20 Temmuz 2012 Cuma

Seçimler kapıda..Siz tatilde misiniz?

6326 sayılı yasanın gereği olarak yapılması (3 ay içinde ) gereken seçim kararı Antalya Rehber Odası (ARO) tarafından alınarak; tarihi de belirlendi.11 Ağustos… Seçimlerde şimdiden kimi teknik sorunlar ortaya çıkmış görünüyor… Şöyle ki kimi çevre yasanın ek maddesi gereği tüzel kişiliğini muhafaza eden odalara üye olmadıklarından dolayı oy kullanamayacaklar ve aday da olamayacaklar… Aday olabileceklerin ise seçim sistemi konusunda bir hayli kafaları karışık gibi… Seçim sistemi “ çarşaf liste” denilen yönteme göre yapılacak. Yani seçimde başkan önderliğinde yönetim ve denetim kurulu bir bütün olarak oylanmayacak. (Bu yöntem Blok Liste yöntemidir.)Her bir organ ayrı ayrı aday olacak ve en çok oy alanlar organlara (organlardan kastim başkan veya yönetim kurulu üyesi vs… ) seçilecektir. Adaylar alfabetik isim sırasına göre numaralandırılarak pusulaya yazılacaklardır. Bu yöntem ile kuskusuz ayni kadroda olmak istemeyenlerin seçilmeleri ile yönetimler içinde, birbirleriyle çalışmak istemeyenlerin bir arada olmasından ötürü çatlaklara da tanık olacağız. Bu fiili durumda ise oya, seçmen iradesine ve sonuca saygı gösterilecek yöneticilerin sağduyusu ile anlaşmazlıkların aşılması gerekiyor. İnsanlar oylarını verdikleri kişilerin kaçmasını değil çalışmasını ister. Gönül ister ki birbiriyle uyum göstersinler ancak unutmamalı ki adaylık nasıl haksa istifa kurumu da haktır. Bu da “yeni rehber kültürünün” özümsenmesi gereken ilk adimidir diye düşünüyorum. Yavaş yavaş adaylar da belli olmaya başladı. Adaylarla beraber eğilimlerin de açıklanacağı yeni bir sürece doğru gidiyoruz. Artık çokça “çevremin yaptığı baskılar sonucu” veya “görevimi tamamlama adına “ veya “bayrak yarışında doğal olarak sıranın gelmesinden “ dolayı adaylık açıklamasının yanında; “ailemin baskısı” veya “özel nedenlerden” veya “gençlerin önünü açma adına” aday olunmayacağına dair benzer açıklamaları sosyal medyada ve özel görüşmelerde sıkça duyacağız. Hangi gerekçe ile olursa olsun tüm medeni cesaret sahibi “aday” meslektaşıma şimdiden başarılar diliyorum. Nitekim adaylık en temel demokratik haklarımızın başında gelir. Adayların seçmenlere yapacakları konusunda da tatmin edici açıklamaları olacaktır şüphesiz. Ancak olmayacak şeylerin vaat edilmemesini ve “gerceklestirilebilirligi” bulunan vaatlere yönenilmesinin doğru olacağını düşünüyorum. Yine centilmence kampanyaların yapılmasını diliyor; (ocaklardan ırak) ses kayıtlarının internete düşmesi veya “Sok...Sok” başlıklı görüntü kayıtlarının elden ele dolaşmayacağı; velhasıl ele güne camiamızı malzeme etmeyecek bir olgunluğun tüm meslektaşlarımızın ortak beklentisi olduğunu belirtmek isterim. Yönetmeliğimizin içeriğine iliksin projelerin, sosyal projelerin kısaca projelerin yarisitgi bir dönemin özlemi içinde olduğumu belirtmek isterim… Bu seçimlere ittifakların damga vuracağı gerçeğine şimdiden dikkat çekmek isterim. İttifakların ortak çıkarları olanlar arasında olması en doğalıdır. Ancak iktidarı ele geçirme adına yapılacak ittifak arayışlarında da etik değerlerin göz önünde bulundurulması zorunludur.”IKTIDAR” uğruna şeytanla bile ittifak edebilecek çevrelerin hemen deşifre edilmesi gerekir. Hele ki konumsal gücünü kullanmaya yeltenen; insanlara is ve as verebilecek çevrelerle girisilecek ittifak arayislarinin rehberlik meslektaslari tehdide varabilecek arayışları kabul etmek olanaksızdır. İktidar arayışında bu denli ihtiraslı olanların; muktedir olunca zalimliklerinin ortaya çıktığı pek çok tecrübe ile sabittir. Sözüm ona bu ittifak arayışlarının yönetim kurulu üyelik adaylarının veya baksan adaylarının veya delegelik adaylarının yapmış olması da fark etmez. Eğilimini açıklama ne kadar demokratik ise; (acenteci meslektaşların eğilimlerini açıklamalarını da dahil edebiliriz) eğilimlerini herhangi bir is vaadine dayandırma girişimi açık ya da gizli de yapılsa asla etik değildir ve anti-demokratiktir. Bu kabil girişimler seçimlere gölge düşürür; seçilecek yönetimlerin meşruiyetini ortadan kaldırır. Artik kabullenmeliyiz ki Turizm sektörünün asli unsurlarından olan rehber topluluğu hak ve yükümlülüklerini, mesleki çıkarlarını ve de yasasını geliştirebilecek çevrelere önem vermek durumundadır. Aksi halde başka çıkar çevrelerinin kuşatması altında kalmaya mahkûmdur. Elini taşın altina koymamış; koyar gibi yapmışlardan sakinilmalidir. Gecmis dönemlerdeki kavga gürültüden halen medet umanlardan, yıllarca koltuklara yapışmış; koltuk dışında hiçbir amacı olmamışlardan ve mesleğimizin geleceğini belirleyemeyeceklerden korunulmalidir. Hepsi naçizane ve dostane uyarılarımdır… Tatilde olacak iseniz de yine bir gününüzü ayırın. Secim alelade bir secim değildir. Mesleğimizin geleceği şekilleniyor… Her oyun kıymeti var… Meslektaşımız sevgili Bayram Atmaca`ya büyük geçmiş olsun. Tez zamanda sağlığına kavuşmasını dilerim…

