25 Aralık 2018 Salı

Bana Arkadaşını Söyle


Değerli meslektaşlarım,
Neredeyse tüm meslek odalarımızda seçimler yapıldı ve kimilerinde yeni yönetimler oluştu; kimilerinde önceki yönetimler seçilerek “güven” tazelendi. Öncelikle tüm kurullara seçilen meslektaşlarımıza görevlerinde üstün başarılar dilerim. Umarım mesleğimiz hem yasal bilinirlik, sosyal statü ve hem de haklarımız açısından çok daha ileri noktalara taşınır.
Seçimlerde ülkemizdeki siyasi ortamdan çok da farklı gelişmelerin yaşanmadığını tespit etmiş bulunuyorum. Şöyle ki; seçim ortamlarını bilenler sıkı bir çalışmaya girerek; yasada öngörülen çarşaf liste sorununu kendi”taraftarlarının eline” bir “anahtar liste” vererek çözmüş oldular. Bildiğiniz üzre aslında çarşaf listenin mantığı seçmen üyelerin oy kabininde “hür” irade ile dilediği adaya oy verilmesinin önünü açarken; parçalı veya çok yönlü yönetim kurullarının oluşması; dolaysıyla yönetim kurullarının güçsüz olması sorununu beraberinde getirmektedir. Aslında demokratik gibi görünen bu durumun fiiliyatta uyumsuz yönetim kurullarındaki çatışma olasılığı tehlikesine karşı “anahtar liste” alınan bir önlem oldu.
Meslek odalarında göreve gelecek isimlerin belirlenmesinde ise tam anlamıyla (neredeyse tüm odalarda) belirli bir “arkadaş” çevresinin etkili olduğu görüldü. Bu çevrelerin nasıl oluştuğu sorusu ise yöreden yöreye değişiklik gösterdi. Kimi “arkadaş çevresi” yasa yapılmasından önceki dönemin “rehber dernekleri kurucuları ve üyeleri” olabilirken başka çevrelerde aynı nitelikteki işlerde çalışan  ve “iş alabilme” umudunu paylaşan üyelerden oluşan “arkadaş çevreleri” veya parlak bir akademisyen (muhafazakar söylemi de bilen; Cumhurbaşkanımızın davetine icabet etmenin "farz ve vacip" olduğunu söyleyebilen) etrafında öbeklenen “rehber dernek üyelerinin” oluşturduğu “arkadaş çevreleri” veya kendilerini “genç rehber” kategorisinde ve sürekli “genç olmayan rehberlerce” dışlanmış hisseden “arkadaş çevreleri” olarak sıralayabiliriz. İlk olarak yaşadığımız başka bir olay ise "mütedeyyin arkadaş çevrelerinin" blok oy kullanmaları oldu.  Tureb eğitim gezilerinde eğitmen-rehberlik yapan "arkadaş çevreleri" de "genç rehberlerin" blok oy kullanmalarında çok etkili oldu.
Kısaca tüm ülkemizdeki aday belirleme süreçlerinde “arkadaş çevrelerine” eklemlenme en büyük marifet olarak gün yüzüne çıkmış oldu.
Adayların dünya görüşlerinden, ilkelerinden, yürüteceği oda politikalarından, eğitiminden, görgüsünden, temsil kabiliyetinden, demokratik süreçlerin başında gelen aday belirleme seçimleri (ön seçimler)  veya temayül yoklamalarından; adayların hayata karşı, çevreye karşı , emek-sermaye çelişkisine karşı duruşundan ziyade “o” veya “diğer” “arkadaş çevresine dahil” olması önemsendi.
Yani genel merkez ataması; ön seçim mekanizmasına galip geldi.
Değerli meslektaşlarım bu kabil durumların “o” “arkadaş çevresinin” belirlediği ve yandaşların hiçbir şekilde sorgulamadan onaylamasının temel bir demokratik yöntem arızasından doğduğunu belirtmek isterim. Kendisine çok “eğitimli”, “en az bir yabancı dili ana dili gibi konuşan” ve donanımlı addettiğimiz meslek grubumuzun demokratik süreçlerini belirlemede ilkeler edinmesi gerektiğine inanıyorum. Bu durumun yazılması söz konusu olan “İç tüzük” çalışmasında dikkate alınarak; aday olma sürecinin de özellikle “iş gücü ve istihdam” gibi yetilerini kötüye kullanabilecek kişilerin ve etik dışı-yevmiyesiz veya meslek onurumuza yakışmayacak çalışma alışkanlıkları bulunan kişilerin peşinen aday olmasının önüne geçilmesinin de gerekli olduğuna inanıyorum.
Yöneticilerimizin tüm rehber camiasına “rol-model” olmak gibi bir ödevleri vardır. Ayrıca aday olma konusunda odaların tüm adaylara odaların imkanlarını kullanabilmeyi ve kendilerini tanıtma olanakları sunmasının gerekli olduğunu düşünüyorum. Adayların temel ilkeler ve politikalar konularında kişisel sunumlarını üyelere ulaştırabilme ve tartışma olanaklarının sunulması da gerekli olmalıdır.
 Ayrıca meslek odası yöneticiliği yapan meslektaşlarımızın zamanla birer “rehber bürokrata” dönüşme ve iktidarını ne pahasına olursa olsun muhafaza etme eğiliminin ( her ne kadar 2 dönem kuralı mevcut olsa da ) tehlikesine dikkat çekmek istiyorum. (Başkanlar için öngörülen 2 dönemden fazla aday olunamayacağı kuralı;  yönetim kurulları ve delegeler için öngörülmemiştir.)
“Seçmen” rehberlerimizin ellerine sıkıştırılan anahtar listeleri hiç sorgulamadan işaretlemeleri sorunsalı ise sosyolojik tartışmalara açıktır. Grup tanımının;” ..çıkar ve görüş birliğine sahip topluluk..” olduğu önermesinden yola çıkarak; çıkar kısmının nispeten anlaşılır olduğunu ancak görüş konusuna pek bir veriye ulaşamadığımı bildirmek isterim.
Bir “gruba” veya “arkadaş çevresine” veya “falanca şirketten iş alabilen”lere ait olmak; futbol taraftarlığında-ki;  o takıma aidiyet sahibi olmaya benzerlik gösteriyor. En büyük özellikleri “taraf “olmak oluyor. Tıpkı siyasetteki gibi; bu taraf -diğer taraf geriliminin beslenmesi sonucu herhangi bir farklı içerik sunumuna gerek duyulmadan konsolide olan gruplar taraftarlaşıyor. Tek tek konuşulsa fikir beyan edebilecek insanlar topluluğu diğer tarafa üstün gelme adına kurşun asker gibi hareket edebiliyor. Belki de galibiyet hazzı alıyor. İlginç bir durum aslında… Ardından kendi tarafından olmayana yabancılaşan rehber üyeleri ve yöneticileri söylemiyorum bile…
Son olarak da katılım oranlarının yüzde 25-35 bandında oluştuğu gerçeği aslında seçilenlerin tüm üyelerin ancak dörtte bir veya üçte bir oranda bir iradenin kendilerine ne denli meşruiyet verdiğini de sorgulamalı; oy veren-vermeyen herkesin temsilcisi olmayı hedeflemelerini gerçeğini unutmamalıdırlar.
Seçime gelmeyenlerin neden gelmediği konusu ayrı bir yazı konusudur.
Bundan sonraki seçimli Genel Kurul süreci üst kurul yani Tureb yönetim kuruluna ilişkin olarak ilerleyecek. Yine odalar arasında “arkadaş çevrelerinin” koalisyonu ile yeni kurullar oluşacak. Yeni çatı yasası konusunda kapalı kapılar ardındaki anlaşmaları/ uzlaşmaları yine bu "arkadaş çevreleri" belirleyecek...
Hakkımızda hayırlısı…
ACİL NOT: Değerli meslektaşlarım, yeni Türsab yasasında dedikodulara neden olan gelişmeler oluşacak olursa; odalarımızın, birliğimizin bir “kriz” senaryosu var mıdır?  Yani Tur tanımı değişiyorsa ve “rehberlere sadece ören yerinde ihtiyaç olacak..” veya “rehberlik fakültelerinden mezunların yabancı dil sınavına ihtiyacı olmadan Türkçe rehberlik yapabilir..” gibi düzenlemelerin çıkıyor olması karşısında ne yapacağız? Güven Parkı anıtına kendimizi mi zincirleyeceğiz? Dava açıp hukuk devleti olmanın gereğini mi yapacağız? Acil bilgilendirilmeye ihtiyacımız var…
NOT: Bu arada Anro genel kurulu yapıldı kurullara seçilen tüm arkadaşlarıma üstün başarılar diliyorum. Bendeniz ise delegeliğe aday olsam da seçilemedim… Bana oy veren tüm meslektaşlarıma yürekten teşekkür ederim..Artık bir dahaki sefere…


