21 Temmuz 2013 Pazar

Tureb Seçimlerine Dair...

6326 sayılı yasanın gereği yapıldı ve TUREB ;yani mesleğimizin çatı örgütlenmesi tüm organlarıyla seçildi...Hepimize hayırlı olsun... Seçim gündeme gelince ister istemez taraflar oluştu.Buna bağlı olarak da adaylar oluştu.Doğal olarak kulis faaliyetleri ve "adam adama markajlar " yapıldı,toplantılar düzenlendi.Sonucu itibariyle de kimi meslektaşlarımız sevindi kimileri ise üzüldü. Egemen politik kültürümüzün tezahürü olan "kutuplaştırma-ayrıştırma-kristalleştirme " ; kendi fikrine yakın olmayanları "onlar-bunlar-şunlar" gibi zamirlerle ifade edip ötekileştiren ve aşağılayan bir iktidar ve yönetim anlayışı ortaya çıkmadı.Ayrıca fikriyatını "futbol taraftarlığına" varan fanatizmle ifade eden ve savunan da olmadı. Bir kaç ufak tefek olay dışında büyük bir olgunlukla yapıldı seçimler . Seçimi sonuçlarını okumak isteyenler ve ders almak ve "acaba nerede yanlış yapıldı ?"diyenler de var ,"hayatım bunların sonu çok yakındır merak etmeyin" diyenler de ....Kim ne derse desin yeni yönetim meşru ve demokratik yollarla seçilmiştir. Ayrıca tahakkümcü olmayacaklarının ve kendilerini karşı-taraf olarak görenlerin de haklarına ve hukuklarına sahip çıkma adına tüm kamuoyuna verilmiş sözleri var. İşte bu noktada en önemli konunun "Dünü dünde bırakıp yeni şeyler söylemenin" zamanı olduğunu düşünüyorum. Seçim ortamının sona ermesiyle tüm rehber odalarının-anlayışlarının-gruplarının bir arada durma ve çalışma koşullarını yeni döneme göre şekillendirmeleri gerekiyor.Hiç kimsenin diğerinin düşmanı veya rakibi olarak görmeden mesleki standartlarımızı ileriye taşıyacak enerjimizi ;birlikteliğimiz eliyle beslememiz gerekiyor. Eğitimli meslek profilimize uygun olarak ve egemen politik kültüre tezat; herkese eşit mesafede, "eleştiri"sözcüğünün nötr olduğunu bilen ve her eleştiriden yapıcı mesajları kaydeden ve ciddiye alan ,karar süreçlerine empati kurarak tüm rehber bileşenlerinin kaygı ve isteklerini de kendi fikri imiş gibi savunabilecek bir "anlayış" değişikliğinin müjdesi belki de gelinen süreç. Kollektivizmin ,dayanışmanın , her şeyden önce meslektaşa saygının gerekliliğine inanan ve eski alışkanlıklara son veren bir anlayış. Kazanan veya kaybedeni olmayan bir hizmet yarışını önde bitiren kadronun kucaklayıcı olması meslektaşlarımızca da takdir kazanacaktır. Meslektaş olarak farklılıklarımız olabilir. Farklı aidiyetlerimiz olabilir; veya eğitim veya sosyo-kültürel farklılıklarımız da olabilir.Birbirimizi mutlaka sevmek zorunda da değiliz.Ancak farklılıklar da olsa eşit birer birey olma paydamızın gereği olarak "saygıyı"hepimiz hak ederiz. Umarım bu süreç herkes için öğretici olur.Umutlarımızı,heyecanımızı ve enerjimizi birleştirirsek "rehber " camiasını tüm unsurlarıyla (tüm farklılıklara rağmen) daha ileriye taşıma anlamında büyük yollar katederiz.Polemikleri körüklemenin hiç zamanı değil.Enerjimizi bu çetin süreçte önümüzde dağ gibi birikmiş sorunlarımıza odaklamalı; eğitimli insanlara yakışır şekilde genel kurul iradesine sahip çıkmalı; bugünlere gelmemizde emeği geçen tüm meslektaşlarımıza şükran duymalı ve meslek birliğimizin soyuttan somuta geçmesine sevinmeliyiz.Hayırlı olsun...

18 Haziran 2013 Salı

İlk Deneyim

Geziparkı eylemlerinin 18.gününde bu yazıyı yazmaktayım.18 gün boyunca gelişmeleri takip edip; sağlıklı bir değerlendirme yapmaya çalışırken; aslında bunun bir süreç olduğunu gördüm.Bu süreçte neler öğrendik neler...Biber gazı tabancasının hangi açı ile ateşlenmesinden tutun portakal gazının uluslararası silah konvansiyonu gereği kullanılamayacağından,gazların etkilerini gidermeye varan solüsyon üretimi mi dersiniz,toma isimli araçların neler olduğunu nasıl çalıştığını,sıktığı suya katılan kimyasalları,talcid ve rennie isimli mide gazını gideren ilaçların başkaca nasıl kullanılacağından,göz altı sürecinde neler söyleyeceğimizden, arama iznini olmadan arama yapılamayacağını mi dersiniz,savaş hukukunda hastanelere-revirlere saldırmanın yasak olmasından tutun; barikatın nasıl kurulacağından , twitter veya facebook üzerinden yapılacak saldırıların ihbarını veya gerçek ve gerçek olmayan fotoların paylaşımından,dezenformasyonu veya fotoshop hilelerinden,Taksim meydanına açılan tüm sokak ve cadde isimlerinden ve gezi parkının google earth ile yerinin tespitinden, vurulan direnişçinin öldüğü yere asılan "polisimize teşekkür ederiz" afişinden, çadır aramalarında yüzlerce prezervatif bulunmasından,ters kelepçe ile gözaltına alınan doktorlardan, yaralı dolu otel lobilerine atılan biber gazından,medyanın gücünden-utancından, kamu olanaklarının iktidarlarca nasıl kullanıldığından,camilerin revir olmasından ,ardından orada bira içildiğinden veya ayakkabı ile girildiğinden veya toplu .... yapıldığından,marjinallerden orjinallerden,sanat severlerden,Mustafa Keser'in askerlerinden,gezideki komünden ,devrim marketten,çadırdan,açık hava konserlerinden, anti-kapitalist müslümanlardan,ulusalcılardan,solculardan,apolitiklerden,twitter taglerinden,boğaz köprüsündeki gece yürüyüşünden,gazi mahallesinden,Tomalı Hilmiden,Kuğulu parktan,Güngoğdu Meydanından,Cumhuriyet Meydanından,tencere-tavadan,lezbiyen-gay ve transeksüellerden,çarşıdan,davulcu Vedattan,Optik başkandan,cadı avından ve umuttan-dirençten-mizahtan ve acıdan ve ölümden hiç 18 gün üst üste haberimiz ve ilgimiz olmamıştı. Gezi olaylarını alelade bir çevre hareketi olarak algılamanın hatalı bir yaklaşım olacağını sanırım.Evet kendi yaşam alanlarına bu denli yoğun müdahalelerin ve "format atma "isteğinin tepkisel ve kendiliğinden ve de örgütsüz ve de hazırlıksız bir sosyal-patlamadan söz edilebilir.Ancak demokratik reflekslerin artık daha da cesaretleneceğini düşünüyorum.Tabii cadı avı ve uzun tutuklulukla baştan cezalandırılacak soruşturma-yargılama-delil (!) toplama süreçleri gençlerin ve kitlelerin cesaretini kırmazsa.... Günlerce (gezi olaylarından önce ) falancanın TV si diyerek çok da itibar etmediğimiz küçük kanallardan olan biteni izlemek zorunda kaldığımız düşünülecek olursa mutlaka kamu-halk denetiminde işleyecek bağımsız bir basına ve haber alma özgürlüğüne ne kadar ihtiyaç duyduğumuz ortada.(Kaldı ki o tüy döken kremden ve muhteşem hortumlardan neredeyse herkes sipariş de vermiş) Medya gruplarının neredeyse tüm sektörlerde iştiraki olan dev birer holding olduğu ülkemizde buna şiddetle ihtiyacımız var. Yeni politikalar üretecek ve dinamizmini özgürlük paydasından ve tüm hassaslıklardan besleyecek; entellektüel bir dili ve sokak dilini konuşacak ,tüm ayrımların önüne geçecek,tüm aşağılamaları-ön yargıları kıracak,itilip kakılanların,ezilenlerin haksızlığa uğramışların yanında, tüm politik klişeleri patlatacak (solcuların anti-kapitalist müslümanların namazında onları korumaları gibi) tüm sosyal katmanları kucaklayacak yeni bir politik bakışa olan ihtiyaç da ortada.... İmgeler,resimler,silüetler,acı duyan insan suretleri,kafası gözü patlamış insancıklar,kırmızı etekler,"çevik kuvvet beyaz desene"ler,hayatının baharında solmuş fidanlar..... Bazı günler utanç ve kederden kahroldum bazı anlarda ise gülmekten kendimi alıkoyamadım. Acılarla dolu olduğu kadar umutlarla dolu bir 18 gün yaşadık.12 Eylül cuntasının baskısını işitmemişlerin baş rolünde olduğu bir deneyim.Yani acemilerin ilk deneyimi...