26 Haziran 2012 Salı

6326

Rehberlik yasasının TBMM Genel Kurulundan geçmesinin ardından Cumhurbaşkanlığından da onaylanıp Resmi Gazetede yayımlanmasıyla yeni bir süreç oluştu. Artık yasası çıkmış bir meslek grubu haline geldik. Artık meslek odaları kamu kuruluşu haline geldi. Meslektaşların mukim oldukları ilde veya en yakın ilde odalara üyeliği zorunlu bir hal aldı. Bir baktık ki kimi meslektaşların bu yasal zorunluluktan dolayı demokratlığı tuttu; zorunlu üyeliği sorgular hale geldiler.Meslek örgütüne üyeliği yasal olarak zorunlu olunca “dayatmalardan,seçim hakkından” söz edilir oldu. Bir de geçmiş zamanlarda oda yöneticiliği yapmış abilerin (ablaların) yasanın çıkmasına sevinme yerine kafa karışıklığı yaratan çıkışlarıyla ve yasanın çıkmasını kişisel hesaplarına mal edememelerinden dolayı yaşadıkları hayal kırıklığı ortamı iyice bulandırdı. Oysa verilen mücadele bir kül’dür. Yani bütündür; yani mücadele uç uca eklenerek yapılmış ve tüm yönetimlerin çeşitli oranlarda katkıları olmuştur .Bu bir hizmet ve bayrak yarışıdır. Bayrak yarışında finale gelmek diğer atletlerin yaptıkları katkıya bağlıdır. Tüm meslektaşlarımızın ortak katkıları olmuştur. Yıllarca çeşitli sebeplerden dolayı üye olmadan İl Kültür ve Turizm müdürlükleri aracılığıyla vizesini yaptırma olanağı kaybolmuş meslektaşların odalara üyeliği ve aidatları sorun haline geldi. Önceki dönemlerde oda yöneticilerine ve odaların misyonuna inanmamış meslektaşların artık şu gerçeği kavramaları gerekiyor; beğenelim beğenmeyelim bir bayrak yarışı sonucu inanmamış da olsak yıllar içinde tüm yöneticilerin çabasıyla yasamız çıktı!!! (Doğrusu yıllardır hem üyelik gereklerini yerine getiren hem de aidatlarını ödeyenlere de çok ayıp oluyor!!) Bu gerçek aynı zamanda bizlere hem sosyal hem de hukuken bir statü kazandırdı. Bu statü gereği artık toplumda saygın bir yer edinme konusunda hiç kimselere şüphe bırakmayacak şekilde davranmalıyız. Yıllardır tanımında dahi zorlandığımız mesleğimizi saygın bir yere getirmeliyiz. Artık gerilla taktiği ile vergisiz-usulsüz, vur-kaç yöntemleriyle odalara da aidat ödemeden, yasal gerekleri yerine getirmeden; kayıt altına girmeden icra edilebilecek bir meslek değildir “rehberlik” kurumu. Yeni bir duruş, bir yeni rehberlik kültürünün yaratılması adına hepimize sorumluluklar yüklenmiştir. Artık yüksek okul tahsili şartı da olan mesleğin mizacı değişmelidir. Avantacı-hanutçu görüntüsünden arınmalıdır. Görgüsüyle-bilgisiyle ve artık yasalaşmış yeni statüsüyle rehber meslektaşlar; topluma mal olmayı yani meslek grupları arasında da yüksek tahsilli bir grup olarak farklılık yaratmak zorundadır. Yıllarca mücadeleye inanmamış kimselerden “efendim piyasa koşulları belli nasıl olacak gerçekçi olalım taban yevmiyeler ödenmez, meslektaşlar aldıkları ücretleri gizler” gibi ifadeler kullanmaya başladılar bile…Böylece bazı meslektaşımızın ” gelecekte nasıl davranacaklarının ipuçları mı veriliyor?”diye sormadan da edilmiyor… Unutulmasın tüm ülkemizde toplam sayısı 13-14 bin ile ifade edilen (ki bunların %50 si de faal değil) meslek mensuplarına yönelik bir yasa çıkıyor ve milyonlarla ifade edilen yasası bulunmayan insanlarımız varken kimi meslektaş şimdiden su koyvermenin işaretlerini veriyor…Önümüzdeki oda ve birlik seçimlerinde oluşturulması zorunlu olan disiplin kurullarının caydırıcılığın en önemli etkeni olacağını şimdiden söyleyebiliriz. Okumuş-yazmış bu çok “elit” meslek erbabının gerçek durumu ancak yasada öngörülen organların seçimi ve işleyişi ile ortaya çıkacaktır. Aylıkçı meslektaşların durumu en çok çalışılması gereken durum gibi görünmektedir. Bu konuya vakıf meslektaşların odaların oluşturması gereken kurullarda sıkı bir inceleme ve araştırma ile yönetmeliğe konulacak kayıtların onların durumunu da kucaklayacak şekilde oluşturulması; bu kişilerin sürece müdahil olup kafa yormasına ve her şeyi odadan, birlikten beklememesine bağlıdır. Tartışmayı yapılması zaruri olan oda seçimlerindeki oy hakkı noktasına da taşıyabiliriz. Bundan sonraki süreçte aday olacakların, oy vermek isteyeceklerin, odalara yeni üye olanların oy hakkının olup olmadığı sanırım biraz da yetkili makamların iradesiyle şekillenecektir. Nasıl olursa olsun artık oda seçimlerinin arefesinde sayılırız; tüm rehber camiasının mümkün mertebe birleşerek bölünmeyi önlemesi ve adımıza yakışır bir “hizmet yarışı” olmasını dilerim. Tüm akil adamların ( kadınların ) toplandığı bir yönetim olmasını dilerim… Rehber dostlarımızın son bir yılda müthiş artan rahatsızlıkları, by-pass ve stend müdahaleleri ile her geçen gün meslek hastalıkları konusunda bilgileniyor, kaygılanıyorum .Her türlü iklim ve rakımda seyahat eden kişiler hele ki bunu meslek edinmişlerse ; mesleki iş hastalıkların oluşması da son derece “normal” addedilebilir. Hele ki Türkiyemiz özelinde rehberlik mesleğinin iş görenleri olarak bir de buna “stres” faktörünü de eklersek son yıllardaki rehber hastalıklarındaki patlamanın nedenine inebiliriz. Düzensiz ve de çok “kaliteli” sayılamayacak beslenme de bu durumu tetikleyebilir. Ayrıca çok da belirli ol(a)mayan çalışma süreleri de cabası. Herkese selamlar…..

1 Haziran 2012 Cuma

Acaba acaba acaba????