11 Aralık 2018 Salı

Balkan İncelemeleri 1




 Tİ-TO Tİ-TO  (“SEN ONU YAP, SEN ŞUNU YAP”)
Dağılan Yugoslavya Federal Halk Cumhuriyeti’ni oluşturan ülkelerin; ülkemizde cazip bir turistik destinasyon olmasından sonra Balkanlar bölgesine epey tur yapma fırsatı buldum. Doğal olarak mevcut ekonomik, sosyal ve etnik problemleri gözlemlerken “oralı” insanlarla konuşma; tanışma fırsatı da buldum. Abartısız olarak tüm Balkan ülkelerinde ve her toplumun kesiminden insanda nostaljik bir tavrın veya geçmişe özlem dolu söylemlerin tanığı oldum. 1990’ lardaki korkunç iç savaşların acımasızlığı karşısında eski dönemleri yaşayanların dağılma öncesinde tüm bölge halklarının kardeşçe ve barış içinde bir arada yaşadıklarını onlarca kez işittim. Taraflı tarafsız herkes bölgenin tüm Güney Slavlarını birada tutan harcın çok karizmatik lider Jozip Bros Tito olduğunu söylediler.
                Jozip Bros 7 Mayıs 1892 yılında Zagreb’e 63 km uzaklıktaki Kumlovec’te doğar. Baba Hırvat; Anne Sloven’dir.  Ailenin 15 çocuğunun 7 .cisidir.  Yoksul ailenin çocuğu olan Jozip Bros Avusturya, Almanya, Çekya ve İtalya’da metal işçiliği yaptı. Sosyalist fikirlerle çalıştığı işletme sendikalarında tanıştı. Hırvatistan Sosyal Demokrat partisine üye olarak aktif siyasete atılsa da; Avusturya-Macaristan veliahtı Franz Ferdinand’ın Bosnalı Sırp Gavrilo Princip tarafından öldürülmesi üzerine Sırbistan’a savaş ilanı ile Jozip Bros ülkesinin askeri olarak (Hırvatistan) Sırbistan’a gönderilecek; ancak savaş karşıtı olmasından ötürü ilk cezaevi deneyimini tadacaktır. (Petrovaradin/Novi Sad) Cezaevinden sonra tekrar askere alına Jozip Bros Moldova cephesinde yaralanarak Ruslara esir düşecektir. Ağır yaralı Jozip Bros 13 ay hastanede geçirdikten sonra Çar yanlısı askerlerin elinden kurtularak; ideolojik olarak yakınlık duyduğu Bolşeviklere katılacaktır. Rus iç savaşında Bolşevikler tarafında 3 yıl savaşır. 
                1920 de yurduna döner ve Yugoslavya Komünist partisinin kurucuları arasında yer alır; 8 yıllık siyasi mücadele sonunda 6 yıl hapiste kalır ve 1934’te serbest kalır. Bu yıllar içinde Türkiye dâhil pek çok ülkeyi ziyaret eder. Hemen hepsi farklı kimlikler ve farklı işlerle ilgili olup; komünist ideolojisi uğrunadır. Bu zaman zarfında ayrıca İspanya İç Savaşına katılım gösteren Enternasyonal Tugaylarının İspanya’ya geçişini organize eder. (Bu özelliği aşağıda değineceğimiz Partizan yapılanmasında kendisine büyük avantaj sağlayacaktır.) Tabii artık tüm dünyayı tehdit eden Faşist Almanya tehdidi ülkesini de tehdit etmektedir.
Mücadelesi sadece Nazilerle olmayıp onların işbirlikçileri konumundaki ve Hırvatistan’da kurulan ve Nazilerle işbirliği yapan Ustaşa Hareketi (Ante Pavelic),  Sırbistan monarşisinin destekçisi ırkçı Çetnik hareketi (Draza Mihajlovic) ve Benito Musollini’nin liderliğini ettiği İtalyan “Kara Gömlekliler” dir. Bunlar Jozip Bros’un hayali olan bağımsız birleşik bir Yugoslavyanın en büyük düşmanı konumundadır. Savaş sonrası eşitlik sözü verdiği çok uluslu Balkan halklarını bir arada tutmak tüm bu unsurlarla mücadeleyi ve savaşı gerektirir. Tüm dünyada büyük saygı ve destek görecek; uğruna şarkılar, marşlar ve hikâyeler anlatılan “Partizan” gerilla hareketini kuran Jozip Bros tüm ayrılıkçı ve milliyetçi söylemleri reddederek efsanevi Neretva Direnişi ile Nazi ilerleyişini 1943 yılında püskürttükten sonra tüm Yugoslav halklarının tartışmasız doğal lideri olmuştur. 
Yugoslav halklarının Jozip Broz’a güvenmelerinin başkaca sebepleri de olmuştur. Nitekim Alman ilerleyişine karşı koyamayan Yugoslavya kralı (2.Petar) kaçarak soluğu İngiltere’de almıştır. Slovenya’nın büyük bölümü Almanya’ya bağlanmıştır; İtalya Arnavutluk ve Dalmaçya’yı işgal etmiş ve Kosova’yı da almıştır, Voyvodina’yı Macarlar işgal etmiştir (Macarlar da Nazilerle işbirliği yapmıştır), Sırbistan ve Makedonya bölgeleri de Bulgarlara bırakılmıştır. Tüm bu parçalanmayı gören halkların Bosna Hersek’i mücadelesinin merkezi yapan Jozip Bros’a inançları özellikle Nazi ilerleyişinin durdurulması ile doruğa ulaşmıştır. Jozip Bros hem düşmanlarıyla mücadele ederken bir taraftan da insanları Partizan tarafına çekme adına gerektiğinde aşiret liderleriyle bile yüz yüze görüşmeler yaparak onları bağımsızlık uğruna savaşmaya ikna ediyordu.(Kosova/Brka Blerim)
 1942’de Yugoslavya Antifaşist Ulusal Konseyini toplayan Jozip Bros tüm halklara eşitlik temelinde özgür ve bağımsız bir birleşik devletin temeli atılmış oldu. 29 Kasım 1943’te Yugoslavya Sosyalist federal devletinin kuran Josibp Bros 1945 yılında savaşın galibi olarak Belgrad’a girer. Partizan hareketi tüm dünyada büyük saygı ve takdir kazanır. (Patizan hareketinin temel nüvesini çok ilginç olarak İspanya iç savaşına katılan 1300 dolayında çok deneyimli Komünist güney Slav gerillanın oluşturduğunu da eklemek isterim.)
6 federatif ve 2 özerk ülkeden oluşan Yugoslavya (Güneyslav Birliği) sosyalist dünyanın yıldızı durumuna yükselir. Ülkede 4 resmi dil ve 2 farklı alfabe kullanılmış, 3 ayrı din ve 20’ye yakın farklı etnik kökenden insan yaşamıştır. Örgütçü kişiliği ve herkese görev vermesinden dolayı Ti-To (sen onu yap, sen şunu yap tekerlemesinden esinlenerek) Tito lakabını alır.     
                Karizmatik lider Jozip Bros Tito bağımsızlık ilkesine o kadar bağıldır ki Komünist dünyanın lider konumundaki Sovyetler birliğinden bile talimat almayı reddederek sosyalist tarihte farklı bir sosyalizm anlayışı getirmiştir. Özellikle “milli” sosyalizm adı verilecek olan ve ekonomik işletmelerde özyönetim olarak tanımlanan, yurttaşlarına seyahat, sanat ve kültürel faaliyet serbestisi tanıyan sistemi Sovyetlerden büyük tepki çekecek ve Yugoslavya Kominternden “değişimci ve batı işbirlikçisi olması suçlamalarıyla” çıkarılacaktır. Tito tüm dünyayı hayrete düşürecek ve Stalin yönetimine karşı gelecektir. Ülkesinin kalkınması ülküsünden yola çıkarak tüm dünya ile ilişkiler kuracaktır. Hatta ne Doğu blokuna ne de Kapitalist blokuna dâhil olmayan ve hemen hepsi eski sömürge ülke durumunda olan 3. Dünya ülkelerine önderlik ederek; Dünya Bağlantısızlar hareketini oluşturacaktır. Yugoslavya, Cezayir, Mısır, Hindistan, Küba, Endonezya vs gibi yüzden fazla ülkeyi biraya getiren Tito tarihte ilk kez sömürgeci olmayan “beyaz adam” olarak 3. Dünya ülkelerine el uzatan adam olarak tarihe geçmiştir.
Ülkesini dışa bağımlılıktan kurtararak kendi milli sanayisini oluşturan Yugoslavya kendi silahlarını, uçaklarını, gemilerini, arabalarını, makinalarını, tekstil ve tarım işletmelerini tüm dünyaya pazarlayacaktır. Etnik köken, dinsel farklılıklar gibi sorun teşkil edecek hususların da anayasal olarak çözüme ulaştırılmasından sonra refahın da paylaşılmasıyla halkta müthiş bir memnuniyet oluştu. Farklılıklar refahın artmasıyla görülmez olmuş; birlik ve kardeşlik duyguları tüm etnik kökenlerde hissedilmiştir. 1974’te ömür boyu Başkanlığa seçilen Tito 4 Mayıs 1980 de yaşamını yitirmiştir.
                Soğuk savaş döneminde propaganda aracı olarak kullanılan medyada  (anaakım-mainstream) Tito’nun kimi özellikleri özellikle çarpıtılarak aktarılmıştır. Bunlardan en fazla öne çıkan kendisinin zalim bir diktatör olduğudur          (şüphesiz kim Abd-Kapitalizm karşıtıysa diktatördü) bunun yanında lüks tüketim araçlarına çok düşkün olduğu propagandası, kadınlara düşkün olduğu propagandası, viskiye düşkünlüğü propagandası vb dir. İç savaşlar sonrası kan gölüne dönen bölge ve işlenen savaş suçları düşünüldüğünde halkları aşırı milliyetçilikten uzak tutarak neleri başardığını daha iyi anlıyoruz.
Etnik ve dini aşırılıklara hiç yaşam alanı tanımadan tüm Yugoslavya haklarını barış ve huzur içinde tutmayı beceren bu büyük devlet adamının bağımsızlık mücadelesi veren Anadolu halkına da büyük saygısı vardı. Bunu 12 Mart 1978 deki Yugoslavya’nın kuruluş Yıldönümündeki tarihi konuşmasında şöyle ifade eder:
Ülkemiz kristal bir küredir. Ben Josip Broz Tito, bu küreyi ellerimle tutarak değil alttan nefesimle üfleyerek havada tutuyorum. Umarım benim nefesim tükendiğinde birisi bu görevi devralır. Yoksa kristal küre yere düşer ve tuz buz olur... İşte o zaman dünyanın kaderinin korunması başka bağımsız ülkelere kalır. Nasır, (Mısırın ilerici Başbakanı M/U) benim dostumdur ancak ondan önce dünyanın geleceğinin korunması Anadolu’ya düşer. Anadolu’da Kemalistler tarafından kurulan devletin temeli bağımsızlıktır. Bu yüzden Anadolu, dünyanın kaderini kurtarma görevini omuzlarına alır.
                Ruhu şad olsun…
                Balkanlar konusunda diğer yazılarımda derinlemesine incelemelere devam edeceğim… Saygılarımla…



