bu süreç herkes için öğretici olur.Umutlarımızı,heyecanımızı ve enerjimizi birleştirirsek "rehber " camiasını tüm unsurlarıyla (tüm farklılıklara rağmen) daha ileriye taşıma anlamında büyük yollar katederiz.Polemikleri körüklemenin hiç zamanı değil.Enerjimizi bu çetin süreçte önümüzde dağ gibi birikmiş sorunlarımıza odaklamalı; eğitimli insanlara yakışır şekilde genel kurul iradesine sahip çıkmalı; bugünlere gelmemizde emeği geçen tüm meslektaşlarımıza şükran duymalı ve meslek birliğimizin soyuttan somuta geçmesine sevinmeliyiz.Hayırlı olsun...

18 Haziran 2013 Salı

İlk Deneyim

Geziparkı eylemlerinin 18.gününde bu yazıyı yazmaktayım.18 gün boyunca gelişmeleri takip edip; sağlıklı bir değerlendirme yapmaya çalışırken; aslında bunun bir süreç olduğunu gördüm.Bu süreçte neler öğrendik neler...Biber gazı tabancasının hangi açı ile ateşlenmesinden tutun portakal gazının uluslararası silah konvansiyonu gereği kullanılamayacağından,gazların etkilerini gidermeye varan solüsyon üretimi mi dersiniz,toma isimli araçların neler olduğunu nasıl çalıştığını,sıktığı suya katılan kimyasalları,talcid ve rennie isimli mide gazını gideren ilaçların başkaca nasıl kullanılacağından,göz altı sürecinde neler söyleyeceğimizden, arama iznini olmadan arama yapılamayacağını mi dersiniz,savaş hukukunda hastanelere-revirlere saldırmanın yasak olmasından tutun; barikatın nasıl kurulacağından , twitter veya facebook üzerinden yapılacak saldırıların ihbarını veya gerçek ve gerçek olmayan fotoların paylaşımından,dezenformasyonu veya fotoshop hilelerinden,Taksim meydanına açılan tüm sokak ve cadde isimlerinden ve gezi parkının google earth ile yerinin tespitinden, vurulan direnişçinin öldüğü yere asılan "polisimize teşekkür ederiz" afişinden, çadır aramalarında yüzlerce prezervatif bulunmasından,ters kelepçe ile gözaltına alınan doktorlardan, yaralı dolu otel lobilerine atılan biber gazından,medyanın gücünden-utancından, kamu olanaklarının iktidarlarca nasıl kullanıldığından,camilerin revir olmasından ,ardından orada bira içildiğinden veya ayakkabı ile girildiğinden veya toplu .... yapıldığından,marjinallerden orjinallerden,sanat severlerden,Mustafa Keser'in askerlerinden,gezideki komünden ,devrim marketten,çadırdan,açık hava konserlerinden, anti-kapitalist müslümanlardan,ulusalcılardan,solculardan,apolitiklerden,twitter taglerinden,boğaz köprüsündeki gece yürüyüşünden,gazi mahallesinden,Tomalı Hilmiden,Kuğulu parktan,Güngoğdu Meydanından,Cumhuriyet Meydanından,tencere-tavadan,lezbiyen-gay ve transeksüellerden,çarşıdan,davulcu Vedattan,Optik başkandan,cadı avından ve umuttan-dirençten-mizahtan ve acıdan ve ölümden hiç 18 gün üst üste haberimiz ve ilgimiz olmamıştı. Gezi olaylarını alelade bir çevre hareketi olarak algılamanın hatalı bir yaklaşım olacağını sanırım.Evet kendi yaşam alanlarına bu denli yoğun müdahalelerin ve "format atma "isteğinin tepkisel ve kendiliğinden ve de örgütsüz ve de hazırlıksız bir sosyal-patlamadan söz edilebilir.Ancak demokratik reflekslerin artık daha da cesaretleneceğini düşünüyorum.Tabii cadı avı ve uzun tutuklulukla baştan cezalandırılacak soruşturma-yargılama-delil (!) toplama süreçleri gençlerin ve kitlelerin cesaretini kırmazsa.... Günlerce (gezi olaylarından önce ) falancanın TV si diyerek çok da itibar etmediğimiz küçük kanallardan olan biteni izlemek zorunda kaldığımız düşünülecek olursa mutlaka kamu-halk denetiminde işleyecek bağımsız bir basına ve haber alma özgürlüğüne ne kadar ihtiyaç duyduğumuz ortada.(Kaldı ki o tüy döken kremden ve muhteşem hortumlardan neredeyse herkes sipariş de vermiş) Medya gruplarının neredeyse tüm sektörlerde iştiraki olan dev birer holding olduğu ülkemizde buna şiddetle ihtiyacımız var. Yeni politikalar üretecek ve dinamizmini özgürlük paydasından ve tüm hassaslıklardan besleyecek; entellektüel bir dili ve sokak dilini konuşacak ,tüm ayrımların önüne geçecek,tüm aşağılamaları-ön yargıları kıracak,itilip kakılanların,ezilenlerin haksızlığa uğramışların yanında, tüm politik klişeleri patlatacak (solcuların anti-kapitalist müslümanların namazında onları korumaları gibi) tüm sosyal katmanları kucaklayacak yeni bir politik bakışa olan ihtiyaç da ortada.... İmgeler,resimler,silüetler,acı duyan insan suretleri,kafası gözü patlamış insancıklar,kırmızı etekler,"çevik kuvvet beyaz desene"ler,hayatının baharında solmuş fidanlar..... Bazı günler utanç ve kederden kahroldum bazı anlarda ise gülmekten kendimi alıkoyamadım. Acılarla dolu olduğu kadar umutlarla dolu bir 18 gün yaşadık.12 Eylül cuntasının baskısını işitmemişlerin baş rolünde olduğu bir deneyim.Yani acemilerin ilk deneyimi...