Rehberlik meslek yasasının komisyondan genel kurula gitmesinin ardından yine onlarca soru oluştu kafalarda.... Acaba bu yeni yasa ile rehberlik mesleğini icra etmek adına olumlu neler vardı? Acaba bu yasa ile ne gibi bir güvenceye ulaşmıştık? Acaba yasasızlık daha mı iyidi? Acaba vergilendirme de olacak mıydı? Acaba yasa ile yeni bir ayrıcalıklılar sınıfı mı oluşturuluyordu? Acaba yasa tüm sorunları çözecek miydi? Acaba yeni yasa tamamen rehberi avutmaya mı yönelikti? Acaba yasa koyucu hangi dengeleri gözetmişti? Acaba Tursab mı yoksa odalar mı isteklerini kabul ettirmişti? Acaba yeni yasada öngörülen oda adedinin birden fazla olması ile odaların gücü azalır mıydı? Acaba etnik veya dinsel veya politik veya acente temelli odalar kurulacak mıydı? Acaba odalara kaydın zorunlu olması demokratik miydi? Acaba tüm rehberlerin aidat ödediği odalar arpalık haline gelir miydi? Acaba odaların denetim ve ceza kesme yetkisi acenteleri zor durumda bırakır mıydı? Acaba odaların rehberleri de cezalandırması hangi kriterlere göre belirlenecekti? Acaba rehber lobileri oluşur muydu? Acaba yeni Tursab yasası ile rehberlerin çalışma alanları daraltılıyor muydu? Acaba aklı selim galip gelir miydi? Sorular çoğalıyordu... Soru soranların bu denli düşünceli olmaları meslek adına elbette sevindiriciydi... Ancak meslek yasasının oluşumu sürecinde sesi-soluğu çıkmayan, hak talepleri dile getirildiğinde kaçıp kaybolanların süreci takip etmeleri de pek manidar.Demek ki ilkesellik değil zorunluluk ancak adam edebiliyor kimilerini ..Ayrıca yıllardır hiçbir odaya kayıtlı bulunmayan değerli meslektaşların da birden ortaya çıkması da mesleğimiz adına sevindirici bir gelişme oldu.Ancak süreç kendiliğinden gelişmedi ve bundan sonra da gelişmeyecek... Meslektaşların unutmaması gereken temel konu bu yasanın "öznesi" rehber meslektaşlardır.Yani öyle mi böyle mi demek yerine bir araya gelip sürece sivil olarak katılmak gerekir.Ortak tutumların oluşmasına yardımcı ;fikir üretilen tartışma platformlarında eski-yeni oda temsilcileri yerine yasanın hedef kitlesi olan rehberlerin konuşarak,tartışarak ve de "az oda-güçlü oda mı?" yoksa "çok-oda güçsüz oda mı?" tartışmalarını şimdiden sıkıca takibi gerekir....Yoksa birileri gelir kendine göre şekillendirir ve yine "acaba" lar kalır yanımıza... Sorunlarına sahip çıkmak yerine "birilerinin sorunlarını çözeceğini düşünmek" inanın ki saflığın ötesinde; hatta sorumsuz bir davranıştır.Hayatta her durum karşısında "kurtarıcı " bekleme alışkanlığımız artık çekilecek düzeyde değil.Keşke kimi sosyal medya aracındaki "rehber anılarına" sahip çıkabildiğimiz ölçüde yeni dönemi tartışmaya ilgili olsak... Sorunlarımıza sahip çıkmazsak ancak yine sorunun bir parçası olarak kalmaya mahkum oluruz...Oda sayısı birden çok olacakmış deyip oluşacak odaların hangi nitelikte olacağını beklemeden (ki oluşturulacak odaların adedinin o ile kayıtlı rehber sayısının en az üçte biri olması gerekiyor );odalarınıza şimdiden sahip çıkalım görüşlerimizi dile getirelim ve çok odalı olması kesinleşen yeni dönemde güç kaybını mümkün mertebe asgaride tutalım.Yani kısaca müdahil olalım,şimdiye kadar olmayanlar, bizden bir şey olmaz diyenler,yasal dayanağımız yok diyenler; buyurun yasal dayanak...Özellikle yaz döneminde çalışmalar yapabilirler. * * * * ARO başkanı Hasan Uysal'a da geçmiş olsun dileklerimi blog aracılığıyla yinelemek isterim. * * * * Bu arada Almanca Rehber kurultayının birinci yıl dönümü de geride kaldı...Geçen bir yılda yaşananları şimdi acı bir tebessüm ile hatırlayan herkese ve de emeği geçen herkese tekrar teşekkürler...

7 Nisan 2012 Cumartesi

Memleket Meseleleri

Turist rehberinden mesleğini icra ederken memleketini tüm gerçekleri ile tasvir etmesi mi beklenir; memleketinin erdemli değerlerini tasvir etmesi mi yoksa dışarıdan bakıldığı zaman görüneni mi anlatmalıdır? Rehberin görevlerinden biri de ülkesine karşı oluşmuş (yanlı/yansız) yargıları (veya önyargıları) düzeltmek/tadil etmek ve gerçeği iletmek midir? Ülkemizin gerçekleri ile turizmimizin gerçeği aynı mıdır? Yani ülkemizin dönüşümü mü gözlemlemeli ve aktarmalı , yoksa dışarıya yansımasını beklediğimiz ve arzu ettiğimiz batı standartlarına yaklaştıran Cumhuriyet erdemlerinden mi bahsedilmeli? Yoksa tüm eğitim sistemimizin salt bir İmam ve Hatip yetiştirme alanına dönüşmüş olması mı anlatılmalı? Çarpık kentleşmeyi yoksulların olanaksızlıklarından dolayı göz yumulduğundan mı; yoksa yoksulların da rantiye olduğu mu anlatılmalı? Deprem kuşağında bulunan güzel yurdumuzda tehlike arz eden yapıların yıkıldığı mı anlatılmalı yoksa “Kentsel Dönüşüm” adı altında yok edilen tarihi semtlerden ve yaşam tarzlarından mı bahsedilmeli? Geleneksel yardım severliğimiz aktarılırken günümüzün kayıtsızlığı(duyarsızlığı) konusunda da birkaç kelam etmeli mi? Toplumsal dayanışmamızı şevkle anlatırken toplumumuza hasıl olan müthiş yalnızlaşma ve yabancılaşma olgusu gizlenmeli mi? Ordunun demokrasi üzerindeki tahakkümünün sonlanmasını gururla mı anlatmalı yoksa Silivri’deki sahte delillerden utançla mı söz etmeli? Basın özgürlüğünden dem vurup içerdeki yüzlerce gazeteciyi unutmalı mı? Folklorik zenginliklerimizden mi dem vurmalı yoksa “poşu” taktığı için bir yıl tutuklu kalan öğrencilerden mi söz etmeli?...Ülkemizin farklılıklarının zenginliğimiz olduğunu gururla mı anlatmalı yoksa futbol maçlarında “..ayağa kalkmayan ermeni olsun..” sloganı ile yapılan kolektif ırkçılığın fotoğrafı mı çekilmeli?Övünülmesi gereken darbecilerin yargılanması süreci anlatılırken oğlunun cesedini bile bulamayan müdahil anneden söz edilebilir mi?Tüm dünyada azalan doğalgaz haberlerini mi paylaşmalı yoksa ülkemizde nerdeyse beşte bir oranında zamlanması mı iletilmeli?Toplumsal olarak sevgi-saygı-hürmet-çocuk sevgisi alışkanlıklarımız mı anlatılmalı; yoksa 13 yaşında 40-50 kişiye pazarlanan kızcağızın kendi rızasını tespit eden davayı mı anlatmalı?
Rehber meslektaşların hakları adına mücadelesi mi anlatılmalı; giderek rehber orjinli iş adamlarının, acentelerle anlaşarak meslektaşlarının yevmiyelerini yerlerde süründürdüğü hesapları mı (mesela 200 TL den 80-100 TL ye ) anlatmalı?Tarihimizde meydana gelmiş ve büyük fedakarlık ve dayanışma gerektiren olaylar anlatılırken; rehberlik haklarına ilişkin pek çok meslektaşlarımızın ne fedakarlık ne de dayanışma erdemlerinden nasip alamadıklarından mı söz etmeli?Cumhuriyetimizin kuruluşunda yoksul Anadolunun emperyalizme karşı başı kabak baldırı çıplak kahramanca mücadelesi mi; rehber meslektaşların birbirini satma konusundaki kahramanlığı mı anlatılmalı?
Tüm bu tablonun dışında kalıp etliye sütlüye karışmadan günü mü kurtarmalı? Ne dersiniz?...