21 Mayıs 2018 Pazartesi

Türkçe Rehberlik Meselesine Hazırlıklar

Değerli Meslektaşlarım,

Yeni Türsab yönetiminin "değişim" sloganıyla elde ettiği seçim zaferinin hemen ardından "Rehberlerimizle olan sorunlarımızı masada çözeceğiz" ifadesi başta umut verici olarak görünse de kulağımıza gelen söylentiler yabancı dil sınavını by-pass edecek bir düzenlemenin yolda olduğunu ve rehberlik bölümü mezunlarının hemen "Türkçe rehberlik " yapabileceği düzenlemenin hazırlandığı ve kısa sürede yürürlüğe gireceği yönünde. Hatta müze ve ören yeri bulunmayan turlarda rehber zorunluluğunu tamamen ortadan kaldırılacağı söyleniyor... 
Benim çok merak ettiğim konu böylesi bir durum karşısında nasıl bir tepki göstereceğimizdir.
Yasal düzenleme çıktıktan sonra ne tepkisi gösterilebilir ki?
Alışacak mıyız?
Yeni duruma saygı göstererek; çalışma alanımızın belki de yarı yarıya (belki daha fazla) düşmesine seyirci mi olacağız?

Meslek kuruluşlarımızın olası bunlara benzer dayatmalara karşı bir hazırlığının olup olmadığını çok merak ediyorum. Ulusal birliğimiz artık tanış oldukları seyahat acenteleri birliğiyle bu konuyu görüşmüşler midir? Bakanlıkla bir görüşme yapılmış mıdır? Anlaşmışlar mıdır?

İnanın bilmiyorum...

Bildiğim bir konu olağanüstü genel kurul hazırlıklarının yapıldığıdır; mesleki açıdan bu kadar önemli bir konuyu seçimlerimizin gölgelediğini bile söyleyebilirim.

Bu söylentiler karşısında meşru örgütlerimizin bir araya gelerek tüm kamuoyuna hitaben bir basın duyurusunu kaleme almasının gerekliliğini düşünüyorum...
 Hemen ve çok acil olarak...
Tüm üyelerin katılımıyla olası senaryolara karşı tüm seçeneklerin değerlendirilmesi ve tartışılması gerekiyor...

Konunun yeni olmadığını eski tarihli bir yazı ile hatırlatmak isterim...

Hoşçakalın...

NOT: Şubat 2015 yılından yazı aşağıdaki linkte...

http://mehmetulusoy.blogspot.com.tr/2015/02/otobusten-inecekler-var-m.html


23 Mayıs 2016 Pazartesi

Veda

Evet değerli dostlarım...

Kişisel maceramda bir deneyimin daha sonuna gelmiş bulunuyorum...

Hakkımda söylenecek-yazılacaklardan ziyade; ilk ağızdan süreci size aktarma gereği hissediyorum...
Yola çıkarken şeffaf- demokratik ve hesap verebilir bir oda arzusu taşımaktaydım...Mesleğin , sektörün ve bürokrasinin zorluklarını da biliyordum.Hele ki seçimler sonucu oluşmuş olan yk aritmetiğinin zorluğuna rağmen mücadele etmeye karar vermiştim...Görevde bulunduğum zaman zarfında hergün ofise giderken mesleğe hizmet isteği ve heyecanı duyuyor; 08.30- 19.00 mesai yapıyordum. ( görevde bulunduğum süre zarfında huzur hakkı olarak bana yasanın öngördüğünün % 63 ünü aldım...hakkınızı helal edin lütfen..)

Mesleğimizin toplum-kamu-devlet nezdindeki yerini sağlamlaştıracak; meslek ve meslektaşlık bilincinin gelişimini sağlayacak; yüksek profilli eğitim düzeyimize paralel bir yöneticilik anlayışı, meslektaşlık ve meslek yöneticiliği kültürünün oluşumuna hizmet verecektim...

Kendi adıma bu kültürün altını dolduracak davranış, dil ve düzeyi belirli ölçülerde tutturabildiğimi düşünüyorum.
Seçim sonuçlarına saygı gösteren, seçilenlerin kişiliklerine saldırmadan asgari müştereklerde buluşabilen bir anlayışı benimsedimse de yk içinde yaşanan çatışma ortamı beni yıldırdı, sinirlerimi yıprattı... Verimli olamayacağımı anladığım anda ise ( veya makama katkı koyabilecek çalışma ortamının yok olduğunu gördüğümde ise ; orada bulunmamın herkese karşı haksızlık olacağını düşündüğüm için) ayrılmaya karar verdim...

Ülkemizin egemen siyaset dilinin en etkin enstrümanları olan; rakip gördüklerini aşağılamaktan, yıldırmaktan,onları itibarsızlaştırmaktan, nobran ve yukarıdan bakan bir anlayışı hep reddettim.

Uzlaşma kültürünün gereği olarak konuşmaktan yana oldum kavgadan yana değil.Kavganın; hatta fazlasının dayatıldığı noktada ise görevi iade etmenin gereğini düşündüm ve gereğini de yaptım...

Burada altını çizmekte özellikle fayda olduğunu düşündüğüm konu ise yönetim kurulu toplantılarında şahsıma yönelik akıl-almaz çirkinlikteki saldırılara ;-ilke olarak karşı olduklarını bana söyleyen yk üyesi arkadaşların- bu tavırlarını bu çirkinliklerde bulunan arkadaşlara ses çıkarmamaları sayesinde güven ortamının ortadan kalktığı gerçeği ile yüzleşmem oldu

 Kaldı ki bu çirkinliklerin karşısında bana kişisel olarak moral veren Yk üyesi arkadaşlar bu davranışlara karşı olduklarını bana bildirmelerine rağmen; bunu Yk ortamında açıkça söylememelerinin onların da sindirilmiş olduklarına ya da karşı koymaya cesaret edemedikleri gerçeğini ortaya koydu. Yine de yk da herkesin aynı şekilde davrandığını söylemem büyük haksızlık olur. Özelden yaptığım istişarelerde bunu kendilerine de söyledim...


Sorunları saptamak gerekirse yukarıda tanımlamaya çalıştığım bir anlayış var ki;kazanılan mevki ve makamdan kendisine çıkar sağlamaktan yana olan egosuna teslim olmuş ve kendini geliştirmeyi de asla aklına getirmeyecek olan bunlar ne yazık ki kazanılan makama bir şeyler katmanın gerekliliğini "bilmiyor" hatta bunu zayıflık olarak görüyorlar.Çok yazık... Tüm genel kurul kararlarının ve denetim kurulu raporlarının web sayfasında yayınlanmasını şeffaflığın bir gereği olarak yapsam da bu davranışımdan dolayı beni; "ispiyoncu", "jurnalci" olarak yaftalayan bu anlayış sahipleri, 5 ayda önceki dönemden devreden 110 bin tl borcun ödenmesinin (!!) hesabını sormazken otobüs giydirmesi veya maraton tshirtleri için harcanan 2-3 bin tl nin hesabını sorabilecek pervasızlıklara kalkışmışlardır.

Odanın mali konularında tam bir bilgisizlik varken üyelerin paralarının nasıl harcandığını duyurmaktan onur duydum.Üyelerin odanın yıllardır nasıl bir açmaz içinde olduğunun bilinmesinin herkesin en tabii hakkı olduğunu düşünüyorum...

Bunları yazdıktan sonra korkarım arkamdan suçlamalara dahi muhattap olabilirim... Olsun...
Bu yazının devamını getirmek niyetinde hatta söz konusu arkadaşların cevaplarına cevap yetiştirme arzusunda olmayacağım...Yasal olarak süreç işlemiştir.. YK kendi içinden başkanını seçmiştir....Kendisine başarılar dilerim...