19 Mayıs 2013 Pazar

Ah Bünyem Ben Senden Çok Çektim...

Sözleşme yapılacak ama hadi hepimizi sigortalı yapmak isterlerse ne yapılacak... Sözleşme yapılacak ama hadi o ücreti ödemezlerse ne yapılacak, Sözleşme yapılacak ama yazılı parayı kim alacak, Sözleşme yapılacak ama henüz denetleme tutanakları yayınlanmadı, Sözleşme yapılacak ama henüz ruhsatnameler gelmedi, Sözleşme yapılacak ama tüm bilançolar degismeli, Sözleşme yapılacak ama komisyonlar değişirse, Sözleşme yapılacak ama vergi ne olacak, Sözleşme yapılacak ama fatura ne olacak, Sözleşme yapılacak ama denetleme yapılacak mı, Sözleşme yapılacak ama geçiş süreci gözetilmeli, Sözleşme yapılacak ama ben maaşlıyım, Sözleşme yapılacak ama Tursab iptal ettirecek.... Sözleşme yapılacak ama patron/şef/mali müşavir/...... abim/ablam/bünyem istemiyor, Evet sonunda sorunun kaynağı bulundu....bünye. Sanırım tüm sektörden daha fazla sözleşmenin yapılmasından ziyade yapılmaması için bahaneler üreten ve daha neler üretecek olan ne yazık ki rehber camiasının kendi bünyesi. Yıllardır hakkını aramamış, kısa yoldan yolunu bulmuş, ahbap cavuşla iş görmüş, dayanışma kavramını hiç duymamış koca bir bünye. Yıllardır emeğinin karşılığı yaptığı işi iş olarak görmemiş, evinden çocuklarından ayrı kalmış (hem de ücretsiz olarak), meslek hastalıklarına tutulmuş,aile yaşamını kaybetmiş, akrabalıkları -hısımlığı ihmal etmiş,cenaze-düğün-bayram kaçırmış, meslektaşının işini almaktan hiç rahatsız olmamış, sorumluluk almaktan hep kaçınmış, tek kuruşunu vergilendirmemiş,avantadan-hanuttan-dalavereden medet ummuş,hayata dair bir duruş sergilemeyi kerizlik addetmiş,köprüden geçene kadar ayıya dayı demiş,bal tutan parmağını yalamış,güçlünün yanında olmuş,ağamsın-paşamsın nidaları ile ortalığı inletmiş, İlkesizliği ilke edinmiş bir bünye... Aynı bünye ne yazık ki ekonomik zorlukların da üstesinden gelmekle boğuşmuş.Ekonomik zorlukları aşmanın her yolunun mübah olduğu anlatılmış kendisine.Taaaaaaa çocukluğundan beri anlatılmış,örnekleri gösterilmiş,korkutulmuş.İşsizlikle korkutulmuş,adının çıkmasından korkutulmuş,samimiyetten-arkadaşlıktan-dayanışmadan korkutulmuş....Birlik olmaktan,hak aramaktan,fikir beyan etmekten ürkütülmüş.Münferit kurtuluş öğütlenmiş,gemisini kurtaran kaptandan bahsedilmiş,”memleketi sen mi kurtacaksın??” denmiş,sinmiş. Maaş kartı elinden alınmış,sigortasını kendisi öder olmuş,maaşı geri ödemiş,yevmiyeyi almamış veya geri vermiş....İnancını kaybetmiş alamayız,vermezler,adımızı çıkarırlar,çalışamayız demiş de demiş.... Bir de yağcıları görmüş,işlerin ballısını alan ,hiç iş kaygısı olmayan her “devrin” her “ şefin” adamı olanları...Maalesef ama gerçekten maalesef büyük ölçüde bu şekilde yürüyor işler.... Yani bünye arızalı...Sadece bünye mi? Sanırım memleketin turizmdeki izdüşümü tüm bunlar...yani memleket de arızalı...