19 Mayıs 2013 Pazar

Ah Bünyem Ben Senden Çok Çektim...

Sözleşme yapılacak ama hadi hepimizi sigortalı yapmak isterlerse ne yapılacak... Sözleşme yapılacak ama hadi o ücreti ödemezlerse ne yapılacak, Sözleşme yapılacak ama yazılı parayı kim alacak, Sözleşme yapılacak ama henüz denetleme tutanakları yayınlanmadı, Sözleşme yapılacak ama henüz ruhsatnameler gelmedi, Sözleşme yapılacak ama tüm bilançolar degismeli, Sözleşme yapılacak ama komisyonlar değişirse, Sözleşme yapılacak ama vergi ne olacak, Sözleşme yapılacak ama fatura ne olacak, Sözleşme yapılacak ama denetleme yapılacak mı, Sözleşme yapılacak ama geçiş süreci gözetilmeli, Sözleşme yapılacak ama ben maaşlıyım, Sözleşme yapılacak ama Tursab iptal ettirecek.... Sözleşme yapılacak ama patron/şef/mali müşavir/...... abim/ablam/bünyem istemiyor, Evet sonunda sorunun kaynağı bulundu....bünye. Sanırım tüm sektörden daha fazla sözleşmenin yapılmasından ziyade yapılmaması için bahaneler üreten ve daha neler üretecek olan ne yazık ki rehber camiasının kendi bünyesi. Yıllardır hakkını aramamış, kısa yoldan yolunu bulmuş, ahbap cavuşla iş görmüş, dayanışma kavramını hiç duymamış koca bir bünye. Yıllardır emeğinin karşılığı yaptığı işi iş olarak görmemiş, evinden çocuklarından ayrı kalmış (hem de ücretsiz olarak), meslek hastalıklarına tutulmuş,aile yaşamını kaybetmiş, akrabalıkları -hısımlığı ihmal etmiş,cenaze-düğün-bayram kaçırmış, meslektaşının işini almaktan hiç rahatsız olmamış, sorumluluk almaktan hep kaçınmış, tek kuruşunu vergilendirmemiş,avantadan-hanuttan-dalavereden medet ummuş,hayata dair bir duruş sergilemeyi kerizlik addetmiş,köprüden geçene kadar ayıya dayı demiş,bal tutan parmağını yalamış,güçlünün yanında olmuş,ağamsın-paşamsın nidaları ile ortalığı inletmiş, İlkesizliği ilke edinmiş bir bünye... Aynı bünye ne yazık ki ekonomik zorlukların da üstesinden gelmekle boğuşmuş.Ekonomik zorlukları aşmanın her yolunun mübah olduğu anlatılmış kendisine.Taaaaaaa çocukluğundan beri anlatılmış,örnekleri gösterilmiş,korkutulmuş.İşsizlikle korkutulmuş,adının çıkmasından korkutulmuş,samimiyetten-arkadaşlıktan-dayanışmadan korkutulmuş....Birlik olmaktan,hak aramaktan,fikir beyan etmekten ürkütülmüş.Münferit kurtuluş öğütlenmiş,gemisini kurtaran kaptandan bahsedilmiş,”memleketi sen mi kurtacaksın??” denmiş,sinmiş. Maaş kartı elinden alınmış,sigortasını kendisi öder olmuş,maaşı geri ödemiş,yevmiyeyi almamış veya geri vermiş....İnancını kaybetmiş alamayız,vermezler,adımızı çıkarırlar,çalışamayız demiş de demiş.... Bir de yağcıları görmüş,işlerin ballısını alan ,hiç iş kaygısı olmayan her “devrin” her “ şefin” adamı olanları...Maalesef ama gerçekten maalesef büyük ölçüde bu şekilde yürüyor işler.... Yani bünye arızalı...Sadece bünye mi? Sanırım memleketin turizmdeki izdüşümü tüm bunlar...yani memleket de arızalı...