Bundan sonra blogumu bir "gezi" blogu yapma kararı aldım... Kimseyle bir hesabım yoktur. Umut verdiğim tüm insanlardan özür dilerim...

Hoşçakalın....


Not: Şahsıma yapılan saldırıların tanıkları denetim kurulundan sevgili Yücel Gökdağ ve  TUREB seçimlerine gidişteki delege arkadaşlarımdır... Çalışanlarımıza genel sekreterimiz Bilal Bilaloğlu başta olmak üzere teşekkür ederim...Tüm bu süreçlerin en başından beri yanımda olan ve seçim sürecinde hakkında söylentiler çıkarılan, vatan-millet-bayrak düşmanı ilan edilen; beni sürekli motive etmeye çalışan arkadaşlarıma ve ayrıca seçimlerden sonra tanıyıp dost olabildiğimi düşündüğüm herkesten ilgilerinden ötürü teşekkür ederim...Bu arada parasal sebeplerden ayrıldığım dedikodusunu yayanlar varmış...Gülün..geçin...



27 Mart 2016 Pazar

Sorumlu Turizm - Sorumlu Turist Rehberliği

Değerli meslektaşlarım; sezonun sancılı geçmesini beklediğimiz bugünlerde hükümetin turizm çalışanlarına yönelik olarak yapılması açıklanan destek paketlerini beklerken; terör belasının bitmesini ve ülke güvenlik algısının ve gerçekliğinin uluslararası arenada düzelmesini istiyoruz. Bunları destekleyen kampanyaların sonuçlarını bekleyeceğiz gibi görünüyor. Bu bekleme fiilinin çok uzun sürmemesini hepimiz adına diliyorum. Bekleme süresini değerlendirme biçimimiz ise tamamen bizim tercihimiz olacaktır. Benim naçizane önerim biraz meslek olarak kendimizle ilgili değerlendirme yapmamızdır. Bunu çok gerekli görüyorum. Yani nereden nereye geldik? Neleri doğru, neleri yanlış yaptık? Eleştirel bir yaklaşımla aslında biraz da mesleğimizin toplum ve devlet nezdindeki yerine ilişkin tespit ve görüşlerimizi kendimizi geliştirme adına dile getirerek bol bol konuşmalı, kararlar almalı ve tedbirler geliştirmeliyiz diye düşünüyorum.
 Müsaadenizle mesleğin genel algısıyla başlamak istiyorum. Bildiğiniz üzere mesleğimiz turizm fiilindeki “dinlenme-eğlenme” unsurunun baskın olmasından dolayı  “icrası” hep eğlenceli olan ve “gezme” fiili ile birleştirilerek; büyük emek ve özveri gerektirmediği önyargısının devamlı “ithamı” altında algılanır. Yani aslında yapılan işten çok eğlencedir ve hele ki turistlerle “deniz-plaj-otellerde” hoşça vakit geçirme olarak hafife alınmaktadır. Bu genel algının değiştirilmesi turizmin karakterinin değiştirilmesi mümkün olmayacağına göre birazcık meslektaşlarımızın mesleği mesleğin gerçekleri ölçüsünde anlatması ile bir ölçüde değişebilir.
Yukarıdaki mesleğin işten ziyade eğlence olarak algılanmasına paralel olarak mesleği icra edenlerin bu “kolay” işten “kolayca” da para kazandıkları algısı elbette mesleğimizin üzerine çökmüş olumsuz bir gölge olarak kaldı. Dürüst olmak gerekirse mesleğimizin “kolay
para” kazanmaya uygun kısmı genel algıdan çok meslektaşlarımız tarafından yıllar içinde hoyratça kullanıldı. Öyle hoyratça ki “turist rehberi” kavramını arama motorunda aradığımızda bile “kolay para” –“ yan gelirler” vs gibi konular mesleğin profesyonel kısmını örtmeye hep yeterli olacak şekilde ifade edilmektedir. Bu kanı o kadar yaygındır ki günümüzde mesleki haklarımızın talebine karşılık olarak bu “yan” gelirler belirleyici olmaya devam etmektedir. Peki bu durum sürdürülebilir midir? ( Sanırım bu başka bir yazı konusu olacak çapta bir tartışmadır.)
Peki; mesleği icra eden rehberler olarak devlet nezdindeki algımız yukarıda bahsi geçen ön yargıları barındırıyor mu diye soracak olursanız; bu konunun da istenilen-özlenen düzeyde olmadığını maalesef söylemek durumundayım. Burada biraz da turizm yatırımcılarının ve seyahat acentelerinin etkilerinin olduğunu söylemek mümkün. Her ne kadar müşteri memnuniyeti ve turistik mal ve hizmet pazarlamasında rehberlerin etkin rolü ve başarısının farkında olan yatırımcı ve acentecimiz olsa da; azınlıkta olduklarını üzülerek söylemek durumundayım.
Mesleki saygınlığımızın toplum ve devlet nezdinde meslek gerçeklerine uygun ve kabul edilebilir düzeye gelmesi, ancak ve ancak rehberlerin bireysel veya örgütsel davranışları ve fiilleriyle mümkün olacaktır. Burada herkese ödevler yüklenmiştir. Öncelikle rehber meslektaşların toplumun önemsediği, gerekli gördüğü ve sahipleneceği davranışlar içinde olmaları gerekir. Bu da mesleğin toplum ve turizm sorumluluğu bilinciyle ifa edilmesi vasıtasıyla mümkün olacaktır. Bu sorumluluğu uzaklarda aramak yersizdir. Nitekim 1999 yılında ülkemizin de kabul ettiği Dünya Turizm Örgütünün turizmin Küresel Etik ilkeleri belgesindeki “Sürdürülebilir Turizm” ilkesinin alt başlığı olarak ifade edilen “sorumlu turizm”  ilkesinin benimsenmesi; bu davranışları tüm meslektaşlarımızca içselleştirilir ve davranış haline gelirse kısa sürede yol almak mümkün olur. Rehber örgütlerinin ise sosyal sorumluluk ve kamu yararı amaçlayan projelere tüm güçleriyle asılması yöntemiyle devlet nezdindeki yeri de sağlamlaşır.  
  Sorumlu turizm ilkesinin gereği olarak turist rehberinin bireysel olarak özellikle dikkat etmesi gereken bazı hususları şöyle sıralayabiliriz.
Sorumlu Turist Rehberi, doğal ve yöresel yemekleri tercih ve tavsiye etmelidir.
Sorumlu Turist Rehberi, doğayı korumalı ve turistlerin de korumasına dikkat etmelidir.
Sorumlu Turist Rehberi, turistlerin ihtiyacını yerel ürün ve hizmetlerden karşılanmasına katkıda bulunmalı, yerel ekonomiye destek olmalıdır.
Sorumlu Turist Rehberi, Turistlerin kültürel varlıklara, inançlara, insanlara ve geleneklere saygılı olmasına dikkat etmelidir.
Sorumlu Turist Rehberi, Turistlerin yöre halkının beklenti ve değer yargılarına saygılı olmasına dikkat etmelidir.
Sorumlu turist rehberinin kişisel çıkarı ile turizm sektörünün genel çıkarları arasındaki tercihini; uzun vadede turizmin gelişmesi yönünde kullanmasının gereği sanırım herkesin üzerinde kafa yorması gereken önemli bir noktasını oluşturmaktadır.
Yukarıda sayılan “sorumlu turizm” çerçevesinin acentelerimizce de içselleştirilmesini diler; bu yazının yeni tartışmalara vesile olmasını dilerim…

Not: Biçen abimiz göçtü… Rehberlik mesleğinin “Can Yücel” ini kaybettik… Yolu ışık olsun…