6 Mart 2013 Çarşamba

Kuzuların Sessizliği

Bilindiği üzre 6326 sayılı Turist Rehberliği Meslek yasasının uygulanmasını sağlayacak olan yönetmelik nihayet yayınlandı.Yönetmeliğin içeriğini tartışmdan önce odaların çatısı olacak "birliğin" ve "tur sözleşmesi"nin ve "denetleme esasları" gibi hayati önemi bulunan kurumların tesisi için yönetmeliğin yayınlanması gerekiyordu;bu da oldu.Tüm meslek erbapları gibi meslek yönetmeliğinin mesleğin kendi dinamiklerince hazırlanmasının gerekli olduğu savıyla yapılanın Anayasa'ya aykırılık olgusu muhalefetçe mahkemeye götürüldü ; ve bu yetkinin bakanlıkta olmayacağı yönünde karar çıktı.Yani önümüzdeki süreçte ne bakanlığa ne de başka meslek birliklerine danışmadan "yeni" ve "kendimize ait" bir yönetmeliği hazırlayacağımız durumu da kesin gibi.(AnayasaMahkemesinin gerekçeli kararının açıklandığı gün durum kesinleşecektir). Ne var ki yönetmeliğimize koymak adına çok yoğun girişimler yapılmasına karşın koyamadığımız hükümler (özellikle de sahilcileri ilgilendiren) oldu.Şöye ki; yasaya ve yönetmeliğe rehberlik mesleğinin serbest veya aylıklı;yani fatura keserek yada aylık maaş bordrolu olarak ifa edileceği koyularak sadece günlük taban yevmiyesinin değeri biçildi.Buna karşın aylık maaş konusunun ne düzeyde gerçekleşeceği konusunda herhangi bir hüküm yer almadı.Yani günlük net ücret olarak 250-300 TL aralığında bir para öngörülen meslektaşların aylık olarak çalışmaları konusu teorik olarak asgari ücrete dahi (!) mümkün olabileceğine işaret ediyor.Yeni yönetmelik çalışmalarında sözkonusu aylığın asgari 12 ila 14 günlük ücret altında olmayacağı hükmü konulabilecektir.Bu konuda kimsenin şüphesi olmamalıdır.Ancak bu konunun da idare mahkemesine taşınması sözkonusu olabilir.Liberal ekonominin en önemli unsuru bulunan "sözleşme özgürlüğü" prensibi bu sebeple yönetmeliğe konulacak bir hükmü sürekli tehdit edebilir.Bu durumda iki yol çıkar karşımıza bunlar da; ya meslektaşlar sejur karakterli işlerde işverenden 12-14 günlük ücrete karşılık gelecek bir maaş talep etmelidirler ya da aylıkçılığa veda ederek; 30 gün 1300-1500 TL kazanmak yerine ayda 8 gün çalışarak 2000 TL kazanmayı tercih edeceklerdir (etmelidirler).Bu arada tüm organlarıyla vücut bulacak birliğin tespit ve ilan edeceği (tavsiye niteliğinde) sezonluk-aylık maaş önerilerinin tüm meslektaşlar açısından bağlayıcılığı bulunacaktır.Ayrıca yasayı ve yönetmeliği incelerseniz mesleğin itibarını ve meslektaşlar arasındaki fırsat eşitliğini bozacak davranışlarında direkt bir disiplin soruşturmasına sebebiyet vereceğini unutmamalıyız.Sejur şirketlerinin nabız yokladığı şu günlerde edindiğim izlenimlere göre maaş konusunun yönetmelikte yer almamasının da verdiği cesaretle herhangi bir iyileştirmenin dile getirilmemesi kabul edilemezdir.Yapılacak yeni kadro çalışmalarında günlük ücreti ödemek yerine şişirilmiş kadroları "ucuz" aylıklarla yeni nesil rehber meslektaşların "bordrolu mahkumlara" çevrilmek istendiği durumu ortya çıkmaktadır. Tüm yukarıda sayılan durumları bir kenara bırakarak meslektaşlarımızın artık yasası ve kamu kurumu niteliğinde bir meslek kuruluşuna ve de birliğine sahip olduğunu bilerek hareket etmesi ve sahipsiz günlerin de geride kaldığını asla unutmaması gerekiyor.Çok klişe olsa da artık "çaresiz" değiliz.Aksine artık yasamıza ve mesleğimize sahip çıkan ve gücünü kamudan alan;saygınlığı davranışlarımızla sabit olacak ve yaptırımlarını devlet erkiye kullanabilecek odalarımız ve birliğimiz mevcuttur.Artık kimselerden değil kendi camiamıza ve yasaya ve yönetmeliğe uygun davranışlar göstermeye mecburuz.Mesleğimizin saygınlığını düşünerek hareket etmeliyiz.Saygılarımla....

22 Aralık 2012 Cumartesi

Endüstriyel Futbol=Endüstriyel Turizm veya Fenerbahçem Benim Biricik Sevgilim...