6 Mart 2013 Çarşamba

Kuzuların Sessizliği

Bilindiği üzre 6326 sayılı Turist Rehberliği Meslek yasasının uygulanmasını sağlayacak olan yönetmelik nihayet yayınlandı.Yönetmeliğin içeriğini tartışmdan önce odaların çatısı olacak "birliğin" ve "tur sözleşmesi"nin ve "denetleme esasları" gibi hayati önemi bulunan kurumların tesisi için yönetmeliğin yayınlanması gerekiyordu;bu da oldu.Tüm meslek erbapları gibi meslek yönetmeliğinin mesleğin kendi dinamiklerince hazırlanmasının gerekli olduğu savıyla yapılanın Anayasa'ya aykırılık olgusu muhalefetçe mahkemeye götürüldü ; ve bu yetkinin bakanlıkta olmayacağı yönünde karar çıktı.Yani önümüzdeki süreçte ne bakanlığa ne de başka meslek birliklerine danışmadan "yeni" ve "kendimize ait" bir yönetmeliği hazırlayacağımız durumu da kesin gibi.(AnayasaMahkemesinin gerekçeli kararının açıklandığı gün durum kesinleşecektir). Ne var ki yönetmeliğimize koymak adına çok yoğun girişimler yapılmasına karşın koyamadığımız hükümler (özellikle de sahilcileri ilgilendiren) oldu.Şöye ki; yasaya ve yönetmeliğe rehberlik mesleğinin serbest veya aylıklı;yani fatura keserek yada aylık maaş bordrolu olarak ifa edileceği koyularak sadece günlük taban yevmiyesinin değeri biçildi.Buna karşın aylık maaş konusunun ne düzeyde gerçekleşeceği konusunda herhangi bir hüküm yer almadı.Yani günlük net ücret olarak 250-300 TL aralığında bir para öngörülen meslektaşların aylık olarak çalışmaları konusu teorik olarak asgari ücrete dahi (!) mümkün olabileceğine işaret ediyor.Yeni yönetmelik çalışmalarında sözkonusu aylığın asgari 12 ila 14 günlük ücret altında olmayacağı hükmü konulabilecektir.Bu konuda kimsenin şüphesi olmamalıdır.Ancak bu konunun da idare mahkemesine taşınması sözkonusu olabilir.Liberal ekonominin en önemli unsuru bulunan "sözleşme özgürlüğü" prensibi bu sebeple yönetmeliğe konulacak bir hükmü sürekli tehdit edebilir.Bu durumda iki yol çıkar karşımıza bunlar da; ya meslektaşlar sejur karakterli işlerde işverenden 12-14 günlük ücrete karşılık gelecek bir maaş talep etmelidirler ya da aylıkçılığa veda ederek; 30 gün 1300-1500 TL kazanmak yerine ayda 8 gün çalışarak 2000 TL kazanmayı tercih edeceklerdir (etmelidirler).Bu arada tüm organlarıyla vücut bulacak birliğin tespit ve ilan edeceği (tavsiye niteliğinde) sezonluk-aylık maaş önerilerinin tüm meslektaşlar açısından bağlayıcılığı bulunacaktır.Ayrıca yasayı ve yönetmeliği incelerseniz mesleğin itibarını ve meslektaşlar arasındaki fırsat eşitliğini bozacak davranışlarında direkt bir disiplin soruşturmasına sebebiyet vereceğini unutmamalıyız.Sejur şirketlerinin nabız yokladığı şu günlerde edindiğim izlenimlere göre maaş konusunun yönetmelikte yer almamasının da verdiği cesaretle herhangi bir iyileştirmenin dile getirilmemesi kabul edilemezdir.Yapılacak yeni kadro çalışmalarında günlük ücreti ödemek yerine şişirilmiş kadroları "ucuz" aylıklarla yeni nesil rehber meslektaşların "bordrolu mahkumlara" çevrilmek istendiği durumu ortya çıkmaktadır. Tüm yukarıda sayılan durumları bir kenara bırakarak meslektaşlarımızın artık yasası ve kamu kurumu niteliğinde bir meslek kuruluşuna ve de birliğine sahip olduğunu bilerek hareket etmesi ve sahipsiz günlerin de geride kaldığını asla unutmaması gerekiyor.Çok klişe olsa da artık "çaresiz" değiliz.Aksine artık yasamıza ve mesleğimize sahip çıkan ve gücünü kamudan alan;saygınlığı davranışlarımızla sabit olacak ve yaptırımlarını devlet erkiye kullanabilecek odalarımız ve birliğimiz mevcuttur.Artık kimselerden değil kendi camiamıza ve yasaya ve yönetmeliğe uygun davranışlar göstermeye mecburuz.Mesleğimizin saygınlığını düşünerek hareket etmeliyiz.Saygılarımla....