13 Aralık 2015 Pazar

Zafere Giden Yollar ve Iyi niyet Taşları

Blokumu izleyen arkadaşlar takip etmişlerdir. Rehberlik mesleğinin saygınlığı ve geleceği konusunda kendimce doğrularımı paylaşmaya çalıştım,çalışacağım.
Gelinen yer itibariyle kimi tespitler yapmaya çalışacağım.Şöyle ki;
Rehberlik yasasının çıkması ile elde edilen ve edilemeyen faydalarda, bazen devletin bazen Türsab'ın ,bazen odaların, bazen birliğimizin bazen de meslektaşlarımızın kendilerinin etkin rolü oldu.
Öncelikle bakanlık-Türsab ilişkilerini irdeleyelim,
Devlet nezdinde etkili olabilmenin yolu; bakanlıkla iyi-uyumlu ilişkiler tesis etmekle sınırlı kalmıyor.Türsab'ın mali boyutu ve konum sal gücü itibariyle  etkisi kesinlikle yadsınamaz.Rehber camiası ne kadar elini uzattı ise de buna karşılık olarak yeni  1618 sayılı tasarının içeriğinden anlayacağımız artık "barışçı" yöntemlerle, uzlaşmayla rehber haklarını bırak ileri götürmeyi; haklarımızı muhafaza edebilmenin büyük mücadelesi  önümüzde dev bir meydan okuma olarak görünüyor.
Bu mücadeleyi tek başına birlik yürütemez. Bunun tüm odaların katılım ve niyet göstereceği ve  bir ulusal plan geliştirilerek yürütülmesi ve tüm olasılıklara göre hareket edilmesi gerekiyor.Yoksa  telafisi mümkün olmayacak bir mesleki haklardan kopuş yaşanacaktır. 
Karşımızda duran bu büyük mali güce ancak odalarımız (dolasıyla birlik) da yasal ödentiler  dışında gelirler yaratarak karşılık vermelidir.Mevcut mali yapılarla odaların bırakın birliği;  kendilerini idame ettirecek finans kaynakları mevcut değildir. Yani, odalar iyi yönetilemez ve yasal ödentilerini yapamazsa birliğin gelir yaratmak için elindeki enstrümanlar zorlama olmaya; nihai  çözüm olmamaya devam edecektir. Mevcut statükonun devamı çözümsüzlük olarak görülüyor.
Odalarımızın bir kamu kurumu niteliğinde meslek kuruluşu olduklarını, derneklik döneminin  geride kaldığını, haklarını geliştirmenin diğer STK ların da gücünü kullanarak katlanabileceği  gerçeğinden haberdar edilmesi gerekiyor. Üretim sektörüyle, hizmet sektörüyle, odalarla,  sendikalarla,barolarla, dernek ve vakıflarla ortaklaşarak maddi güç kullananlara eşit hatta daha  büyük bir ağırlığı oluşturmanın elzem olduğu apaçık ortadadır.  
   Gelelim odalarla birlik ilişkilerine; bunlarda da ne yazık ki kurumsal ilişkilerin kişisel ilişkilerin gölgesinde kalmış olduğu acı gerçeğiyle onlarca defa yüzleştim. İnsanlarımız kurumsal kimliklerin gerektirdiği olgunlukta ve yapıcılıkta olmayıp; günümüzün kötü bir alışkanlığı olan ötekileştirici,  ayrıştırıcı, dar kadrocu ve makam meraklısı tutumlar sergileyerek "birliğin", "sağlanmasından"  ziyade "çözülmesini" hedefleyen davranışlara giriştiler.Bu durum hem odalar hem de birlik için  farklı gelişmedi..Bu durumda verimli olunmasının mümkün olmadığı açık, ancak yasa gereği  yapılması gerekenler asgari ölçüde yapılmış oldu. Unutmayalım güçlü birlik ancak ve ancak güçlü  odalarla mümkündür.
Gelelim meslektaşlarımıza; onlarda kimileri zorunluluktan, kimileri kasten (bilerek ve isteyerek) meslek yasasının delinmesine gönüllü ya da gönülsüz (ki biliyorum ki aslında çoğu zaman gönülsüz) izin vermek durumunda kaldılar. Kimileri de kaçak rehber denetimlerinin etkisizliğinden şikayet ederek (haklı olarak) isyan ettiler.

 Derseniz ki peki..sen neler yaptın?
Elimden geleni... Kolay olmuyor, 5 kişilik bir heyetle çalışmak,ulusal konularda sürekli yollarda, yönetmelik mi dersin,eğitim uzmanlıklar mı  dersin, tüzük  mü dersin, broşür mü dersin, denetim  çalıştayları, dil sınavları, kart basımları, tasarımlar, oda seçimleri vb. Burada tabii ki hatalar yapıldı; ancak  düzeltmek için de kurul üyeleriyle müzakere/münakaşa gibi durumlarla yeni yollar çizildi hatalardan dönülme yolları da arandı.   Peki mükemmel mi oldu? Tabii ki değil...Ancak en azından bundan sonra nasıl gerçek birlik olunabileceğine dair  fikir ve tecrübelerim oluştu.Yapılacak çok daha fazlası ve iyisi var...

Odaların düzelmesi adına bir şey yapıyorum...Evet Antalya Rehber Odası başkanlığına aday  olduğumu açıkladım. Sağlam yapıların sağlam temeller üzerinde duracağını bildiğimden bu sorumluluğa soyundum.Bunu yaparken yönetim kurulunun teşkilinde özellikle bazı  ilkeler çerçevesinde hareket  ederek;    önceki dönemlerdeki kimi alışkanlıklara  da son verilebileceğinin mesajını vermek istedim. Toplumumuzun demokratikleşmesindeki en  etkili mücadelenin eşitlik olduğunun bilinciyle kadın adayların en etkin noktalarda olmasını tartıştım ve sonucunda 8 kişilik yönetim kurulu aday listesinde 6 kadın aday olması yönünde çabam sonuç da verdi. 
Mevki- makam düşkünlüğü olmayan, dışa açık, kendine güvenen ve herkese eşit mesafede  olacak bir yapıyı teşekkül etme niyetimizi paylaştım ve bunda da karşılık buldum. Ayda bir imza  tamamlayan kurul üyeleri toplamaya hiç niyetimiz olmadı.Potansiyeli büyük olup  (bu düzeyde) henüz bir sorumluluk almamış kuruldaşlarımın bir nevi önünün de açılmasını  istiyorum ki, tüm ülkedeki mevcut statüko dışında insanlar da sorunlarına sahip çıksın.Hep aynı kişilerin yönetimlerde olması üyeler nezdinde bir süre sonra bıkkınlık yaratıyor. Antalya' mızın temsili açısından da bu yönetim kurulunun kalıcı etki bırakacağını ve Türkiye çapında adından söz ettireceğini düşünüyorum.  
Aday sayısının çokluğuyla ilgili şikayet edilmemeli, salt eleştirilerle yetinen çevrelere inat herkes el yordamıyla nelerin yapılması gerektiğini kendince açıklıyor ve talip oluyor.Bu takdir edilesi bir durumdur.
An itibariyle kimi çevrelerde sürdürülen kampanyalar çerçevesinde kişisel suçlamalar, karalamalar, iftiralar ve hedef göstermeler sonucu seçim ortamı çok aşırı gerildi. Hele ki aday gösterdiğimiz meslektaşlarımıza yönelik "...çekil..önümüzde durma...kime hizmet ettiğini bilmiyorsun.." tarzındaki telefon aramalarından insanlara bıkkınlık gelmiş durumda.Tüm bu olup bitene karşı hala "zafere giden her yol mübahtır" diyecek pişkinliğe sahip olanların mesleğimizi bir gram ileriye götüremeyecekleri; itibarını artırmak yerine daha da küçülteceklerine inanıyorum. Zafere giden her yol mübah değildir değerli arkadaşlar... Zafere de mağlubiyete de giden her yol ahlak ve erdemle gidilmesi gereken yollardır. 
Bu sebeple hiç kimseyi görüşünden, fikrinden, kararından dolayı kınayacak değilim. Bahsi geçen seçim dünyanın sonu da değildir.Bu olgunluğa erişmemişlerin yeri oda yöneticiliği de olmamalıdır.

Her şeye rağmen kişisel polemiklere girmeyeceğim... Dilerdim ki seçimler dostane bir havada cereyan etsin...Yine de tüm adaylara başarılar dilerim.




2 Kasım 2015 Pazartesi

2 Kasım Sabahına Uyanmak


7 Haziran seçimlerinden sonra gelişen olayları düşündüm ;  terör saldırıları, yüzlerce masum gencin canlı bombalarla katli, sokağa çıkma yasakları,uykusunda  ensesinden vurulan polisler,karakol baskınları,kazılan hendekler, şehit cenazeleri, sınırlarda bekletilen cesetler, Tv kanallarının platformlardan atılışı, gazete baskınları, gazetelere kayyum atanması, yayın yasakları gibi çok üzüntü verici gelişmelere tanık olduk.
Ekonomik durgunluk, döviz artışları, umutsuzluk, korku tüm toplumda derinden sezilen endişe  sokaklara sirayet etmişti.
Ülkemizin hukuk devleti olması, yargımızın bağımsızlığı, demokratik hakların gerileyişi gibi  konuların tüm toplumda hissedildiği yargısına kapılmış durumdaydım. 
Öyle ya baskı sonsuz dek sürecek değildi... Tüm dünyada olduğu gibi toplum bir yerde tepkisini verecek; muktedirler iktidarlarını hoyratça kullanamayacak, demokratik mekanizmalar işleyecek ve  restorasyon ve yeniden inşaa başlayacaktı.
Demokrasinin ekmek-su gibi temel ihtiyaç olduğunun bilincindeydim.
İnsanlar yoksul da olsa, fakir de olsa , cahil de olsa artık baskıların seçimler eliyle gerileyeceği  umudunu besliyordum.
Evet ve sanırım istenilen oldu.. Seçimin galibi tam bu olayların sebep verdiği "korku" oldu...İş  korkusu, kriz korkusu, enflasyon korkusu, "verelim 400" ü huzurumuz kaçmasın korkusu, alternatifsizlik korkusu, perpektifsizlik korkusu...
Velhasıl ülkemizde demokrasi ekmek-su kadar önemli değilmiş...
Ekonomik çıkarlar tüm ideal değerlerin önünde imiş...
Kimselere küfür etmenin, memleketten kaçmanın hesaplarını yapmanın hiç bir anlamı yok... 
Gerçeği kabullenmeli ve insana en baştan yatırım yapmanın yolları aranmalı, 92 yıllık Cumhuriyet serüvenimizde demokrasinin toplumca nereye konumlandırıldığının tartışması bu yazının çapını aşar. 
Ülkemiz insanı ekonomik fayda temelli- muhafazakar-elitlerin sorunu olarak adlandırılan temel haklar, internet yasakları veya yolsuzluklara veya basın özgürlüğünü birincil sorun addetmiyor.
Hatta kendi düşüncesinde değilse "başkalarının" bombalarla paramparça edilmesine dahi aldırış etmiyor..Anlaşılan bu..
Olanlar ise canlara oldu... Her biri cihan parçası çocuklarımız; kentlerde, dağlarda, karakollarda... Korku adına ailelerine ömür boyu ve kuşaklarca unutulmayacak acılar yaşatıp, hayatının baharında solan çiçeklerimize...
Eee? Ne yapılacak? İnternet başından ayrılarak politikanın merkezine girilecek, sahaya, alanlara, halkın içine... Sanal alemi tüm alem sanmayacağız, ayrımcı- seçkinci - dışlayıcı olmayacağız...eğitimden vazgeçmeyeceğiz... Demokrasinin- dayanışmanın- eşitliğin-uygarlığın  ve hoşgörünün  ekonomik  çıkarlara bağlanmadan talep edilmesinin erdemini yayacağız... Umutsuz olmayacağız..Uzaktan  küfrederek kimseyi değiştiremeyiz- dönüştüremeyiz...  
Durmak yok yola devam...Önemli olan istikrar... 
Not: Oda seçimlerine ilişkin bir şeyler yazmak gelmedi içimden..