Güzel ülkemizin eşsiz tarihi-doğal-kültürel değerlerinin tıpkı futbolumuzun geçirdiği evrimden geçiyor olduğunun hepimiz farkındayız sanırım. Futbol sporunun sınıfsal aidiyetlerinden sıyrılarak milyar dolarların döndüğü bir sektör haline gelmesi her ülkede hissedildi. Evet; Liverpool liman işçilerinin, Real Madrid İspanya kralının taraftarlarının ve de Beşiktaş artık arabacılarının takımı olmaktan çıkmışlardı. Onlar artık birer dev stadı; yönetim kurulları; CEO’ları olan dev birer şirkettiler artık. Takımların taraftarı olan topluluklar tutku ile sarılıp özdeşleştikleri takımlarının artık kar-zarar hesabı yapılan şirket ve stat idareleri; transfer çalışmaları için komiteleri, genç yeteneklerin genetik hastalıklarını ortaya çıkarma adına tüm akrabaları ile birlikte muayeneler sonucu sözleşme altına alınan özel sağlık tedarikçileri bulunan dev birer “şirkettiler” artık. Yani artık futbol ”arsada değil borsada” oynanır olmuştu. Artık stat önündeki köftecilerin veya stat içindeki “çemen-ekmek” geleneğinin yerini stat içindeki lüks lokantalar almış ve kombine kart sahiplerinin önceliğinin bulunduğu Vip Lounge’lar ve özel locaların devri başlamıştı. Takımlarının insanlarıyla özdeşleşen oyuncuların yerini; magazinsel potansiyeli bulunan manken-oyuncu sevgilileriyle gecelerde boy gösteren ve tamamen “duygusal” davranan her transfer olduğu yeni takımı çocukluğunun bir dönemi destekleyen oyuncu modeli gelişmiştir. Artık tüm Afrika ülkelerinde scout ekipleri bulunan büyük takımlar; çocuk denilecek yaşlardaki oyuncuların bonservislerinden (t)onlarca milyon dolar kazanmanın hesabı içindedirler. Seyirciler de değişimden nasibini alacak; holiganizm-fanatizm-ırkçılık ve şiddet “aklı-selim” sahibi seyircileri statlardan uzaklaştıracaktır. Maçlar ticari metalaştırılarak şifreli kanallara geçecek ve kulüpler “yayıncı” kuruluşlar sayesinde ayakta kalacaktırlar. Maçların sonuçları da artık milyar dolar gelirleri olan “toto-loto-iddia-bet and win” gibi ticari kuruluşların gölgesinde kalmaya başlamıştır. Artık “handikaplı” veya “alt” ya da “üst” sonuçlar vardır veya Vanlı gençlerin Sydney’de oynanan maçlardan “para” kazanması olasıdır. Ülke turizmimizde yukarıda bahsi geçen örnekteki futboldaki dönüşüme paralel olarak değişip-dönüşüp-amatör içeriğinden sıyrılarak tamamen “ticarileşmiştir”. 80 sonlarının şanslı ve seçilmiş sektörü hükümetlerce teşviklerle geliştirilerek; ülkemizin tüm “mahrem” köşeleri tüm dünyanın beğenisine sunulmuştur. Artık ülkemizin tüm kültürel-tarihi birikimlerini tanıtma uğruna yetişmiş kadrolara olan ihtiyaç doğdu; buna bağlı olarak ani gelişen sektörün ihtiyacı eldeki yabancı dil bilen insan kaynakları tarafından karşılanır olmuştur. Bu hızlı ilerlemede çok içten-samimi ve her şeyden önce çok amatör bir ruhla yola çıkıldı. Var olan otelleri-pansiyonları veya lokanta ve dinlenme tesisleri çok içten-kalpten ve memleketin gerçeğine uygun olarak hem fiyatları hem de lezzet ve kaliteleri ile ülkemizin sahici yönünü ortaya koymaktaydı. Ülke bilcümle vasıtaları-araçları-konaklama imkanları-doğal ve tarihi yapısı ve onu memleketin onurunu savunma adına meslek icra eden “turist rehberince” tanıtılmaktaydı. Ülkenin dört bir yanında var olan tarihi-arkeolojik merkezlerinin sınırında bulunan tüm il-ilçe ve köylerde memleketimizin ”konukseverliği”-“cömertliği”-“yardımseverliği”-“masumiyetinin” sergilendiği koca bir “Açıkhava Müzesine” dönüşmüş oluyordu. Bu acemi olmakla birlikte-içten, yeni olmakla birlikte-kalbi çabalar toplumun her kesiminde karşılığını bulmuştur. Turizmimizin ilk dönemlerindeki “genç rehber” jenerasyonu da bu büyülü dönemde masraftan kaçınılmayan, itibar görülen ,iyi paralar kazanılan ve geleceği konusunda da pek tedirginlik yaratmayan bu sektörde içtenlikle(can siperane) çalışarak bugünlerde artık oluşmayan “anı”larını biriktirmiştir. (Not: Dikkat edilirse tüm turizmci dostların “anı” ları hep “endüstriyel” turizminden önce cereyan eder. Günümüzde “anı” dan ziyade “tuhaflıklar” anlatılır oldu.) Turizm hareketlerinin politik ve ekonomik verilere sıkı sıkıya bağlılığı ortaya çıktıkça artık “savruk harcamalardan” ve “aşırı maliyetlerden” yakınan profesyonel yöneticilerin devri başlamıştır. Tüm gider kalemleri ıslah edilirken( kaynak yaratılması adına)memleketimizin damak tadından tutun otelcilik ve işletmecilik düzeyine; temel maaşlardan sosyal haklara; iş güvencesinden çalışma saatlerine uzanan geniş bir yelpazede “maliyetleri” düşürme adına büyük budamalar yapmak suretiyle “hizmet-insan-ülke kalitesine” büyük darbeler vurulmuştur. Turlarda en ucuz hizmete en üst seviyede beklentiler oluşmuştur. Yani en ucuza en iyi otel-yemek-otobüs-rehber-tedarikçiler gibi bir silsile. Evet artık hareket süreleri bilinen tüm tur rotaları, hesabı yapılmış ihtiyaç molaları(ki bu milletten millete değişkenlik gösterebilen bir durumdur..), alış veriş eğilimleri davet edildikleri kanallardan anlaşılan, yarım pansiyon ve her şey dahil konaklayan misafirlerin etnisitelerine bağlı olarak hesap edilmiş günlük “cost” ları dahi bilinen, yolun eğimine göre tur aracının litre bazında/ Euro-Dolar bazında yakıtının hesaplandığı, istatistiklerle sabit tüketim ve sindirim alışkanlıkları incelenmiş Avrupa-Asya pazarları, alınan fahiş vergilerden dolayı birer kimya laboratuvarı haline gelmiş orta ve küçük çaptaki otelcileri, turizm fuarlarında Semazenli- Dansözlü stantlara sahip kocaman bir coğrafya, pazarlanma stratejileri ile doluluk oranlarının yıllar öncesinde hesaplandığı bir sektör olunmuştu. Milyonlarca insanımızın istihdam edildiği sektörün acilen ama gerçekten acilen bir arınmaya ; ortak aklın yolunun bulunmasına şiddetle ihtiyaç var. Burada herkese sorumluluklar düşmektedir. Kendini çözümün dışında görebilmek mümkün değildir. Şiddetle ihtiyacını duyduğumuz temel kavramın “ADALET” olduğunu düşünüyorum.Herkes için,tüm turizm unsurları için,kazanırken-paylaşırken,sıkıntı çekerken,pazarlarken,planlarken,geliştirirken.... Memlekete karşı da sorumluluğumuzdur…Onu hakkettiği ölçüde ve değerinde ve adil olarak pazarlamak, insanına da ona yaraşır şekilde paylaşmak…ADALET.....Bu düşüncemin meslektaşlarım tarafından büyük kabul gördüğünü ve göreceğinden hiç şüphem yok.Çözümün ise TURİZM ENDÜSTRİSİNİN her organının adil bir ortak aklı oluşturmasından geçtiğine inanıyorum..Her düzeyde her düzlemde acil bir ihtiyacımız.. Bence… Bazılarınızın ise “sistemden rahatsız isen sistemden beslenmemelisin” dediğini duyar gibiyim. Evet… “Bozuk düzende sağlam çark olunmaz” demişti Pir Sultan…Ama bir yerden başlanmalı…İlk olarak da kendinden başla derim….Ben de bu yazı,inceleme,karşılaştırma,eleştiri,adını ne koyarsanız koyun bu yazı ile ortak ve adil aklın oluşması adına nacizane bir katkı sunmaya çalıştım. Herkese İyi Yıllar…

19 Kasım 2012 Pazartesi

Gecikmiş Bir Veda Yazısı

ARO Derginin 10.sayısında yer alan “Kırşehir” yazısında yer almasından dolayı dergiden önce yayınlamayı uygun görmediğim “Neşete Veda “ isimli yazıyı beğeninize sunuyorum…. Kıymetli hemşerim ARO yönetim kurulu üyesi Sait Taş ile beraber güzide ARO dergimizin bu sayısında “Şirin” Kırşehir’in tanıtımının heyecanı içindeyken birden acı haberi aldık… Evet, Kırşehirlilik kimliğinin en önemli unsuru saydığımız büyük ozan Neşet Ertaş vefat etmişti. Tarih 25 Eylül 2012 ‘yi gösteriyordu. Horasandan gelip Anadolu’ya “Abdal” geleneğini taşıyan ve Unesco tarafından da “Yaşayan İnsan Hazinesi” olarak ilan ettiği “garip” Neşetimiz göçüp gitmişti. Babası Muharrem Ertaş’tan aldığı feyz ile Orta Anadolu Bozlağının yaşayan en önemli temsilcisi ile birlikte aidiyet unsuru saydığımız Neşetimizin yokluğu üzerine yazı yazma zorunluluğu çok zor oldu aslında. Mütevazı duruşu, hoşgörüsü ve de “insan” olmaya atfettiği büyük önemle sanırım kültür hayatımızın büyük bir çınarını kaybetmiş bulunuyoruz. Nazımın deyişiyle ‘topraktan öğrenen/kitapsız bilen’ dir. Yaşar Kemal’in tasviriyle “Bozkırın tezenesidir”. Seyircisinin “Ayağının Türabı” olabilendir. Gariban babasıdır. Ayrımcılığın en büyük karşıtıdır. ”Ya davulcuya ya zurnacıya” diyebilenlerden asla olmamıştır. Devlet değil “Halk sanatçısıdır”. Asla ”piyasa” türkücüsü olmamıştır. Zahide’ye kurban olandır, gönülden gönüle giden gizli yolları bilendir, yalandan yüzüne gülen dünyayı tanıyandır, Hata benim diyendir, kaşları yüze yakıştırandır, dane dane benleri izleyendir, ahiri zahiri ayırandır, yârine “Neredesin sen?” diyendir, Ana ve bacıyı iki büyük nimeti sayandır, gelinleri köprüden geçirendir. Kimine göre çalgıcı ,kimine göre köçek kimine göre abdal , kimine göre halk kahramanı kimine göre büyük sanatçı; her halükarda muhabbetşinaslığın en insan halidir… Cenazesiyle Türkiye’nin tüm unsurlarını bir araya getirebilen bu büyük “birleştirici” güce sanırım her zamankinden fazla ihtiyaç var. Ancak ölümü ile hatırlanmayacak diğer kültürel değerlerimize yaşarken gereken değeri vermek umuduyla… Güle güle... Garip Neşet… Yönetmeliğimizin kasım ayı içinde çıkmasına kesin gözüyle bakılıyor.İçeriğinin mesleğimiz adına olumlululuklar içermesini ümit ediyorum.Saygılarımla…