22 Aralık 2012 Cumartesi

Endüstriyel Futbol=Endüstriyel Turizm veya Fenerbahçem Benim Biricik Sevgilim...

Güzel ülkemizin eşsiz tarihi-doğal-kültürel değerlerinin tıpkı futbolumuzun geçirdiği evrimden geçiyor olduğunun hepimiz farkındayız sanırım. Futbol sporunun sınıfsal aidiyetlerinden sıyrılarak milyar dolarların döndüğü bir sektör haline gelmesi her ülkede hissedildi. Evet; Liverpool liman işçilerinin, Real Madrid İspanya kralının taraftarlarının ve de Beşiktaş artık arabacılarının takımı olmaktan çıkmışlardı. Onlar artık birer dev stadı; yönetim kurulları; CEO’ları olan dev birer şirkettiler artık. Takımların taraftarı olan topluluklar tutku ile sarılıp özdeşleştikleri takımlarının artık kar-zarar hesabı yapılan şirket ve stat idareleri; transfer çalışmaları için komiteleri, genç yeteneklerin genetik hastalıklarını ortaya çıkarma adına tüm akrabaları ile birlikte muayeneler sonucu sözleşme altına alınan özel sağlık tedarikçileri bulunan dev birer “şirkettiler” artık. Yani artık futbol ”arsada değil borsada” oynanır olmuştu. Artık stat önündeki köftecilerin veya stat içindeki “çemen-ekmek” geleneğinin yerini stat içindeki lüks lokantalar almış ve kombine kart sahiplerinin önceliğinin bulunduğu Vip Lounge’lar ve özel locaların devri başlamıştı. Takımlarının insanlarıyla özdeşleşen oyuncuların yerini; magazinsel potansiyeli bulunan manken-oyuncu sevgilileriyle gecelerde boy gösteren ve tamamen “duygusal” davranan her transfer olduğu yeni takımı çocukluğunun bir dönemi destekleyen oyuncu modeli gelişmiştir. Artık tüm Afrika ülkelerinde scout ekipleri bulunan büyük takımlar; çocuk denilecek yaşlardaki oyuncuların bonservislerinden (t)onlarca milyon dolar kazanmanın hesabı içindedirler. Seyirciler de değişimden nasibini alacak; holiganizm-fanatizm-ırkçılık ve şiddet “aklı-selim” sahibi seyircileri statlardan uzaklaştıracaktır. Maçlar ticari metalaştırılarak şifreli kanallara geçecek ve kulüpler “yayıncı” kuruluşlar sayesinde ayakta kalacaktırlar. Maçların sonuçları da artık milyar dolar gelirleri olan “toto-loto-iddia-bet and win” gibi ticari kuruluşların gölgesinde kalmaya başlamıştır. Artık “handikaplı” veya “alt” ya da “üst” sonuçlar vardır veya Vanlı gençlerin Sydney’de oynanan maçlardan “para” kazanması olasıdır. Ülke turizmimizde yukarıda bahsi geçen örnekteki futboldaki dönüşüme paralel olarak değişip-dönüşüp-amatör içeriğinden sıyrılarak tamamen “ticarileşmiştir”. 80 sonlarının şanslı ve seçilmiş sektörü hükümetlerce teşviklerle geliştirilerek; ülkemizin tüm “mahrem” köşeleri tüm dünyanın beğenisine sunulmuştur. Artık ülkemizin tüm kültürel-tarihi birikimlerini tanıtma uğruna yetişmiş kadrolara olan ihtiyaç doğdu; buna bağlı olarak ani gelişen sektörün ihtiyacı eldeki yabancı dil bilen insan kaynakları tarafından karşılanır olmuştur. Bu hızlı ilerlemede çok içten-samimi ve her şeyden önce çok amatör bir ruhla yola çıkıldı. Var olan otelleri-pansiyonları veya lokanta ve dinlenme tesisleri çok içten-kalpten ve memleketin gerçeğine uygun olarak hem fiyatları hem de lezzet ve kaliteleri ile ülkemizin sahici yönünü ortaya koymaktaydı. Ülke bilcümle vasıtaları-araçları-konaklama imkanları-doğal ve tarihi yapısı ve onu memleketin onurunu savunma adına meslek icra eden “turist rehberince” tanıtılmaktaydı. Ülkenin dört bir yanında var olan tarihi-arkeolojik merkezlerinin sınırında bulunan tüm il-ilçe ve köylerde memleketimizin ”konukseverliği”-“cömertliği”-“yardımseverliği”-“masumiyetinin” sergilendiği koca bir “Açıkhava Müzesine” dönüşmüş oluyordu. Bu acemi olmakla birlikte-içten, yeni olmakla birlikte-kalbi çabalar toplumun her kesiminde karşılığını bulmuştur. Turizmimizin ilk dönemlerindeki “genç rehber” jenerasyonu da bu büyülü dönemde masraftan kaçınılmayan, itibar görülen ,iyi paralar kazanılan ve geleceği konusunda da pek tedirginlik yaratmayan bu sektörde içtenlikle(can siperane) çalışarak bugünlerde artık oluşmayan “anı”larını biriktirmiştir. (Not: Dikkat edilirse tüm turizmci dostların “anı” ları hep “endüstriyel” turizminden önce cereyan eder. Günümüzde “anı” dan ziyade “tuhaflıklar” anlatılır oldu.) Turizm hareketlerinin politik ve ekonomik verilere sıkı sıkıya bağlılığı ortaya çıktıkça artık “savruk harcamalardan” ve “aşırı maliyetlerden” yakınan profesyonel yöneticilerin devri başlamıştır. Tüm gider kalemleri ıslah edilirken( kaynak yaratılması adına)memleketimizin damak tadından tutun otelcilik ve işletmecilik düzeyine; temel maaşlardan sosyal haklara; iş güvencesinden çalışma saatlerine uzanan geniş bir yelpazede “maliyetleri” düşürme adına büyük budamalar yapmak suretiyle “hizmet-insan-ülke kalitesine” büyük darbeler vurulmuştur. Turlarda en ucuz hizmete en üst seviyede beklentiler oluşmuştur. Yani en ucuza en iyi otel-yemek-otobüs-rehber-tedarikçiler gibi bir silsile. Evet artık hareket süreleri bilinen tüm tur rotaları, hesabı yapılmış ihtiyaç molaları(ki bu milletten millete değişkenlik gösterebilen bir durumdur..), alış veriş eğilimleri davet edildikleri kanallardan anlaşılan, yarım pansiyon ve her şey dahil konaklayan misafirlerin etnisitelerine bağlı olarak hesap edilmiş günlük “cost” ları dahi bilinen, yolun eğimine göre tur aracının litre bazında/ Euro-Dolar bazında yakıtının hesaplandığı, istatistiklerle sabit tüketim ve sindirim alışkanlıkları incelenmiş Avrupa-Asya pazarları, alınan fahiş vergilerden dolayı birer kimya laboratuvarı haline gelmiş orta ve küçük çaptaki otelcileri, turizm fuarlarında Semazenli- Dansözlü stantlara sahip kocaman bir coğrafya, pazarlanma stratejileri ile doluluk oranlarının yıllar öncesinde hesaplandığı bir sektör olunmuştu. Milyonlarca insanımızın istihdam edildiği sektörün acilen ama gerçekten acilen bir arınmaya ; ortak aklın yolunun bulunmasına şiddetle ihtiyaç var. Burada herkese sorumluluklar düşmektedir. Kendini çözümün dışında görebilmek mümkün değildir. Şiddetle ihtiyacını duyduğumuz temel kavramın “ADALET” olduğunu düşünüyorum.Herkes için,tüm turizm unsurları için,kazanırken-paylaşırken,sıkıntı çekerken,pazarlarken,planlarken,geliştirirken.... Memlekete karşı da sorumluluğumuzdur…Onu hakkettiği ölçüde ve değerinde ve adil olarak pazarlamak, insanına da ona yaraşır şekilde paylaşmak…ADALET.....Bu düşüncemin meslektaşlarım tarafından büyük kabul gördüğünü ve göreceğinden hiç şüphem yok.Çözümün ise TURİZM ENDÜSTRİSİNİN her organının adil bir ortak aklı oluşturmasından geçtiğine inanıyorum..Her düzeyde her düzlemde acil bir ihtiyacımız.. Bence… Bazılarınızın ise “sistemden rahatsız isen sistemden beslenmemelisin” dediğini duyar gibiyim. Evet… “Bozuk düzende sağlam çark olunmaz” demişti Pir Sultan…Ama bir yerden başlanmalı…İlk olarak da kendinden başla derim….Ben de bu yazı,inceleme,karşılaştırma,eleştiri,adını ne koyarsanız koyun bu yazı ile ortak ve adil aklın oluşması adına nacizane bir katkı sunmaya çalıştım. Herkese İyi Yıllar…