5 Eylül 2015 Cumartesi

Bir Yerden Başlanmalı



Değerli okuyucular, son günlerde yaşananlar üzerine bırakın yazı yazmayı düşünmek dahi istemiyorum.
Toptan bir akıl tutulması ve vicdan kararması yaşadığımız kesin.

Sosyal medya mecrası tam bir bombardıman altında...
Sahile vurmuş boğulmuş bebek resimleri,
varlıklı batının mülteci akını karşısındaki iki yüzlü tutumuna ilişkin yayınlar,
çatışmalarda yaralanmış veya ölmüş veya parçalanmış insan/ceset resimleri (hatta kadın olduğu için kıyafetleri soyulduktan sonra çıplak bedenleri yayınlanan),
her gün kendisini daha da belli eden- dayatan- mutsuzluk ve umutsuzluk yayan yayınlar,
bırakın felsefi derinliği; genel medeniyet kurallarını dahi hiçe sayan davranışların videoları- resimleri,
vahşi hayvan sürüleri gibi topluca bir tek şahsa saldıran memleket “ esnafı”,
hükümetin- emniyetin- yargının yapacağı hukuka aykırı eylem ve işlemlerini yayınlayan twitter fenomenleri,
herkesi bir taraf olmaya davet eden; olmayanı vatan haini olarak damgalamaya aday paylaşımlar,
plajdan ayağını çeken arkadaşların resimleri,
sofra- yemek- mekan paylaşımları,
iktidarı uğruna ülkeyi yangın yerine çevirenlerin algı yaratma adına paylaştıkları,
iktidar yanlılarının her hangi muhalif sayılacak bir görüşe küfürlü-beddualı ve tehdit içeren kepaze
paylaşımları,
barış taleplerini hükümet-devlet-millet karşıltığı sayan paylaşımlar,
kişisel gelişim paylaşımları,
selfieler,
turda çekilen grup selfieleri,
pollyanacılık içerenler,
börek paylaşımları,
sahte habere yanlış fotoğraf içeren paylaşımlar,
sahte fotoya yanlış haber içeren paylaşımlar,
fotoşoplu haberler,
haberli fotoşoplar,
milli duyarlılıklarımızı kabartan uygur-çin içerikli paylaşımlar,
paralelcilere sevinen ordu taraftarları,
ulusalcılara seslenen sosyalistler,
sosyalistlere selahattinin gerçek yüzünü gösteren videolar,
teknede viski içen şerefsiz paylaşımları,
çark eden politikacılar,
politika yapan çarkçılar,
kedi videoları,
allah yazan arı kovanlı paylaşımlar,
atatürk karşıtı paylaşımlar,
kadın karşıtı paylaşımlar,
din yanlısı/karşıtı paylaşımlar,
türban karşıtı/yanlısı paylaşımlar,
hükümeti islam davasının savunucusu görenlerin paylaşımlar,
arakandan, bosnaya, afrikadan, bayırbaşı türkmenlerinden bahseden paylaşımlar,
tır paylaşımları,
katil işidçi paylaşımları,
tapeler,
restorasyon resimleri,
yağmalanan kıyı haberleri,
yeşil yol,
tayin-atama-sınav-torpil-rant-kazanç kapıları paylaşımları,
türklüğün üstün bir meziyet olduğunu herkese kanıtlayan paylaşımlar,
türklüğün her hangi bir meziyet olmadığını kanıtlayan paylaşımlar,
kürdün nefret edilmesi gereken birileri olduğunu veya toptan yok edilmesi gerektiğini kanıtlamaya çalışan paylaşımlar,
fatih terim paylaşımları,
gs-bjk-fener-trabzon paylaşımları,
köşe yazısı paylaşımları,
Evet...
Epey uzun bir liste oldu galiba...
Tüm bu paylaşımların akıl sağlığımız hakkında fikir vermeye müsait olduğunu söyleyebilirim.
Her haberin bilinç altımızda hafızalandığını unutmayalım.Vay haline hard diskimizin....
Taraftarı olduğumuz fikirlere ilişkin paylaşımları “like” layarak destek olmuş, muhalif olduğumuz konuların altındaki yorum kısmına bir şeyler yazarak cahillere derslerini vermiş olduğumuzu mu sanıyoruz?
Hayat sanal alemdeki algıdan ibaret değil değerli dostlarım.Hedefler ancak gerçek insanlarla somut şeyler yaparak elde edilir.Klavye başında bir şeyler yazarak çevremizde bugüne değin hiç bir şey değişmemiştir.
Hedefiniz ne olursa olsun gerçekle yüzleşilmelidir.
Gerçekler de sokaktadır, pazarda, kahvede, kafede,sınıfta, anfide, fabrikada, atölyede, dairede, serviste, takside, turda, aile içinde, eşte-dostta-akrabadadır...
Katılımcılık anlamında önümüzdeki en önemli sınav 1 Kasım seçimleridir...
Herkesin oyunu vermesi gerekiyor...Oradan başlayalım derim...



11 Haziran 2015 Perşembe

Odalarda Işıksızım



Evet, rehber odaları 2015 yılının sonunda , birlik ise Mart 2016 gibi seçimlere giriyor. Geleceğimiz ile ilgili bir çok konu bu seçimlerin sonucunda daha da netleşecek gibi görünüyor. Mesleğimize yönelik büyük tehditler var... Türsab yasa tasarısı, Alan kılavuzluğunun ( çıkmasını beklediğimiz) yeni yönetmeliği, Türkçe rehberlik meselesi, şemsiye turizm yasası garabeti, kaçak rehberliğin etkin şekilde denetlenememesi, yevmiye altı ücret ödemeleri, etik kurallara riayet edilmemesi vs.

Bu seçimlerle birlikte yılda bir kez aidatını, bir kez çalışma kartı ücreti ödeyen ve sahanın sıkıntılarını bilmeden ve her fırsatta “..yahu ne vardı yasa çıkacak?..çıktı da ne oldu..” diyeceklerin mesleğimizin geleceği adına; oy vermek suretiyle sürece müdahil olacağı bir seçim süreci geliyor.
Sahadaki arkadaşların bu meslek hakları meselesine yaklaşımları biraz da bilgi eksikliğinden kaynaklanıyor.Burada da biraz tembellik, biraz kaygısızlık ama her halükarda “pastadan en fazlasını alma” niyeti olan bir meslek grubundan söz edilebilir.Bir fiil yasa dışı ( kaçak rehberlik gibi) olunca otomatikman suç olup ceza yasasına girmiyor ; kabahat olup kabahatlar kanununca düzenleniyor.Bu durumda kaçak rehberliği kabahatler kanunu düzenlediği için kolluk gücünün kendiliğinden müdahalesi söz konusu olamıyor.Kaçak rehberliğin etkin denetimi aslında devletin “gayretiyle” doğru orantılı bir durum.Ancak zamanla düzelebilecek bir konu.Bu vesile ile odalarımız hakkında bazen haksız olarak “...kaçakları denetleyin..bizi niye denetliyorsunuz..” şeklindeki sitemlerin çoğu zaman yersiz olduğunu da söylemek isterim.İnanın odalarımız il kültür turizm müdürlüklerinden memur ve kolluk alana kadar akla-karayı seçiyor.Çok zor işler bunlar...

Meslektaşlar bir de kendileri arasında da barışık değil.Kimi üniversite mezunu olmakla, diğeri mühendis-rehber olmakla övünüyor.Biri dil dışı çalıştığı için hayıflanıyor, diğeri operasyon gruplarına çalışamadığı için.Biri sejourcuyum diyor, diğeri anadolucuyum.Biri yerliye çalışıyor , diğeri yabancıya vs.... Bu durum aslında meslek içinde bir çok değişkenliğin olması gerçeğiyle paralel yürüyen bir sorunsal.
Sevgili meslektaşlar, kendi adıma yaklaşık 2 yıllık gözlem ve deneyimler ışığında nacizane bir kaç bilgiyi; ardından da dilim döndüğünce kimi tespitlerde bulunmak istedim.Umarım faydalı olur ve kimse kişisel algılayarak küsmez,darılmaz...
* * * * * * *

Odalarımız henüz kamu kurumu niteliğinde meslek kuruluşları olduklarını ne yazık ki idrak edemediler.
Artık daha önce devletin bakanlığının olan bir çok yetki odalarımızın eline geçti.Geçti de ne mi oldu?
Yasal statü ve yaptırım kazandılar.Yani bir yerde ikamet eden rehber o yetki çevresindeki odaya üye olmak zorunda!