31 Ağustos 2012 Cuma

Belirsizliğin Belirsizliği…

Rehberlik meslek yasasının uygulamasının yönetmeliğinin çıkmamasından dolayı somutlaşmaması ve rehberlerin çalışma koşullarının henüz belli olmaması beni bu yazıya yöneltti. Çevremde gördüğüm ,işittiğim ve gözlemlediğim genel anlamda bir şaşkınlık mevcut. Rehber meslektaşlardan kimileri eski alışkanlıkları ile iş bağlantılarına başladı. Bu bağlantıların temelinde iş sahibi kişi ve çevreleri yoklama; onların genel rezervasyonlarını soruşturma (ki bu durum otelcilerden de öğrenilebilir) özel ilişkilerini devreye sokma ve akil adamların piyasa öngörülerini yoklama şeklinde olur. Yasanın öngördüğü iş sözleşmesinin ve yönetmelik sonrası yevmiye tespiti konusundaki belirsizlik ve muamma birçok meslektaşımızca gözardı edilmektedir. Bu noktada ne yazık ki bir de meslek yasasına ve dolaysıyla kendisine inançsızlık durumu ortaya çıkmıştır ki bunu söylemeden olmaz. Bir çok meslektaş artık bu inançsızlığını söyleme dökme pozisyonundadır. ”Abi adamlar bu rakamları veremez” den tutun, ”istenilen paralar çok fazla birazcık indirim yapmak lazım” veya “zaten komisyon almıyor muyuz?” gibi cümleleri her tarafta işitmek mümkün. Bunun da ötesinde beni en çok üzen ise meslektaşlardan kimilerinin sözleşme yapılsa da daha az ücret alınmasının denetlenemeyeceği vurgusudur ki ;bu gelecekteki tutumlarını özetliyor gibiler…Çok acı… Yıllardır meslek yasaları için çırpınan rehber milleti kazanmış olduğu yasal güvenceye inanmaktan ziyade yasanın boşluklarını kollamak suretiyle “yasadışı” yevmiyeye prim veriyorlar. Yasanın uygulanması dolaysıyla artık işverenler yasal yevmiyelerin ödenmesiyle “kaliteli” rehber çalıştıracağı gerçeğiyle yüzleşmek istemeyenler ,meslek yasasını işlevsiz hale getirip sözüm ona “itibarsızlaştırma” gayreti içindeler. Yasal güvenceye kavuşan mesleğimizin hak ettiği yere gelmesi ancak onun konusu olan meslektaşlarımızın yasanın tanımladığı şekilde hareket etmesine ve yasadan yana tavır almalarına bağlıdır. Hukukun üstünlüğünden yana olmak meslektaşlarımızı acente karşıtı yapmaz. Tursab’ın bile açıkladığı iş sözleşmesi örneğini incelendiğinde artık acentelerimizin düşük ücret ödeyebilme olanaklarının serbest çalışan rehberler açısından mümkün olmadığını kanıtlıyor. Bu durumda yasal ücretin ödenmesi mefhumu artık bir hayal değil iş sözleşmesinin ana unsurunu oluşturuyor. Yani artık yevmiye pazarlığı yok…İşini alan sözleşmesini yapar ve hafta veya işinin sonunda muhasebeden “yasal yevmiyesini” alır. Ayrıca bu ücretin ödenebilirliğini düşünmez. Düşünmemesi de kınanamaz çünkü bu yetkisi kanundan doğar…Bu kuraldır… Ha..bir de istisnası var o da kanuna karşı hile yolunu seçmektir. Bu durumda da meslektaş iş sözleşmesine imzasını atar ve “yasal olmayan” ücreti alır. Bu durumda ise suç işler ve yasanın odalara ve birliklere verdiği yetkilerin kullanılmasına engel olamaz. Yani işini ve ruhsatını kaybetme riskini göze alır. Mesleki menfaatlerimizin gelişmesi tamamen rehber meslektaşlarımızın yasasına ve kendisine olan inancıyla doğru orantılıdır. Çözümü başka yerde aramayalım… NOT: Yönetmeliğin içeriğinin aleyhte olması durumunda ise yine mücadele,mücadele ve mücadele edeceğiz .Başka yolu yok…

17 Ağustos 2012 Cuma

Seçimleri Okumak...