21 Mart 2012 Çarşamba

En İyisi Uyumak

Uykudan uyandığımda kafamdan geçenleri şöyle sıralayabilirim;
Nerdeyim? Evdeyim,
Turda değil miyim? Hayır, otel odasına benzemiyor..şükür evimdeyim..
Transfer yok muydu? Allahtan; yapmış gecenin dördünde gelmiştim eve…
Oğlum evde miydi? Yo… okula gitmiş olmalıydı..bu saatte dersi başlamış olurdu…
Kaçıncı sınıftaydı? 6.sınıftaydı…
Sahi neydi şu 4+4+4 ? Takım dizilişi gibi ama bizim çocuk ikinci dördün içindeydi…
Kaçıncı sınıfta başlıyordu şu fıkıh, hafızlık dersleri? Sanırım ikinci dört yılda seçmeli olarak başlayacaktı…
Bu dersler zorunlu muydu? Hayır seçmeliydi…
Bu dersler hangi okullarda verilecekti? Tüm okullarda…
Bizim çocuk kindar mıydı dindar mı? Şükürler olsun hiçbiri…
Alternatif görüşler var mıydı? Elbette vardı..ama bölük pörçük…
Eğitim bilimsel temellerde mi verilmeliydi? Kesinlikle…
Eğitim çocukların ihtiyaçlarına göre mi yoksa,ideolojik bir araç olarak mı şekillenmeliydi?...üffffffff….
Bahar mı geliyordu? Evet sanırım Bahar Bayramı da gelmiş çatmıştı…
Bahar ve Bayram havası var mıydı?...Ne yazık ki hayır…bu aralar dikkat edilmeliydi….
Afganistan’da ülkemizin çıkarları mı vardı?...Sanmam…ama büyük ülkeyiz ya…
Benzin fiyatı 8 kuruş artmış mıydı? Sanırım litresi 2 avroyu bulmuştu…zaten satmıştım da arabayı…
Kalkmalı mıydım işler ne durumdaydı? Gerek yoktu İşler pek bi zayıftı….
Memleketin dış borcu 600 milyar dolar mı oluştu?....hmmmm….
Heslerin durumu ne olacaktı?....şeyy….
GDO’lu ürünlerle ilgili yönetmelik ne olmuştu?....bilmem…..
Pozantı cezaevi?....
Sivas davası?....
Basın özgürlüğü-tutuklu gazeteciler sorunu ne alemdeydi?....
AİHM Türkiye başvurularını askıya mı almıştı?....
ITB fuarında Türkiye standının durumu neydi?....
Meslek yasamızın durumu ne olmuştu?....
Yaz işlerine yönelik çalışmalar var mıydı?....
Dışarı çıkmalı mıydı bugün?....Sanırım dışarısı pek de tekin değildi en iyisi uyumaya devam…..

1 Mart 2012 Perşembe

Bişey Yapmalı...

Sanırım hepimizin ortak sorunudur şu “kayıtsızlık” meselesi.Hani aslında bir şeyler yapmaya meyilli de olsak ardından bizi teslim alan şu “hareketsizlik”.Küçüklükten beri içimize zerkedilmiş olan “aman çocuğum…dikkat et bak cebine bir şeyler koyarlar” gibi saf tenbihlerin veya “oğlum/kızım sana mı kaldı doğruyu söylemek…” tarzlı apolitikleştirme çabası ebeveynlerimizin veya “okulun bitsin ne yaparsan yap..” kolaycılığıyla da en sonunda “donuk”-“tepkisiz”-“kayıtsız”’lardan oluşan bir toplum haline geldik.(Kendini her şeyden soyutlamanın en güncel yolunu da bulmuş insanlarımız;kulaklık takmak.Dikkat edin tüm toplu taşıma araçlarında her yaştan insan telefonuna taktığı kulaklıkla kendini tamamen soyutlamaktadır.İsteyenler bu gözlemi kendileri de yapabilir.)Bir noktada da “nasıl olmasın” dediğinizi duyar gibiyim.O kadar darbelerden, tutuklamalardan, yargılamalardan, mapusluklardan,hasretliklerden ve soruşturmalardan elbette etkilenecektir toplum.Yılgınlaşacaktır. Korku artık toplumumuzun her alanında hissettirecektir kendini. Her yaş grubunda her toplumsal sınıfta her iş dalında. Canımız artık hiçbir şeyi eleştirmeyi-değiştirmeyi-dönüştürmeyi istemiyor; istese de mecalimiz yok.Evde-okulda-sokakta-dolmuşta-iş yerinde-trafikte-politikada-sanatta-basında-ilişkilerde gördüğümüz ve acilen değişmesi gereken tüm olumsuzlukları görmezden gelen; tavır alması gerekirken almayan “donuk” insanlar olduk çıktık.Bu durumda şüphesiz toplumsal tepkilerimizi bu denli arızaya uğratan kimi kalıptan da söz etmek gerekiyor sanırım.Şu kadercilikten mahsul “ her şey olacağına varır nasılsa bir şeyler yapılamaz..”veya “tamam olumsuzluklar var ama mühim olan can sağlığı..”gibi ; hani “en azından yaşıyoruz abi” tarzı kendini avutma tarzıyla veya “her günümüze şükür bunları bulamayanlar var..” tevazusuyla avunan insanlar.Bu tepkisiz-kayıtsız insanların başına gelebilecek her şey ve herkes de bu durumun farkında. Hele bir de kimileri var ki bu enerjisi bitmiş insanlara insanlık dışı davranmalarına karşın hiçbir tepkiyle karşılaşmıyorlar. Bu durum çok üzücü bir hal aldı. Normal koşullarda tokadını esirgemeyeceğin tipler nelere cesaret edebiliyorlar bir bilseniz…İnsanların olumsuzluklarda tepkilerini ortaya koyabilecekleri toplumlarda vatandaşın vatandaşı veya insanın insanı denetlemesi gibi resmi bir vasfı olmayan “sivil denetim/dayanışma” diye de bir kurum vardır.Mesela trafikte magandalığın kollukça cezalandırılacağını bilenler; vatandaşa da çıkışamaz çünkü vatandaş(ların) anında haklı etrafında toplanacağını bilirler.Memleketteki magandalar ise yılmış-bitmişlerin üstlerine gitmek bir yana onları mümkünse madara etme yolunu tercih ederler.Çünkü bilirler ki dayanışma ruhu yoktur.Bilirler ki trafikte birileri kavga etse kimseler dönüp bakmaz kimseler müdahale etmez; aksine daha hızlı bir şekilde olay yerinden uzaklaşmanın yolunu ararlar ve oturdukları arabalarının içinde hiç rahatsız olmadan bir de ahkam keserler.Ama camı açıp iki kelam etmezler.Etmeyeceğinizi bilenleri daha da cesaretlendiren de tam olarak bu gerçekliktir. Evet bu “aymazlık” bize-hepimize bizlere dayatılanı kabul etmekten başka yol bırakmıyor. Buna karşı çıkmanın yolu ise hepimizin karşılaştıkları durumlara kayıtsız kalmayarak sesimizi çıkarmamız yolundan geçiyor. Bu sokakta karşılaşılanlardan politikaya,iş hayatından sanata,spordan siyasete tüm alanlarda ve birlikte yapılmalıdır.Zira tek tek yapılandan dayanışma oluşmaz.Yapılacaksa hemen başlanmalı herkes işin ucundan tutmalıdır.Yani bişeyler yapılmalı…