Yani bu durumda üye sayıları hiç olmadığı kadar artış gösterdi.Buna bağlı olarak gelirleri de arttı. Devlet daha önce sadece kendisi denetleme yapabiliyorken; artık odalarımız kendi istihdam edeceği personel ile bu yöntemi kullanma konusunda yetkilendirildi.Peki bu yapıldı mı? (yapılıyor mu?) Ne yazık ki bu yetkiyi kullanarak istihdam edebilen oda sayısı, toplam sayısı olan 13 odadan ancak 5'i.. Mesela üye sayısı ancak 550 dolayındaki bir Rehber odası denetmen istihdam ederken 1000 üye sayılı bir başka odanın denetmeni yok; veya üye sayısı 500'ün altındaki bir rehber odasının denetmeni varken aynı üye sayısına sahip başka bir odanın denetmeni yok. Üye sayısı 1500 dolayındaki bir rehber odamızın dahi denetmen istihdamına yeterli bütçesinin olmadığı bir ortamdan söz ediyorum....Kimileri yapabiliyor da kimileri de yapamıyorlar mı? Ne yazık ki evet.. Yapamıyorlar...peki yapanların maddi durumları çok mu iyi? Ne yazık ki hayır...Haksızlık etmeyelim kimi odanın ancak 100 üyesi var ve yıllık aidat gelirleri ancak bir büro kirasına ve telefon, su parasına yetiyor.Ama kimilerinin binlerce üyesi var ve halen yapamıyorlar. Bu durumda büyük diyebileceğimiz kimi odaların yönetim anlayışlarında önemli eksiklikler olduğu ortaya çıkıyor.
Bu eksikliklerden ilki denetim mekanizmasının anlamını kavramamış olmak olmalı...Çünkü bir rehber meslek odasının ilk görevi rehber üyesinin haklarını korumak ve geliştirmektir.
Hakları geliştirmenin en önemli ayağı ise piyasadaki işleyişin kanuna ve yönetmeliğe uygun cereyan edip etmediğinin denetimidir.( Sahada bürokrasiden kaynaklı sıkıntılar yok mu?..

Elbette var, ancak onları da duyurmak onlarla yeri geldiğinde ortaklaşmak, yeri geldiğinde omuz omuza mücadele etmek gerekiyor; ki bahsi geçen kurum ve şahıslarda böyle bir durumu da gözlemlemedim) Bu durumda bahsi geçen odaların asli görevleri olan denetime odaklanarak diğer tüm gider kalemlerini kısmaları gerekmektedir.Zira görünen o ki denetim ancak denetime “para” yatırınca hedefine ulaşabilen bir olgudur.
Yani odalarımızın idari-personel ve genel giderleri konusunda gelecek dönemde rehber meslektaşlara ciddi programlar sunmalı; ayrıca mutlaka denetmen istihdamı konusunda yaşadığımız seçim sürecindeki gibi birbirleriyle rekabet içinde olmalıdırlar.

Elde edilen gelirlerin az olması veya azalmış olması durumu yaşanıyorsa da bunu üyelerine samimiyetle açıklayarak, gerekiyorsa bir “dayanışma aidatı” talep etmelidirler.

(Burada çekinilecek bir durum yoktur.Zira önceki yıllardaki zorunlu seminerlerin ortadan kalkmasıyla odaların ciddi gelir kayıpları söz konusu olmuştur.Ancak anlayışlı rehber meslektaşlarında talep halinde bir “dayanışma aidatı” ödeyebilecek güçte olduğunu da biliyorum)

Mesleğimizin saygın bir yere gelmesi de pek ala haklarımızı korumakla eşdeğer bir faaliyettir.Odalarımız toplumda rehberlik farkındalığı yaratma adına da diğer etkili STK , meslek oda ve birlikleriyle veya sendikalarla, vakıf ve derneklerle de bir araya gelmekten uzak. Çoğu yönetici işlerinin peşinden koşmakla, bir çoğu rehberlik dışında ticari faaliyetler peşinde koşmakla bir kısmı ise “hiçbir şeyle” meşgul...

Sevgili meslektaşlarım, ümidim odur ki bu yazıyı bu işleri bilmeyen; ancak gelecekte niyetlenen ve yukarıda saydığım konulara hassasiyet gösterecek ve görev alacak kardeşlerimiz okusun. Rehberlik mesleğinin gelişmesi ancak ilişki içinde olunan tüm bileşenlerle ilişki kurarak olur. Oda yöneticileri mesleğin tanınması, yasanın tanıtılması, rehberlik mesleğinin gerekliliği gibi konularda farkındalık yaratmakla mükelleftir. İster sosyal medya kullanarak, ister gidip insanlarla konuşarak veya dayanışma içinde olarak. Oda yöneticiliğini kartvizitinde taşıması gerektiğine inananların çoğunlukta olduğunu düşünüyorum.Ya da bu sayede iş olanaklarını geliştirdiklerini düşünüyorum kimilerinin.

Bir de mesleğin geleceğine bir kara gölge gibi düşmüş olan yeni 1618 sayılı yasa tasarısı var ki; değinmeden geçemeyeceğim. Yasa tasarısına karşı odalar bazındaki karşı çıkışlar çok cılız olmakla beraber; kimi oda yöneticisi, yasa tasarısından da anlaşılacağı gibi “ ..rehberlik okulu mezunlarından yabancı dil puanı dahi gerektirmeden..” Türkçe rehberlik hakkı kazanmalarını istiyor.Yani mezun olan direkt Türkçe rehberlik yapabilsin. Türsab yönetimi bu savlarını destekletmek için bilumum turizm fakültesi akademisyenlerini bir araya getirerek sözüm ona “algı” operasyonu yapıyor.Efendim neymiş; rehber sayısı yeterli değilmiş...Kuyruklu yalan... Rehber enflasyonu yaratarak işlerini nasıl “bedavaya” getireceklerinin hesabı değilse de ne? Türsab yönetimi ile paralel görüş belirten oda yönetimi yıllar öncesinde “..yahu bu alan kılavuzluğu bizi ilgilendirmez, çok basit iş hiç karışmayalım..” diyenlerin ardılı arkadaşlar.

Yani Türsab'ın bir sermaye kuruluşu olarak bu kabil işlere girişmesi anlaşılır olsa da, oda yöneticilerinin bu minvalde görüş belirtmelerini anlamak mümkün değil.Şimdi de Istanbulumuzun orta yerinde “gençlere gönüllü rehberlik veya ask me ” hizmeti başlatan bir belediyenin, gençlerini de malum odanın eğiteceği bilgisini aldım ki akıllara zarar..Meslektaşlarını bilgilendirmek-bilinçlendirmek, tasarının mesleğimize olası zararları hakkında toplantılar tertip etmek veya birer STK olmalarının farkına vararak tasarıdan etkilenecek diğer paydaşlarla sorunları “ortaklaştıran”; bu sayede cılız sesimizi gürleştiren tek bir oda yönetimine tanık olmuyoruz.Öyle ya tasarı kimleri etkilemiyor ki; emlakçıdan, taşımacıya, otelciden, tedarikçiye; ama en çok da rehberleri...Bir kaç sivil rehber oluşumu dışında herkes “sus-pus”...Bu sektörlerin temsilcileriyle, dernekleriyle, sendikalarıyla, birlikleriyle veya şubeleriyle sesimize ses katan ne yazık ki yok...

Bir başlık da çok “ayıp” bir konuya açalım...
Evet, mesleğimiz hakkında esnaf-acenteci veya ilgili yurttaşlar arasında adımız düpe düz “avantacıya” çıkmıştır.Yani o kadar ki.. Çanakkale tarihi Alanına girdiğimizde eğri büğrü bir bahçe teline tutturulmuş bir kocaman bir kartonda şunları yazdıracak kadar:

” Rehberler ve Kılavuzlar! Lütfen müşterileri yönlendirmek suretiyle esnafın rızkıyla oyamayın..”. Bu o kadar kabul görmüş ki herkes bu durumu dile getiriyor. Sade vatandaş getirdiği gibi Turizm Bakanlığı Müsteşarının bulunduğu önemli toplantılarda da Türsab eliyle (diliyle) getiriliyor; ki böylesi bir suçlamaya maruz kalmak bile mesleğimizin saygınlığı açısından kabul edilemezdir. İşimizin ,emeğimizin karşılığı ancak ve ancak yevmiyemizdir. Yan kazançlara muhtaç olmak, tüm meslek grubumuzu bu kabil “utanılası” suçlamalara maruz bırakıyor.Asıl gelirinde ısrar eden; yan gelire “göbekten” bağlı olmuyor. Yan gelir de elde edilsin, buna itirazım yok; ancak asıl gelir olmayınca yan gelire giden yollar bizi mesleğimizin icrası noktasından uzaklaştırıyor.Bu gerçeği de göz ardı etmemeliyiz.