11 Ağustos 2012 Antalya Rehberler Odası Rehberlik meslek yasası gereği seçimlerini yaptı ve seçimlerin sonucunda seçmen rehber meslektaşlar geleceğe ilişkin çok önemli mesajlar verdi... Tabii anlayana...Önce bir “ilk” leri sıralayalım... Meslektaşlar ilk defa bağımsız bir meslek erbabı olarak oy kullandılar... Meslektaşlar ilk defa “çarşaf liste”den adayları seçtiler... Meslektaşlar ilk defa listelere değil isimlere oy kullandılar... Meslektaşlar ilk defa 27 oy birden kullandılar... Meslektaşlar ilk defa “anahtar listelerle” karşılaştı...(Buna bağlı olarak “anahtar liste içi” veya “dışı” gibi tanımlarla da..) (Ayrıca kimi meslektaşın koridorlarda “falancayı çizin beni seçin” demesi gibi durumları da sayabiliriz.) Meslektaşlar ilk defa verdikleri oylarla her şeyin farkında olduklarını ve hak mücadelesine inanmışlara güven duyduğunu ele güne göstermiştir... Meslektaşlar ilk defa asil ve yedek listelere ve de çalışma kurullarına inanılmaz büyük bir hevesle ve sayıda talip oldular...(Yani bu oda işlerini falan öyle angarya gören anlayış tuzla buz olmuş durumda), Meslektaşlar ilk defa seçim stratejilerine ve liste(!) stratejilerine tanıklık ettiler... Meslektaşlar ilk defa farklı dillerden,farklı bölgelerden ve farklı baskı gruplarının (hatra binaen veya iş arkadaşlığı veya tanışıklık vs.) etkisi altında oy kullandı, Meslektaşlarımız ilk defa rehber orjinli acenteci arkadaşların kendilerinin rehber camiasından ayrı görülmesinden dolayı şikayetçi olması durumunu gördü...(Sanırım herkes bir şeyler öğrendi..) Şimdi de ilginç sayılabilecek durumları irdeleyelim... Seçim tüm beklentilerin aksine çok sakin ve dostane bir ortamda geçti... Seçime katılım tüm beklentilerin üstünde gerçekleşti... Seçimlerin sonucunda rehberlik eyleminde önde duranların,dik duranların,meslek adına bir duruş sergileyenlerin seçmende sempati uyandırdığı somutlaştı... Seçimlerde mesleğe sahip çıkılma noktası esas alındı,güce-kudrete-paraya-işe tamah edilmedi... Seçimlerde sonuçların açıklanmasıyla hiddet-hezeyanın yerine serinkanlılığın ve anlayışın egemen olduğu gözlemlendi.Sonuçların herkesçe içselleştirilerek karşılıklı kutlamalar söz konusu oldu.Şu meşhur hani herkesleri kucaklayan “balkon konuşmaları” dahi yapıldı...(sevindirici..) Hoşuma gitmeyen hususlar...Bir bütün olarak algılandığında kadın aday sayısının çok az olması beni en çok düşündüren husus oldu.Yani fazlasıyla erkek egemen bir aday politikası...Rehberlik mesleği açısından amaç cinsiyetçilik değil cinsi katılımın dengeli olmasının gereğidir.44 delege adayından sadece 4 ünün kadın olması,24 adaylık yönetim listesinde sadece 4 adayın kadın olması veya 10 kişilik denetim kurulunda sadece 4 adayın kadın olması sanırım durumu biraz özetliyor...Yani kadın meslektaşlarımızın biraz daha fazla sorumluluk almasının gerekli; başkan adaylarının da sonraki dönemler için daha fazla kadın aday ile çalışmasının gerekli ve faydalı olduğuna işaret etmek istiyorum. Sonuç olarak baktığımızda geçen 2,5 yılın sonunda Hasan Uysal Başkanlığındaki ARO’nun genel kuruldan güvenoyunu alması ; ilerisi için çok daha meşru,güçlü ve uyumlu bir seçim sonucu ile rehber meslektaşların sorunlarına çözüm noktasında bir kez daha görevlendirilmişlerdir.Verilen sorumluluk artmıştır.Yasanın yönetmelik çalışmalarını yürütecek olan yönetim kuruluna ve diğer oda yöneticilerine üstün başarılar dilerim.Zira yönetmelik sınavından da başarılı çıkacak bir ARO yönetiminin artık çok daha uzun süre yönetimde kalacağı da açıktır. Bizler ise bundan sonra artık hedefin kendimizin; yani acenteler veya onların yöneticilerinin değil bizzat rehberliğin kendinin büyük bir değişimin ve disipline olmanın eşiğinde olduğunun farkına varmamız gerekiyor.Artık yasal olarak da üyesi olmamız gereken meslek odalarının işaret ettiği yöntem ve şekilde hareket ederek ortak çıkarlarımızı tüm çalışma alanlarına yayabiliriz.Bunu için de en önemli nokta “rehberlerin nitelik sahibi” insanlar olmalarıdır.Bunun için de artık yasal güvencelerimiz ve yaptırımlarımız var...Tek yapmamız gereken kendimize güvenmek ve kendimize ve mesleğimize inanmaktır.Odalarımıza ve birliğimize itimat ederek tüm mesleki marazlardan kurtulabiliriz...Birkaç yıl öncesinde “imkansız” denilen çok şey ”imkanlı” hale geldi...Biraz daha gayret ederek çok daha fazla kazanımlarımız olacak... Ne mutlu bize.....

20 Temmuz 2012 Cuma

Seçimler kapıda..Siz tatilde misiniz?

6326 sayılı yasanın gereği olarak yapılması (3 ay içinde ) gereken seçim kararı Antalya Rehber Odası (ARO) tarafından alınarak; tarihi de belirlendi.11 Ağustos… Seçimlerde şimdiden kimi teknik sorunlar ortaya çıkmış görünüyor… Şöyle ki kimi çevre yasanın ek maddesi gereği tüzel kişiliğini muhafaza eden odalara üye olmadıklarından dolayı oy kullanamayacaklar ve aday da olamayacaklar… Aday olabileceklerin ise seçim sistemi konusunda bir hayli kafaları karışık gibi… Seçim sistemi “ çarşaf liste” denilen yönteme göre yapılacak. Yani seçimde başkan önderliğinde yönetim ve denetim kurulu bir bütün olarak oylanmayacak. (Bu yöntem Blok Liste yöntemidir.)Her bir organ ayrı ayrı aday olacak ve en çok oy alanlar organlara (organlardan kastim başkan veya yönetim kurulu üyesi vs… ) seçilecektir. Adaylar alfabetik isim sırasına göre numaralandırılarak pusulaya yazılacaklardır. Bu yöntem ile kuskusuz ayni kadroda olmak istemeyenlerin seçilmeleri ile yönetimler içinde, birbirleriyle çalışmak istemeyenlerin bir arada olmasından ötürü çatlaklara da tanık olacağız. Bu fiili durumda ise oya, seçmen iradesine ve sonuca saygı gösterilecek yöneticilerin sağduyusu ile anlaşmazlıkların aşılması gerekiyor. İnsanlar oylarını verdikleri kişilerin kaçmasını değil çalışmasını ister. Gönül ister ki birbiriyle uyum göstersinler ancak unutmamalı ki adaylık nasıl haksa istifa kurumu da haktır. Bu da “yeni rehber kültürünün” özümsenmesi gereken ilk adimidir diye düşünüyorum. Yavaş yavaş adaylar da belli olmaya başladı. Adaylarla beraber eğilimlerin de açıklanacağı yeni bir sürece doğru gidiyoruz. Artık çokça “çevremin yaptığı baskılar sonucu” veya “görevimi tamamlama adına “ veya “bayrak yarışında doğal olarak sıranın gelmesinden “ dolayı adaylık açıklamasının yanında; “ailemin baskısı” veya “özel nedenlerden” veya “gençlerin önünü açma adına” aday olunmayacağına dair benzer açıklamaları sosyal medyada ve özel görüşmelerde sıkça duyacağız. Hangi gerekçe ile olursa olsun tüm medeni cesaret sahibi “aday” meslektaşıma şimdiden başarılar diliyorum. Nitekim adaylık en temel demokratik haklarımızın başında gelir. Adayların seçmenlere yapacakları konusunda da tatmin edici açıklamaları olacaktır şüphesiz. Ancak olmayacak şeylerin vaat edilmemesini ve “gerceklestirilebilirligi” bulunan vaatlere yönenilmesinin doğru olacağını düşünüyorum. Yine centilmence kampanyaların yapılmasını diliyor; (ocaklardan ırak) ses kayıtlarının internete düşmesi veya “Sok...Sok” başlıklı görüntü kayıtlarının elden ele dolaşmayacağı; velhasıl ele güne camiamızı malzeme etmeyecek bir olgunluğun tüm meslektaşlarımızın ortak beklentisi olduğunu belirtmek isterim. Yönetmeliğimizin içeriğine iliksin projelerin, sosyal projelerin kısaca projelerin yarisitgi bir dönemin özlemi içinde olduğumu belirtmek isterim… Bu seçimlere ittifakların damga vuracağı gerçeğine şimdiden dikkat çekmek isterim. İttifakların ortak çıkarları olanlar arasında olması en doğalıdır. Ancak iktidarı ele geçirme adına yapılacak ittifak arayışlarında da etik değerlerin göz önünde bulundurulması zorunludur.”IKTIDAR” uğruna şeytanla bile ittifak edebilecek çevrelerin hemen deşifre edilmesi gerekir. Hele ki konumsal gücünü kullanmaya yeltenen; insanlara is ve as verebilecek çevrelerle girisilecek ittifak arayislarinin rehberlik meslektaslari tehdide varabilecek arayışları kabul etmek olanaksızdır. İktidar arayışında bu denli ihtiraslı olanların; muktedir olunca zalimliklerinin ortaya çıktığı pek çok tecrübe ile sabittir. Sözüm ona bu ittifak arayışlarının yönetim kurulu üyelik adaylarının veya baksan adaylarının veya delegelik adaylarının yapmış olması da fark etmez. Eğilimini açıklama ne kadar demokratik ise; (acenteci meslektaşların eğilimlerini açıklamalarını da dahil edebiliriz) eğilimlerini herhangi bir is vaadine dayandırma girişimi açık ya da gizli de yapılsa asla etik değildir ve anti-demokratiktir. Bu kabil girişimler seçimlere gölge düşürür; seçilecek yönetimlerin meşruiyetini ortadan kaldırır. Artik kabullenmeliyiz ki Turizm sektörünün asli unsurlarından olan rehber topluluğu hak ve yükümlülüklerini, mesleki çıkarlarını ve de yasasını geliştirebilecek çevrelere önem vermek durumundadır. Aksi halde başka çıkar çevrelerinin kuşatması altında kalmaya mahkûmdur. Elini taşın altina koymamış; koyar gibi yapmışlardan sakinilmalidir. Gecmis dönemlerdeki kavga gürültüden halen medet umanlardan, yıllarca koltuklara yapışmış; koltuk dışında hiçbir amacı olmamışlardan ve mesleğimizin geleceğini belirleyemeyeceklerden korunulmalidir. Hepsi naçizane ve dostane uyarılarımdır… Tatilde olacak iseniz de yine bir gününüzü ayırın. Secim alelade bir secim değildir. Mesleğimizin geleceği şekilleniyor… Her oyun kıymeti var… Meslektaşımız sevgili Bayram Atmaca`ya büyük geçmiş olsun. Tez zamanda sağlığına kavuşmasını dilerim…