Derin uykudaydım sesine
Uyandım ter içinde kaldım
Uyku tutmadı

Yolun ortasında henüz
Onaltısında vuruyorlar oysa
Bişey yapmadı

Sanki onlar hancı halkına
Yabancı biz ise kiracıyız da
Evden atmalı

Birisi oy peşinde öteki rant
İşinde kıyamet değilse bile
Bişey kopmalı

Bişey yapmalı
Hey bişey yapmalı
Hey bişey yapmalı
Hey

Herkesin fikrince farkımız
Çok ince yutmaya gelince
Demir lokmayı

Hileli terazi han hamam
Arazi konuşanı aşi deyip içeri
Tıkmalı

Faili meçhuller çöple
Beslenenler çalıp duran ziller
Uyandırmalı

Moğollar



20 Şubat 2012 Pazartesi

21 Şubat Dünya Rehberler Günü

Tüm rehber meslektaşlarım için;
Hani ne demişti Cahit Sıtkı üstat “… Memleket isterim Gök mavi, dal yeşil, tarla sarı olsun..”
tıpkı onun gibi 2012 yılının Dünya Rehberler gününde ben de meslektaşlarım için şunları isterim;

- Planlı kentleşme,
- Yağmurlarda çalışan kanalizasyon,
- Trafik sorununa çözüm,
- Park ve yürüyüş ihtiyacına cevap,
- Evsizlere ev,
- İşsizlere iş,
- Yalnızlara Eş,
- Bekarlara kısmet,
- Hayvanlara barınak,
- Hastalara hastane,
- Eğitimsizlere okul,
- Sokak çocuklarına yuva,
- Tinercilere terapi,
- İnançlara saygı,
- Fikirlere hoşgörü,
- Turizmde patlama,
- Otellerde doluluk,
- Otellerde rehbere ve kaptana oda,
- Otobüste konfor,
- Lastiklerinde profil,
- Çalışan mikrofon,
- Deneyimli ve güler yüzlü kaptan,
- Tur ve turist sayılarında coşma,
- Keyifli turist sayısında abarma,
- Güzel turist sayısında tavan,
- Meraklı ve coşkulu turist sayısında katlanma,
- Eğitimli ve paralı turistlerde artma,
- Alış-veriş yapan turistlerde ivme,
- Cömert turist sayısında rekor,
- Önyargısız turist sayısında şahlanma,
- Bahşişlerde kopma,
- Her şey- dahilde azalma,
- Duyarlı ve sorumlu vekiller,
- Rehber isteklerine kulak veren komisyon üyeleri,
- Meslekte yasa,
- Yasalara saygı,
- Adil rekabet,
- Paylaşımda adalet,
- Rehberlerde kendini geliştirme,
- Meslektaşlarda birbirine güven-dayanışma,
- Genç rehberlere özgüven,
- Rehber ailelerine daha fazla zaman ayırma,
- Çocuklara ilgi,
- Yaşlılara hürmet,
- Meslek örgütlerinde şeffaflık ve hakkaniyet,
- Muhalefette düzey,
- Seçilmiş meşru yönetimlere saygı,
- Yaşlı rehberlere rahat bir emeklilik,
- Acentelerde daha az bürokrasi,
- Yevmiyelere zam,
- Turistik hizmetlerde kalite,
- Camilerde “Rehber”,
- Ören yerinde “Rehber”,
- Milli parklarda “Rehber”,
- Meslekte sosyal güvenlik,
- Kazançta vergilenme,
- Herkese Sağlık,Sağlık ve Sağlık diliyorum….

Tüm meslektaşlarımın 21 Şubat Dünya Rehberler Günü kutlu olsun….

16 Şubat 2012 Perşembe

Rehberlik Mesleğinde “Mesleki Bilginin Devamlılığı Sorunsalı” veya “Günü Kurtarma Geleneği”