19 Kasım 2012 Pazartesi

Gecikmiş Bir Veda Yazısı

ARO Derginin 10.sayısında yer alan “Kırşehir” yazısında yer almasından dolayı dergiden önce yayınlamayı uygun görmediğim “Neşete Veda “ isimli yazıyı beğeninize sunuyorum…. Kıymetli hemşerim ARO yönetim kurulu üyesi Sait Taş ile beraber güzide ARO dergimizin bu sayısında “Şirin” Kırşehir’in tanıtımının heyecanı içindeyken birden acı haberi aldık… Evet, Kırşehirlilik kimliğinin en önemli unsuru saydığımız büyük ozan Neşet Ertaş vefat etmişti. Tarih 25 Eylül 2012 ‘yi gösteriyordu. Horasandan gelip Anadolu’ya “Abdal” geleneğini taşıyan ve Unesco tarafından da “Yaşayan İnsan Hazinesi” olarak ilan ettiği “garip” Neşetimiz göçüp gitmişti. Babası Muharrem Ertaş’tan aldığı feyz ile Orta Anadolu Bozlağının yaşayan en önemli temsilcisi ile birlikte aidiyet unsuru saydığımız Neşetimizin yokluğu üzerine yazı yazma zorunluluğu çok zor oldu aslında. Mütevazı duruşu, hoşgörüsü ve de “insan” olmaya atfettiği büyük önemle sanırım kültür hayatımızın büyük bir çınarını kaybetmiş bulunuyoruz. Nazımın deyişiyle ‘topraktan öğrenen/kitapsız bilen’ dir. Yaşar Kemal’in tasviriyle “Bozkırın tezenesidir”. Seyircisinin “Ayağının Türabı” olabilendir. Gariban babasıdır. Ayrımcılığın en büyük karşıtıdır. ”Ya davulcuya ya zurnacıya” diyebilenlerden asla olmamıştır. Devlet değil “Halk sanatçısıdır”. Asla ”piyasa” türkücüsü olmamıştır. Zahide’ye kurban olandır, gönülden gönüle giden gizli yolları bilendir, yalandan yüzüne gülen dünyayı tanıyandır, Hata benim diyendir, kaşları yüze yakıştırandır, dane dane benleri izleyendir, ahiri zahiri ayırandır, yârine “Neredesin sen?” diyendir, Ana ve bacıyı iki büyük nimeti sayandır, gelinleri köprüden geçirendir. Kimine göre çalgıcı ,kimine göre köçek kimine göre abdal , kimine göre halk kahramanı kimine göre büyük sanatçı; her halükarda muhabbetşinaslığın en insan halidir… Cenazesiyle Türkiye’nin tüm unsurlarını bir araya getirebilen bu büyük “birleştirici” güce sanırım her zamankinden fazla ihtiyaç var. Ancak ölümü ile hatırlanmayacak diğer kültürel değerlerimize yaşarken gereken değeri vermek umuduyla… Güle güle... Garip Neşet… Yönetmeliğimizin kasım ayı içinde çıkmasına kesin gözüyle bakılıyor.İçeriğinin mesleğimiz adına olumlululuklar içermesini ümit ediyorum.Saygılarımla…