26 Haziran 2012 Salı

6326

Rehberlik yasasının TBMM Genel Kurulundan geçmesinin ardından Cumhurbaşkanlığından da onaylanıp Resmi Gazetede yayımlanmasıyla yeni bir süreç oluştu. Artık yasası çıkmış bir meslek grubu haline geldik. Artık meslek odaları kamu kuruluşu haline geldi. Meslektaşların mukim oldukları ilde veya en yakın ilde odalara üyeliği zorunlu bir hal aldı. Bir baktık ki kimi meslektaşların bu yasal zorunluluktan dolayı demokratlığı tuttu; zorunlu üyeliği sorgular hale geldiler.Meslek örgütüne üyeliği yasal olarak zorunlu olunca “dayatmalardan,seçim hakkından” söz edilir oldu. Bir de geçmiş zamanlarda oda yöneticiliği yapmış abilerin (ablaların) yasanın çıkmasına sevinme yerine kafa karışıklığı yaratan çıkışlarıyla ve yasanın çıkmasını kişisel hesaplarına mal edememelerinden dolayı yaşadıkları hayal kırıklığı ortamı iyice bulandırdı. Oysa verilen mücadele bir kül’dür. Yani bütündür; yani mücadele uç uca eklenerek yapılmış ve tüm yönetimlerin çeşitli oranlarda katkıları olmuştur .Bu bir hizmet ve bayrak yarışıdır. Bayrak yarışında finale gelmek diğer atletlerin yaptıkları katkıya bağlıdır. Tüm meslektaşlarımızın ortak katkıları olmuştur. Yıllarca çeşitli sebeplerden dolayı üye olmadan İl Kültür ve Turizm müdürlükleri aracılığıyla vizesini yaptırma olanağı kaybolmuş meslektaşların odalara üyeliği ve aidatları sorun haline geldi. Önceki dönemlerde oda yöneticilerine ve odaların misyonuna inanmamış meslektaşların artık şu gerçeği kavramaları gerekiyor; beğenelim beğenmeyelim bir bayrak yarışı sonucu inanmamış da olsak yıllar içinde tüm yöneticilerin çabasıyla yasamız çıktı!!! (Doğrusu yıllardır hem üyelik gereklerini yerine getiren hem de aidatlarını ödeyenlere de çok ayıp oluyor!!) Bu gerçek aynı zamanda bizlere hem sosyal hem de hukuken bir statü kazandırdı. Bu statü gereği artık toplumda saygın bir yer edinme konusunda hiç kimselere şüphe bırakmayacak şekilde davranmalıyız. Yıllardır tanımında dahi zorlandığımız mesleğimizi saygın bir yere getirmeliyiz. Artık gerilla taktiği ile vergisiz-usulsüz, vur-kaç yöntemleriyle odalara da aidat ödemeden, yasal gerekleri yerine getirmeden; kayıt altına girmeden icra edilebilecek bir meslek değildir “rehberlik” kurumu. Yeni bir duruş, bir yeni rehberlik kültürünün yaratılması adına hepimize sorumluluklar yüklenmiştir. Artık yüksek okul tahsili şartı da olan mesleğin mizacı değişmelidir. Avantacı-hanutçu görüntüsünden arınmalıdır. Görgüsüyle-bilgisiyle ve artık yasalaşmış yeni statüsüyle rehber meslektaşlar; topluma mal olmayı yani meslek grupları arasında da yüksek tahsilli bir grup olarak farklılık yaratmak zorundadır. Yıllarca mücadeleye inanmamış kimselerden “efendim piyasa koşulları belli nasıl olacak gerçekçi olalım taban yevmiyeler ödenmez, meslektaşlar aldıkları ücretleri gizler” gibi ifadeler kullanmaya başladılar bile…Böylece bazı meslektaşımızın ” gelecekte nasıl davranacaklarının ipuçları mı veriliyor?”diye sormadan da edilmiyor… Unutulmasın tüm ülkemizde toplam sayısı 13-14 bin ile ifade edilen (ki bunların %50 si de faal değil) meslek mensuplarına yönelik bir yasa çıkıyor ve milyonlarla ifade edilen yasası bulunmayan insanlarımız varken kimi meslektaş şimdiden su koyvermenin işaretlerini veriyor…Önümüzdeki oda ve birlik seçimlerinde oluşturulması zorunlu olan disiplin kurullarının caydırıcılığın en önemli etkeni olacağını şimdiden söyleyebiliriz. Okumuş-yazmış bu çok “elit” meslek erbabının gerçek durumu ancak yasada öngörülen organların seçimi ve işleyişi ile ortaya çıkacaktır. Aylıkçı meslektaşların durumu en çok çalışılması gereken durum gibi görünmektedir. Bu konuya vakıf meslektaşların odaların oluşturması gereken kurullarda sıkı bir inceleme ve araştırma ile yönetmeliğe konulacak kayıtların onların durumunu da kucaklayacak şekilde oluşturulması; bu kişilerin sürece müdahil olup kafa yormasına ve her şeyi odadan, birlikten beklememesine bağlıdır. Tartışmayı yapılması zaruri olan oda seçimlerindeki oy hakkı noktasına da taşıyabiliriz. Bundan sonraki süreçte aday olacakların, oy vermek isteyeceklerin, odalara yeni üye olanların oy hakkının olup olmadığı sanırım biraz da yetkili makamların iradesiyle şekillenecektir. Nasıl olursa olsun artık oda seçimlerinin arefesinde sayılırız; tüm rehber camiasının mümkün mertebe birleşerek bölünmeyi önlemesi ve adımıza yakışır bir “hizmet yarışı” olmasını dilerim. Tüm akil adamların ( kadınların ) toplandığı bir yönetim olmasını dilerim… Rehber dostlarımızın son bir yılda müthiş artan rahatsızlıkları, by-pass ve stend müdahaleleri ile her geçen gün meslek hastalıkları konusunda bilgileniyor, kaygılanıyorum .Her türlü iklim ve rakımda seyahat eden kişiler hele ki bunu meslek edinmişlerse ; mesleki iş hastalıkların oluşması da son derece “normal” addedilebilir. Hele ki Türkiyemiz özelinde rehberlik mesleğinin iş görenleri olarak bir de buna “stres” faktörünü de eklersek son yıllardaki rehber hastalıklarındaki patlamanın nedenine inebiliriz. Düzensiz ve de çok “kaliteli” sayılamayacak beslenme de bu durumu tetikleyebilir. Ayrıca çok da belirli ol(a)mayan çalışma süreleri de cabası. Herkese selamlar…..