Bu yazımda rehberlik mesleğinin karşı karşıya olduğu zorluklarının bir kısmına ilişkin tespit ve eleştirilerimi sıralamak istedim.
Tarihe, arkeolojiye, mitolojiye, geleneklere tanık rehber aynı zamanda gününe de tanıklık eder (edebilir) mi? Etmeli midir? Hangi araç ve yöntemi kullanmalıdır ? Ülkenin objektif olarak tanıtımının rehberlik mesleğine ve ülkemize faydası var mıdır? Ülkenin tüm gerçeklerini tüm çıplaklığıyla ifadesinin meslektaşlarımızın işine ve kazancına etkisi var mıdır?
Uludere olayı, KCK-Ergenekon-Kafes-Balyoz-Sarıkız soruşturmaları, Soykırım oylaması, MİT yasası,Şike soruşturması, Cari Açık,İşsizlik,Hopa Olayları,12 Eylül yargılamaları ve nihayet Başbuğ’un tutuklanması…Aylardır gündemimizde bulunan konuları takip eden sadece ulusal basın kuruluşları olmayıp ; uluslararası basın da tüm olayları ayrıntılı olarak yurtdışından irdelemektedir.Ülkemize gelen okumuş-yazmış (Bu kitlenin sayısal olarak çok az olduğu gerçeğini de vurgulamak isterim ) turistlere laf yetiştirmeye zamanı-isteği olmayan rehber meslektaşların tarafsızca tüm ülkenin gündemini takip etme zorunluluğu mutlaktır; bu tartışma götürmez.
Ülkemizin geniş coğrafyasına sığmış tüm kültürel birikimlerin kadim izleyicisi ve anlatıcısı olan rehberlik mesleğini icra eden meslektaşlarımızın günümüz Türkiye’sini nerden gördüklerini hep merak etmişimdir. Yılın büyük bir bölümünü turistlerle geçiren meslektaşların ancak kendi memleketlerine gittiklerinde; ülkeyi ancak orada bulunup turizmle iştigal etmeyen insanlarla (akraba-eş-dost vs.) yani “yerlilerle” buluşması sonucu farklı bir bakış açısı bulup; ülkenin gerçek gündemiyle yüzleşmesi turist rehberlerinin ülkelerinin gerçek gündeminden soyut-yabancılaşmış bir yaşam sürdürdüğünü kanıtlar. Gerek çalışma koşullarının gerekse yaşam standartlarıyla ülkemizle örtüşmeyen rehber meslektaşların sokağın gündemiyle ancak “gezi esnasında- şehir turu dolaysıyla” muhataplığı sonucunda sürekli şaşırarak gelişme gösteren “yeni “ durumlarla da ancak gezdirdiği turist gruplarıyla tanık olabilmektedir. Meslektaşlarımız ülkemizin genel gidişatını objektif olarak gözlemleme yetisini biraz da turizmimizin genel gerçeklikten kopmuş olması dolaysıyla da gerçekleştiremediğini de açık yüreklilikle söyleyebilirim. Zira ülkemizde pazarlanan mal ve hizmetlerin çeşitli sebeplerden dolayı gerçek-reel-ideal düzeyde olmamasından dolayı pazarlama araçlarının ; buna rehber faktörü de dahil; gerçeklikle ilgisinin az olması kaçınılmazdır.Ayrıca sıkça karşılaştığımız “Deniz-Kumsal-Güneş” konseptli turistlerin pek de memleket meseleleriyle ilgilenmedikleri gerçeğini de göz ardı etmeden veya okumuş-yazmış turistin de alışverişe konsantre edilmesinin önemli sayılmasından dolayı memleket meselelerinden uzak durulması da salık verilmektedir.Bu gerçeklikten kopuş anlamını da taşıyan önemli durumun sonucunda ise farazi bir memlekette veya “ sanal” bir ülkede yaşandığını sanan meslektaşlarımız da vardır. Gerçeklikle ilginin azalması sonucu muhakeme yetisi de sendeleyen meslektaşlarımızın ; meslek veya sektör dışında herhangi bir uğraş edinme veya iş kurma durumuyla yüz yüze gelince başarılı olamamalarının bir sebebi de bu olmalı…Evet memleketlerini “Edirne’den Ardahan’a” dek tanıyan,ören yeri –müze demeden her yıl binlerce kilometre tepen; ancak ülkesinin hem ekonomik hem sosyal gelişimlerine yabancı kalınabilen bir meslek dalıdır aslında Turist rehberliği…Nazım’ın dediği gibi:..”hani şu derya içre olup deryayı bilmiyen balıktan da tuhaf. “Sanırım bu eleştirinin önüne geçmenin tek yolu biraz daha sırça köşklerden ayrılıp “halka” karışma, sokakta-pazarda insanların duygu ve hislerine kulak kabartma ve insanlarla bol bol konuşma olduğunu görmek gerekir.
Son yıllarda sosyal medyanın gelişmesiyle biraz daha politikleşen meslektaşların içeriği ve kaynağı belli olmayan paylaşımları da kalıp olarak paylaşıp; o konuda “sanal alemde” fikir ortaya koymaları da ilginç olmuştur. Kimi “özlü söz” sitelerinden hoşa giden vecizeleri paylaşan arkadaşlarımızın vecizelerin sahiplerini araştırmadan kullanmaları da yine süregelen yüzeyselliğin bir sonucudur. İnternet araçlarını ve kaynağını araştırmadan “tüketici “olarak paylaşılan her şeyi doğru kabul etmek de doğru bir yaklaşım olmayacaktır. Yine kaynağı belli olmayan dayatma-tehdit veya ötekileştirici paylaşımların kime veya hangi çevrelere hizmet ettiği belli değildir.
Tüm bunları aşmanın yegane yolunun ancak meslek kuruluşlarının temel bilgileri tekrar ve ilginç bir şekilde söyleşiler, konferanslar, sunumlar veya meslek içi eğitim araçlarını kullanarak (ki burada konusunda uzmanlığın yanında hitabeti güçlü ve dikkatleri toplayabilecek konukların kullanımı da çok önemlidir) meslektaşlarımıza aktarma yolunun çok önemli olduğu düşüncesindeyim. Donanımını yıllar içinde kaybeden veya bilgi birikiminin gerilediğinden şikayet eden onlarca meslektaşımıza tanıklık ettim. Rehber meslektaşların şikayetlerinden birinin de gelen turist yığınlarının ne yazık ki istenilen düzeyde (hem gelir ve hem de eğitim düzeyi itibariyle) olmayan insanlar olmaları hasebiyle bilgi dağarcığının yıllar öncesi edinilen temel bilgileri dahi aşındırdığı şikayetidir.Bu sebepten ötürü bildiğini varsaydığımız tüm bilgileri üşenmeden tekrarlamak ve aşınmaya başlayan köşeleri tespit etmekte ;mesleğimiz açısından büyük fayda görüyorum.
Her ne kadar yoğun iş temposu ve kazanç elde etme gayreti rehber meslektaşlarımızı çok yorsa da, mesleğe kendi içinden bir devinim kazandırmak meslek örgütlerimizin temel amaçlarından olmalıdır. Maksat sadece günü kurtarma olmamalıdır.Herkese selamlar…

4 Ocak 2012 Çarşamba

Ankara Ankara Güzel Ankara...