31 Ağustos 2012 Cuma

Belirsizliğin Belirsizliği…

Rehberlik meslek yasasının uygulamasının yönetmeliğinin çıkmamasından dolayı somutlaşmaması ve rehberlerin çalışma koşullarının henüz belli olmaması beni bu yazıya yöneltti. Çevremde gördüğüm ,işittiğim ve gözlemlediğim genel anlamda bir şaşkınlık mevcut. Rehber meslektaşlardan kimileri eski alışkanlıkları ile iş bağlantılarına başladı. Bu bağlantıların temelinde iş sahibi kişi ve çevreleri yoklama; onların genel rezervasyonlarını soruşturma (ki bu durum otelcilerden de öğrenilebilir) özel ilişkilerini devreye sokma ve akil adamların piyasa öngörülerini yoklama şeklinde olur. Yasanın öngördüğü iş sözleşmesinin ve yönetmelik sonrası yevmiye tespiti konusundaki belirsizlik ve muamma birçok meslektaşımızca gözardı edilmektedir. Bu noktada ne yazık ki bir de meslek yasasına ve dolaysıyla kendisine inançsızlık durumu ortaya çıkmıştır ki bunu söylemeden olmaz. Bir çok meslektaş artık bu inançsızlığını söyleme dökme pozisyonundadır. ”Abi adamlar bu rakamları veremez” den tutun, ”istenilen paralar çok fazla birazcık indirim yapmak lazım” veya “zaten komisyon almıyor muyuz?” gibi cümleleri her tarafta işitmek mümkün. Bunun da ötesinde beni en çok üzen ise meslektaşlardan kimilerinin sözleşme yapılsa da daha az ücret alınmasının denetlenemeyeceği vurgusudur ki ;bu gelecekteki tutumlarını özetliyor gibiler…Çok acı… Yıllardır meslek yasaları için çırpınan rehber milleti kazanmış olduğu yasal güvenceye inanmaktan ziyade yasanın boşluklarını kollamak suretiyle “yasadışı” yevmiyeye prim veriyorlar. Yasanın uygulanması dolaysıyla artık işverenler yasal yevmiyelerin ödenmesiyle “kaliteli” rehber çalıştıracağı gerçeğiyle yüzleşmek istemeyenler ,meslek yasasını işlevsiz hale getirip sözüm ona “itibarsızlaştırma” gayreti içindeler. Yasal güvenceye kavuşan mesleğimizin hak ettiği yere gelmesi ancak onun konusu olan meslektaşlarımızın yasanın tanımladığı şekilde hareket etmesine ve yasadan yana tavır almalarına bağlıdır. Hukukun üstünlüğünden yana olmak meslektaşlarımızı acente karşıtı yapmaz. Tursab’ın bile açıkladığı iş sözleşmesi örneğini incelendiğinde artık acentelerimizin düşük ücret ödeyebilme olanaklarının serbest çalışan rehberler açısından mümkün olmadığını kanıtlıyor. Bu durumda yasal ücretin ödenmesi mefhumu artık bir hayal değil iş sözleşmesinin ana unsurunu oluşturuyor. Yani artık yevmiye pazarlığı yok…İşini alan sözleşmesini yapar ve hafta veya işinin sonunda muhasebeden “yasal yevmiyesini” alır. Ayrıca bu ücretin ödenebilirliğini düşünmez. Düşünmemesi de kınanamaz çünkü bu yetkisi kanundan doğar…Bu kuraldır… Ha..bir de istisnası var o da kanuna karşı hile yolunu seçmektir. Bu durumda da meslektaş iş sözleşmesine imzasını atar ve “yasal olmayan” ücreti alır. Bu durumda ise suç işler ve yasanın odalara ve birliklere verdiği yetkilerin kullanılmasına engel olamaz. Yani işini ve ruhsatını kaybetme riskini göze alır. Mesleki menfaatlerimizin gelişmesi tamamen rehber meslektaşlarımızın yasasına ve kendisine olan inancıyla doğru orantılıdır. Çözümü başka yerde aramayalım… NOT: Yönetmeliğin içeriğinin aleyhte olması durumunda ise yine mücadele,mücadele ve mücadele edeceğiz .Başka yolu yok…

17 Ağustos 2012 Cuma

Seçimleri Okumak...