1 Haziran 2012 Cuma

Acaba acaba acaba????

Rehberlik meslek yasasının komisyondan genel kurula gitmesinin ardından yine onlarca soru oluştu kafalarda.... Acaba bu yeni yasa ile rehberlik mesleğini icra etmek adına olumlu neler vardı? Acaba bu yasa ile ne gibi bir güvenceye ulaşmıştık? Acaba yasasızlık daha mı iyidi? Acaba vergilendirme de olacak mıydı? Acaba yasa ile yeni bir ayrıcalıklılar sınıfı mı oluşturuluyordu? Acaba yasa tüm sorunları çözecek miydi? Acaba yeni yasa tamamen rehberi avutmaya mı yönelikti? Acaba yasa koyucu hangi dengeleri gözetmişti? Acaba Tursab mı yoksa odalar mı isteklerini kabul ettirmişti? Acaba yeni yasada öngörülen oda adedinin birden fazla olması ile odaların gücü azalır mıydı? Acaba etnik veya dinsel veya politik veya acente temelli odalar kurulacak mıydı? Acaba odalara kaydın zorunlu olması demokratik miydi? Acaba tüm rehberlerin aidat ödediği odalar arpalık haline gelir miydi? Acaba odaların denetim ve ceza kesme yetkisi acenteleri zor durumda bırakır mıydı? Acaba odaların rehberleri de cezalandırması hangi kriterlere göre belirlenecekti? Acaba rehber lobileri oluşur muydu? Acaba yeni Tursab yasası ile rehberlerin çalışma alanları daraltılıyor muydu? Acaba aklı selim galip gelir miydi? Sorular çoğalıyordu... Soru soranların bu denli düşünceli olmaları meslek adına elbette sevindiriciydi... Ancak meslek yasasının oluşumu sürecinde sesi-soluğu çıkmayan, hak talepleri dile getirildiğinde kaçıp kaybolanların süreci takip etmeleri de pek manidar.Demek ki ilkesellik değil zorunluluk ancak adam edebiliyor kimilerini ..Ayrıca yıllardır hiçbir odaya kayıtlı bulunmayan değerli meslektaşların da birden ortaya çıkması da mesleğimiz adına sevindirici bir gelişme oldu.Ancak süreç kendiliğinden gelişmedi ve bundan sonra da gelişmeyecek... Meslektaşların unutmaması gereken temel konu bu yasanın "öznesi" rehber meslektaşlardır.Yani öyle mi böyle mi demek yerine bir araya gelip sürece sivil olarak katılmak gerekir.Ortak tutumların oluşmasına yardımcı ;fikir üretilen tartışma platformlarında eski-yeni oda temsilcileri yerine yasanın hedef kitlesi olan rehberlerin konuşarak,tartışarak ve de "az oda-güçlü oda mı?" yoksa "çok-oda güçsüz oda mı?" tartışmalarını şimdiden sıkıca takibi gerekir....Yoksa birileri gelir kendine göre şekillendirir ve yine "acaba" lar kalır yanımıza... Sorunlarına sahip çıkmak yerine "birilerinin sorunlarını çözeceğini düşünmek" inanın ki saflığın ötesinde; hatta sorumsuz bir davranıştır.Hayatta her durum karşısında "kurtarıcı " bekleme alışkanlığımız artık çekilecek düzeyde değil.Keşke kimi sosyal medya aracındaki "rehber anılarına" sahip çıkabildiğimiz ölçüde yeni dönemi tartışmaya ilgili olsak... Sorunlarımıza sahip çıkmazsak ancak yine sorunun bir parçası olarak kalmaya mahkum oluruz...Oda sayısı birden çok olacakmış deyip oluşacak odaların hangi nitelikte olacağını beklemeden (ki oluşturulacak odaların adedinin o ile kayıtlı rehber sayısının en az üçte biri olması gerekiyor );odalarınıza şimdiden sahip çıkalım görüşlerimizi dile getirelim ve çok odalı olması kesinleşen yeni dönemde güç kaybını mümkün mertebe asgaride tutalım.Yani kısaca müdahil olalım,şimdiye kadar olmayanlar, bizden bir şey olmaz diyenler,yasal dayanağımız yok diyenler; buyurun yasal dayanak...Özellikle yaz döneminde çalışmalar yapabilirler. * * * * ARO başkanı Hasan Uysal'a da geçmiş olsun dileklerimi blog aracılığıyla yinelemek isterim. * * * * Bu arada Almanca Rehber kurultayının birinci yıl dönümü de geride kaldı...Geçen bir yılda yaşananları şimdi acı bir tebessüm ile hatırlayan herkese ve de emeği geçen herkese tekrar teşekkürler...

Bu Bir Veda Yazısıdır

 Rehber örgütlenmesi süreçlerinde yıllarını geçirmiş bir meslektaşınız olarak mesleki konulardaki son yazımı kaleme almaya karar verdim. ...