Rehberlik mesleğinin saygınlığı-özlük hakları derken yeni yılda yepyeni sorunlarımız oluştu .Bu satırları kaleme alırken Rehber Odaları ile dernekleri Ankara’da mesleğimizin geleceğine hasıl olmuş yeni sorunları görüşmek üzere toplantı ve istişare halindeler.Meslek yasamızın “rehbere rağmen “ ve rehberlik uğraşısının mesleğe ve mesleki birliklere ihtiyaç duyacağı yerde paramparça hale getiren “yeni” yasa tasarımız önümüzde büyük bir sorun gibi dururken; hükümetin önce ülkemizin bir “gerçeği(!)” olan “Melelerin” eğitim alanında istihdam edileceğini açıklaması, ardından da dinimizin gerektiği şekilde anlatılamaması sebebinde dolayı “ cami rehberliği” adı verilen yeni kadroların ihdas edildiği ve 250 kişilik bir kontenjanın açıldığı duyuruldu.(Gerçi bugün de 28 Şubat “zulmünün (!)“ eseri olarak adlandırılan 8 yıllık kesintisiz eğitimin kesintili olarak 13 yıla çıktığı ve İmam hatiplerin orta okul kısımlarının yeniden açılacağı duyurusu geçti ajanslardan.)Tabii ki ülkemizin din adamı eksikliği gün ışığı gibi ortadayken (!) faal bulunan 7000 Profesyonel turist rehberinin de din bilgilerinin sınırlı olması dinimizin yanlış ifade edilmesi sonucunu doğurdu(!).Ancak benim de merak ettiğim ülkemizde sadece İslami eserler ziyaret edilmiyor (işimize gelince hemen Anadolunun tüm dinlere-kültürler beşik olmasından dem vururuz); sadece camilerin ziyareti yapılsa anlaşılır ancak Sinagogların doğru tanıtımı, Kiliselerin doğru tanıtımı,Sünni olmayan Müslüman ibadethanelerinin tanıtımı veya doğru tanıtımı da amaç olmamalı mıdır devletimizin? Dolaysıyla 250 “cami rehberi” doğru tanıtım hedefinin ne kadarını karşılar? Olması gereken rehber mesleğinin meşru ve yasal temsilcileriyle yapılacak eğitim işbirliği ile çözülemez mi? Rehberlik mesleğinin genel unsurları bulunan sanat tarihinin,mimarinin, arkeolojinin,mitolojinin de günün birinde adı geçen alanlarındaki uzmanların “efendim doğru anlatılmıyor” gerekçesi ile itirazı durumunda her örenyerinin kapısında 10’ar kişilik (mimar,sanat tarihçi, arkeolog vs). heyetlerle gezdirilebileceği durumunu düşünmek bile insanı güldürüyor.Yani sevgili meslektaşlar mesleğimizin standartını ve eğitim seviyesini artırma yerine yerine yeni kadroların oluşturulmasını kabul etmek istemiyorum.Velhasıl sevgili meslektaşlarım önceliğimiz tabii ki mesleğimizin çeşitli sebeplerle başkaca kadrolara kaptırdığımız/kaptıracağımız tasarruflarla etkin bir kamuoyu oluşturarak ve haklılığımızı meşru ve yasal platformda dile getirmek ;ayrıca tüm demokratik enstrümanlarla hakkımızı aramak olmalıdır.
Bunu yapmazsak veya yapamazsak nitelikli birer transfer elemanına giden mesleğimizin gelecek kuşaklara bırakılması ancak ve ancak bir hayal kalacaktır. Bu konuda herhangi bir şüpheniz olmasın… Bugüne kadar herkes kendi işini ilgilendirmediğinden dem vuruyordu, ancak artık mesleğin topyekün olarak büyük bir tehdite maruz kaldığı su götürmez bir gerçektir .Artık kimseler kendi çıkarını mesleğin genel ve yaşamsal önemdeki genel çıkarlarının önüne koyamaz.Evet deniz bitti…
Yasamızın bu haliyle geçmesi durumunda da irili ufaklı birçok odanın oluşacağı ve mesleki birliğin ;mesleki güç birliğinden çıkıp marjinal ve etkisiz birer “kulüp” haline gelecek olmasını hesaba katacak olursak, önümüzdeki süreçte tüm meslektaşlarla Ankara yollarını arşınlamamızın gereğini şimdiden belirtmek isterim.Odalarımızın ve derneklerimizin Ankara’dan iyi haberlerle dönmesini diliyorum; katılımcılığın-çoğulculuğun-akılcığın ve müzakere yönteminin ve galip gelmesini tüm kalbimle arzuluyorum.Yoksa bilindik güzel bir şarkıyla başkentte boy göstermemiz gerekecek.
Ankara, Ankara güzel Ankara,
Seni görmek ister her bahtı kara.
Senden yardım umar her düşen dara
Yetersin onlara güzel Ankara...

12 Aralık 2011 Pazartesi

Nasıl Okuruz Yunus'u Karacaoğlan'ı

Mesleğimizin doğası üzerine bir inceleme yazısı yazma isteğimi sizinle paylaşmak istiyorum. Mesleğimiz bulunan profesyonel turist rehberliğinin kendine has birkaç özelliği bulunmaktadır .Bu özellikleri irdelemeye başlamadan tarihsel gelişimini de birazcık incelemek gerekir.Mesleğin ilk mensupları genellikle memleketin saygın okullarında yabancı dil öğrenen meslektaşlardı.Kendileri genellikle bürokrasinin veya varlıklı addeceğimiz çevrelerin çocukları olarak belirli bir aile içi ve okul terbiyesi görmüş; bitirdikleri okullar göz önüne alındığında mühendislik başta olmak üzere rehberlik mesleğine uzak ; ancak genel kültür ve entelektüel birikim açısından rehberliğin ülke vitrini olmasından dolayı donanımı en üst seviyede bulunan “saygın ve elit” bir kesimi oluşturmakta idi. Ülkemizin genel kırılma yılları bulunan köyden kente göçle beraber tüm toplumda olduğu gibi rehberlik mesleğinde de bir nitelik değişmesi meydana geldi.80 lerle beraber genel geçer kural haline gelen “kısa yoldan” ve her ne pahasına olursa olsun “köşeyi dönme” anlayışı ile beraber; günümüzün asli meslek içi kurallarının da temeli atılmış oldu.Mesleğini uzun yıllar istikrarlı ve başarılı yapma isteğinin yerini yalnızca “ para kazanma” arzusu aldı ki, bu arzunun tezahürü her “ne pahasına olursa olsun “ , “her ne koşulda olursa olsun” ve nihayet “ en kısa zamanda –en kestirme yoldan” anlayışının zemin bulmasına sebep oldu.Buna paralel olarak sektörün diğer aktörlerinin de aynı başkalaşıma uğramaması düşünülemezdi.Yani tüm toplumun tüm kesimleri aynı yozlaşmadan payını fazlasıyla alacak; şu istikrar ve başarı gibi değerleri temsil eden; namusuyla ,sebatla ve sevgiyle işini gücünü takip eden insanlara toplumda “işi bilmeyen”,”saf”,”aptal” veya “ korkak” sıfatları uygun görülecekti.Bu yıllarda çocuk olan biri olarak bu gelişmeyi fark edip yıllarca adlandıramadığımı itiraf etmeliyim.
Tüm bu gelişmeleri alt alta yazdıktan sonra hızla tüm meslek dallarına hakim olan ve genellikle “ne iş olsa yaparız abi” kısaltması ile meslek erbaplarının bir işi layıkıyla yapma gayreti yerine her işten anlayan (daha doğrusu hiçbirinde yetkin olmayan) yığınla meslek dalıyla ve erbabıyla karşılaşma durumuna tanık olduk. Aslında bu “ne iş olsa” sözü çok önemli bir şifreyi oluşturuyor. Bu şifreyi bendeniz şöyle okuma yolunu tercih ediyorum; hasbelkader bir iş dalında bir meslekte bulunan kişiler işlerine azami ölçüde özen ve saygı göstermelidirler.Mesleki birikimlerini geliştirme, işlerinde yetkin ve başarılı olmalarını kendilerine amaç edinmelidirler.Mesleklerini sürdürmeleri “ne pahasına “ değil zaman ve emek harcayarak “vazgeçilmez bir meslektaş “ olarak konumlanarak yapılmalıdır. Mesleğinin saygınlığı için uğraşmalı ;genç meslektaşların yetişmesi için yardımcı olmalıdır.Her işi değil “bir işi” severek, hakkını vererek icra etmelidir.İşini sevmeyerek yapanların başkaca işlere yönelmesi gerekmektedir.( Yoksa Y.Üzüm meslektaşımın hatırlattığı “Stockholm Sendromu” na benzer yani rehin alınanın rehin alana aşkı gibi garip bir durum çıkıyor ortaya.) Sevmediğimiz bir işi yapma zorunluluğu ne yazık ki mesleğin kendisine zarar vermektedir. Bu durum ne yazık ki bu denli somut hiç çıkmamıştı ortaya.
Mesleğimizin en belirgin özelliği ülkenin tarihi ve kültürel mirasını tanıtma misyonudur.Bunu yaparken de ülkemizin tüm tarihi ve kültürel değerlerine layık bir hizmet ifa etmeli, onlara saygımızı ifade ederken tembellik etmeden; öğrenerek,araştırarak, okuyarak ve de tüm ortak değerlerimizi ezberlemeden içselleştirerek ve de rol yapmadan inanarak yapmak durumundayız.Hititlerden Friglere,Likyalılardan Galatlara,Artuklulardan Seçukluya,Osmanlıdan Kemal Atatürk’e uzanan geniş yelpazeyi temsil etmede; yasal olarak memlekete gelen turistlerin önüne çıkan kişilerin “her ne pahasına “ olursa olsun konusunda tüm tarihi ve kültürel değerlerimize ,yani bizi biz yapan tüm değerler karşısında sevgi beslemeden yalnızca ama yalnızca parayı ve gücü ön planda tutmaları inanılmaz bir durumdur.Bunun vebalini taşımak da kolay değildir.Sonra nasıl okuruz dizelerini Yunus’un,Karacaoğlan’ın,Nazım’ın,Necip Fazıl’ın,Fazıl Hüsnü’nün…Unutmayın o kadar kolay değil bu işler…