11 Ağustos 2012 Antalya Rehberler Odası Rehberlik meslek yasası gereği seçimlerini yaptı ve seçimlerin sonucunda seçmen rehber meslektaşlar geleceğe ilişkin çok önemli mesajlar verdi... Tabii anlayana...Önce bir “ilk” leri sıralayalım... Meslektaşlar ilk defa bağımsız bir meslek erbabı olarak oy kullandılar... Meslektaşlar ilk defa “çarşaf liste”den adayları seçtiler... Meslektaşlar ilk defa listelere değil isimlere oy kullandılar... Meslektaşlar ilk defa 27 oy birden kullandılar... Meslektaşlar ilk defa “anahtar listelerle” karşılaştı...(Buna bağlı olarak “anahtar liste içi” veya “dışı” gibi tanımlarla da..) (Ayrıca kimi meslektaşın koridorlarda “falancayı çizin beni seçin” demesi gibi durumları da sayabiliriz.) Meslektaşlar ilk defa verdikleri oylarla her şeyin farkında olduklarını ve hak mücadelesine inanmışlara güven duyduğunu ele güne göstermiştir... Meslektaşlar ilk defa asil ve yedek listelere ve de çalışma kurullarına inanılmaz büyük bir hevesle ve sayıda talip oldular...(Yani bu oda işlerini falan öyle angarya gören anlayış tuzla buz olmuş durumda), Meslektaşlar ilk defa seçim stratejilerine ve liste(!) stratejilerine tanıklık ettiler... Meslektaşlar ilk defa farklı dillerden,farklı bölgelerden ve farklı baskı gruplarının (hatra binaen veya iş arkadaşlığı veya tanışıklık vs.) etkisi altında oy kullandı, Meslektaşlarımız ilk defa rehber orjinli acenteci arkadaşların kendilerinin rehber camiasından ayrı görülmesinden dolayı şikayetçi olması durumunu gördü...(Sanırım herkes bir şeyler öğrendi..) Şimdi de ilginç sayılabilecek durumları irdeleyelim... Seçim tüm beklentilerin aksine çok sakin ve dostane bir ortamda geçti... Seçime katılım tüm beklentilerin üstünde gerçekleşti... Seçimlerin sonucunda rehberlik eyleminde önde duranların,dik duranların,meslek adına bir duruş sergileyenlerin seçmende sempati uyandırdığı somutlaştı... Seçimlerde mesleğe sahip çıkılma noktası esas alındı,güce-kudrete-paraya-işe tamah edilmedi... Seçimlerde sonuçların açıklanmasıyla hiddet-hezeyanın yerine serinkanlılığın ve anlayışın egemen olduğu gözlemlendi.Sonuçların herkesçe içselleştirilerek karşılıklı kutlamalar söz konusu oldu.Şu meşhur hani herkesleri kucaklayan “balkon konuşmaları” dahi yapıldı...(sevindirici..) Hoşuma gitmeyen hususlar...Bir bütün olarak algılandığında kadın aday sayısının çok az olması beni en çok düşündüren husus oldu.Yani fazlasıyla erkek egemen bir aday politikası...Rehberlik mesleği açısından amaç cinsiyetçilik değil cinsi katılımın dengeli olmasının gereğidir.44 delege adayından sadece 4 ünün kadın olması,24 adaylık yönetim listesinde sadece 4 adayın kadın olması veya 10 kişilik denetim kurulunda sadece 4 adayın kadın olması sanırım durumu biraz özetliyor...Yani kadın meslektaşlarımızın biraz daha fazla sorumluluk almasının gerekli; başkan adaylarının da sonraki dönemler için daha fazla kadın aday ile çalışmasının gerekli ve faydalı olduğuna işaret etmek istiyorum. Sonuç olarak baktığımızda geçen 2,5 yılın sonunda Hasan Uysal Başkanlığındaki ARO’nun genel kuruldan güvenoyunu alması ; ilerisi için çok daha meşru,güçlü ve uyumlu bir seçim sonucu ile rehber meslektaşların sorunlarına çözüm noktasında bir kez daha görevlendirilmişlerdir.Verilen sorumluluk artmıştır.Yasanın yönetmelik çalışmalarını yürütecek olan yönetim kuruluna ve diğer oda yöneticilerine üstün başarılar dilerim.Zira yönetmelik sınavından da başarılı çıkacak bir ARO yönetiminin artık çok daha uzun süre yönetimde kalacağı da açıktır. Bizler ise bundan sonra artık hedefin kendimizin; yani acenteler veya onların yöneticilerinin değil bizzat rehberliğin kendinin büyük bir değişimin ve disipline olmanın eşiğinde olduğunun farkına varmamız gerekiyor.Artık yasal olarak da üyesi olmamız gereken meslek odalarının işaret ettiği yöntem ve şekilde hareket ederek ortak çıkarlarımızı tüm çalışma alanlarına yayabiliriz.Bunu için de en önemli nokta “rehberlerin nitelik sahibi” insanlar olmalarıdır.Bunun için de artık yasal güvencelerimiz ve yaptırımlarımız var...Tek yapmamız gereken kendimize güvenmek ve kendimize ve mesleğimize inanmaktır.Odalarımıza ve birliğimize itimat ederek tüm mesleki marazlardan kurtulabiliriz...Birkaç yıl öncesinde “imkansız” denilen çok şey ”imkanlı” hale geldi...Biraz daha gayret ederek çok daha fazla kazanımlarımız olacak... Ne mutlu bize.....

Bu Bir Veda Yazısıdır

 Rehber örgütlenmesi süreçlerinde yıllarını geçirmiş bir meslektaşınız olarak mesleki konulardaki son yazımı kaleme almaya karar verdim. ...