15 Kasım 2011 Salı

Açık Çağrıdır

Bugün yazıma başlarken tüm ironi ve mizah öğelerinden arınmış bir dil kullanma yönünde kendime söz verdim. Sanırım vermek istediğim mesajın içeriğinin açıkça anlaşılması yönündeki içten isteğimin bu kararımda etkisi büyük oldu. Fazlaca kıyısında kenarında dolaşmadan üzerimize gelen “yeni sürecin” aciliyetine vurgu yapmak istiyorum. Şöyle ki Komisyonda bulunan yasa tasarımızın içeriğinin değiştirilerek meslek odalarının sayısının artırılması isteği (hem ülke hem de il bazında birden fazla meslek odası? Şaka gibi ); mevcut durumdaki kafa karışıklığı hesaplanacak olunursa rehber meslektaşlarımız arasındaki dağınıklığı açık bir kutuplaşmaya-ayrışmaya, son tahlilde parçalanarak güçsüzleştirmeye ve odaların etkisizleştirilmesine yönelik bir hamle olarak algılanmalıdır. Bu bağlamda artık ciddi anlamda önümüze bakarak yasamıza sahip çıkmanın günü ve zamanı gelmiştir. Birbirimizle olan ilişkilerimizde artık mesleğimizin yapılabilirliğini sürdürmek için acilen bir araya gelme zorunluluğu doğmuştur. Çalıştığımız-çalışacağımız işlerin , şirketlerin adının sanının hiçbir önemi yoktur.Birbirimizle olan ilişkilerimizin içeriği-yakınlığı veya birbirimize olan bakış açımızın hiçbir önemi kalmamıştır.Eylem sürecinin sonucunda tutunduğumuz tavrın veya daha da açacak olursak birbirimize sahip çıkma noktasındaki marazlı durumumuzun dahi hiçbir geçerliliği kalmamıştır. Unutmamalıyız ki ne şirketler geldi-geçti hiçbir varlık sonsuz değildir. Bu yıl burada gelecek yıl Allah bilir nerelerde olacağız. O yüzden ; mesleğimize bir bütün olarak sahip çıkmalıyız.Falancanın adamı filancanın yakını veya kankası olmanızın gerçekte hiçbir önemi yoktur.Nasıl ki şirket ve iş dengeleri en çok birkaç yıl sürüyor ise yine yeni dengeler oluşacak ve biz meslektaşlar yüz yüze bakmak zorunda kalacağız.Bu sebepten dolayı son günlerde sıkça beni ve benim gibi eylem sonrası çalışma sürecinin dışında kalan arkadaşlarla karşılaşıldığında edindiğim (ki kayıtsız şartsız her türlü koşulda çalışma zorunluluğu olan arkadaşlarıma haksızlık etmek de istemeden) vicdanen rahatsız olanların günah çıkarma veya kendini diğer arkadaşlarımızdan ayırma ve aklama veya acıma ;yüksünme ve şikayet etme ;hatta bıyık altından gülümsemenin hiç ama hiç gereği yoktur.Bilinir ki bu çok eski bir hikayedir…Birileri hakkını ister ve bunun sonunda zor durumda kalır bu çok ama çok bilindik bir durumdur…Ne ilktir ne de son olacaktır.Bu işe kalkışırken herhalde sonucunda gül bahçesinde madalya alacağımızı düşünmedik,beklemedik de.Dolaysıyla sebep ve sonucuyla tüm ihtimalleri hesapladık(bazı hesaplar da şaştı değil ama olsun…) , iyi de etmişiz… Bu ifademle tüm rehber meslektaşlarıma açık bir çağrıda bulunmak istiyorum. Gelin hep birlikte yasamızın istediğimiz şekilde çıkması yolunda irade gösterelim ve mücadele edelim. Mücadelemizin hiçbir şirketin özeli ile veya sahibiyle veya şefiyle, falanla veya filanla ilişkisi yoktur. Odaklanmamız gereken tek konu yasamızın hepimizi kucaklaması ve birliğimizi pekiştirmesi olacaktır. Herhangi politik veya ideolojik veya egemen güç tarafından bölünmemize fırsat tanımamalıyız. Bölünürsek yani falanca grubu bir oda filanca grubu bir oda kuracaksa yasa hiç çıkmasın daha iyidir. Odalarımızın süreci yakından izlediğini bilmekle beraber birer “rehber” olarak bizlere düşen görev elimizden gelen her şeyle oluşan bu olumsuz durumu ortadan kaldırmak olmalıdır. Hiçbir şey yapmayarak veya adam sendecilik yaparak sorumluluktan kurtulamayız. “Aman adımız anılmasın” veya “falancalar gibi oluruz” diyerek ve korkarak ancak günü kurtarırız. Mücadele edersek yarınımızı da kurtarabiliriz. Bu arada mücadele edenlerin ayağının kaymasından mutlu olanlara, onların sırtından yalanlar söyleyerek bir-iki iş fazla almanın hesabını yapanlara, iş alamayanlar sayesinde işler almaktan mutlu olanlara ve arkadaşlarının kanından beslenenlere söyleyecek sözüm tabii ki yok... Onlar zaten muhattap olmayı hak eden kişiler dahi değiller…
Yasamızın bizi tatmin edecek şekilde çıkması için yapılabilecek her türlü demokratik ve meşru mekanizmayı hayata geçirmek boynumuzun borcu olmuştur. Bu ilkeli-ahlaklı-erdemli duruşu sergileyemezsek inanın ki pek yakında en az yarımız sektör dışında bulacaktır kendini… Benden söylemesi…Sağlıcakla kalın.
Not:Bu arada Rehber ağabeyimiz Selçuk Şahin’in ameliyatının başarılı geçmesi ve onu her zamanki gibi aramızda görmek en büyük arzum olmuştur.Hadi bakalım dağların aslan adamı yen şu melaneti ve tez elden yanımıza gel…

Bu Bir Veda Yazısıdır

 Rehber örgütlenmesi süreçlerinde yıllarını geçirmiş bir meslektaşınız olarak mesleki konulardaki son yazımı kaleme almaya karar verdim. ...