30 Mart 2015 Pazartesi

İşçisin Sen İşçi Kal

Cem Karaca'nın 1975 yılında dönemin siyasi iklimine uygun olarak kaleme aldığı ünlü "Tamirci
Çırağı" isimli şarkısındaki çırağın fiyakalı-zengin-güzel kız hayalleri ile sınıf atlama isteğini; şarkı sonundaki ünlü "işçisin sen işçi kal" dizesi ile sonlandırdığı işçinin durumunu düşündüm.
Her ne kadar "yahu neden işçi kalsın bırak genel müdür olsun adamcağız" demenizi duyar gibiyim.
Bazılarının ise bu başlığın mesleğimizle ilgisi nedir sorusunu sorduğunu da işittim gibi...
İşçi olmayı düşük bir sosyal statü olarak algılayacak bir sosyal ortamda, konuyu sınıfsal temelde irdelemek gerekiyor."İşçi" kavramında kastedilen kol veya zihin emeği ile hayatlarını kazanan kişilerin mensubu oldukları sosyal sınıfın bilincini taşımalarıdır."Sınıf atlama" mefhumu 12 Eylül sonrasında tüm topluma dayatılan "bireysel" kurtuluş yolu olarak sunulmuştur. Oysa 70'li yıllarda ancak sınıfına kenetlenerek, örgütlenerek veya dayanışarak elde edilebilecek kazanımı "kollektif" kurtuluş yolu olarak tanımlayabiliriz. Nitekim yıllar geçse de sınıf bilincinin korunması olgusu ve buna bağlı olarak sınıf çıkarlarının kollektif olarak geliştirilmesi ve örgütlenmesinin gereği hiç değişmemiştir.Yani mesleğinin çıkarlarının korunması ancak ve ancak meslektaşlarla dayanışma içinde mümkün olabilmektedir.
Cem karaca şarkısında "zengin kız" hayali kuran işçiyi; rehberlik mesleğinde sağlam konumlu acenteci arkadaş edinme, "hanutu" yüksek işler ve hayyaller peşinden koşma, "back-to-back" tur kapma durumlarına benzetebiliriz.Yani kısa vadede büyük meblağları kazanma isteğinin tezahürü bir anlamda.Kısa vadede icra edilen faaliyetlerin orta ve uzun vadede işin öz niteliğine zarar verip vermediğine, mesleki hakların önem arz edip etmediğine, kişisel kurtuluşun kollektif kurtuluşa göre daha önemli olup olmadığının değerlendirilmesi olmadığı gibi; sorgulama dahi yapılmaz. Bilinmez ki kurtuluşu birilerinin meslek hakları için koşturmasını beklemekten ziyade; hepimiz haklarımız adına ilkeli ve sağlam ve bir arada ( dayanışma içinde) durursak hiç kimselere "yakın olmanın", "onlara yaranmanın", "süklüm-büklüm olmanın" gereği kalmayacaktır. Hepimize dayatılan "minimum maliyet-maksimum karlılık" girdapından en az düzeyde etkilenecek bir meslek grubu olmak hepimizin elinde....
Düşük maliyet adına düşük hizmet satın alınması sonucu hayatlarımızın sürekli tehlikeye atıldığını hepimiz biliyoruz.Buna bağlı olarak;
*Az mazot yakan araçların tercih edilmesi,
*Az veya hiç maaş almayan kaptanların tercih edilmesi,
*Az maliyetli otel ve restoranların tercih edilmesi,
*Az maliyetli operasyonların tercih edilmesi,
*Az maliyetli ören yeri ve müzelerin tercih edilmesi tesadüf mü?
Hepsi ama hepsi çok ama pek çok ve daha çok ve en çok kar elde etmek için yapılmıyor mu?
Bu denklemde kendi mesleğimizin durduğu veya duracağı yeri belirlemek için birbirimizden başka kimselere güvenmememiz gerektiği görülmedi(müyor mu) mi?
Ölen, sakat kalan, hastalanan, kalp krizi geçiren, sigorta güvencesi olmayan, mağdur olan, gözü yaşlı eş ve çocukları kalan, yaşlılıkla-işsizlikle boğuşan meslektaşlarımızı düşünelim...Yıllardır dayanışma içinde olsa idik en azından bazılarının yaralarına merhem olamaz mıydık?
"Çalışma koşullarını piyasa belirler" cümlesini bize ezberletenlere verilecek cevabımız ancak birbirimiz kollamakla tersine çevrilir.Birbirimizin kuyusunu kazarak, ipini çekerek, işini-aşını çalarak ve "fiyat kırarak" ancak yukarıda sözü edilen "az maliyet" isteyenlere faydamız olur.
Mesleğimizi (yapılan tüm saldırılara rağmen) tüm meslektaşlarımız adına kabul edilebilir ve saygın bir noktaya taşımanın temel yolu rehber kalmak olacaktır.(Acenteci da olsan)
Birazcık güvensek birbirimize, biraz yanımızda-arkamızda-önümüzde ama dayanışarak durabilsek...
Yani rehber kalarak....

Not1: 1618 sayılı yasada yapılması tasarlanan değişiklikleri gerek elektronik post göndererek gerekse de ıslak imzalı olarak protesto eden tüm meslektaşlarımızı sevgiyle selamlarım...Tüm eş-dost-akrabayı da kampanyalara müdahil edelim...

Not2:Tüm rehber kalmış acenteci dostlarımızı tenzih ediyorum...

14 Şubat 2015 Cumartesi

Otobüsten İnecekler Var Mı?

 Mesleki haklarımız elimizden alınma tehlikesiyle karşı karşıya...

Çarşambanın gelişi Salı'dan belli olmuştu.Aylar önce transferlerin rehber eşliğinde yapılmasını istisna altına almaya çalışan Türsab bu niyetini meslek odaları ile yapmış olduğu protokollerde ortaya koymuştu.

Ardından sürekli olarak "..müze ve ören yerlerinde denetim yapınız yollarda yapmayınız.." gibi bir ısrarları dikkat çekmişti.

Ardından nihayet Türsab'ın 1618 sayılı yeni yasa tasarısı birliğimize tasarı ve gerekçeleriyle iletildi.
Evet... Niyetlerini açık seçik ifade etmişlerdi.Niyet okumamıza gerek bırakmadan amaçladıkları tüm hedefleri ortaya dökmüşlerdi...Başkanlarının genel kurullarında ifade ettiği "..Rehberler bizim memurumuz; biz onların iş vereniyiz. Biz haddimizi biliriz, bilmeyene de bildiririz..." cümlesindeki tehdit artık yasalaşma yoluna girmişti.
Yasalaşması için bakanlık aracılığıyla iletilen taslakta yer alan ve mesleğimizi doğrudan tehdit eden kimi başlığı saymak istiyorum;
11 kişi altındaki gruplara rehber zorunluluğu kaldırılmaya çalışılıyor...
Türkçe dili talebi halinde yine rehber zorunluluğu ortadan kaldırılmak isteniyor...
Rehber zorunluluğu müze ve ören yerleriyle sınırlandırılıp; bu yerlerin dışındaki tüm faaliyetler "transfer" olarak nitelendirilmeye çalışılıyor...
Sahadaki yaklaşık 10000 (on bin) meslektaşımızın uzun yıllar süren mücadelesi ile elde edilen yasasını etkisiz hale getirmek; kendi üyelerine rehberlik mesleği üzerinden mesaj vermeyi hedefleyen Türsab yönetimi turistik hizmetlerin kalitesini yükseltmenin yollarını aramak yerine maliyetlerini – ki yasaya uygun davranan acente sayısı bu denli az iken – sözüm ona rehberlik mesleğine bağlamaya çalışması çok komik bir gerekçe oluşturmaktadır.Acentelerin yıllardır çözüm ortağı-risk ortağı olarak, pazarlamasını yapan, müşteri memnuniyetini ( tüm olumsuzluklara rağmen) sağlayan; ayrıca ülke tanıtımı konusunda tüm dünyada örnek gösterilecek şekilde ifa eden rehber meslektaşlarımızı yeni yasa tasarıları ile bu denli etkisizleştirmeye çalışmalarını tabii ki tüm acentelere mal edemeyiz.Ancak mevcut anlayışın acentecilik faaliyetinde yıllardır bu işi layıkıyla yapan meslek erbaplarımızla ilgili tasarrufları( öngördükleri yasa tasarısı itibariyle) endişe vericidir.
Meslek yönetmeliğimizin çıkması aşamasında Türsab'ın önerileri karşısında çok şaşırmış; hatta hukukçularının yetersiz olduğunu ve hiç bir yasal bilgilerinin olmadığını düşünmüşsem de yasa tasarısını görünce meslek yasamıza ve mesleğimize yönelik çok olumsuz bir algı içinde oldukları gerçeğini idrak etmiş oldum.Kendileri ve kanaat önderleri ile görüşmelerimde ise şu çok basit önerme açığa çıkıyor;( yani aslında tüm dertlerinin kaynağında) "Bizim personelimiz olan, parasını bizlerin ödediği rehberlerin yasası çok güçlü; onların denetimlerde asli unsur olmalarını kabul etmiyoruz..." veya ".. yasaları budanmalı, burunları sürtülmeli..". Denetimler sonucu kaçak acenteciliğin önleneceği, kayıt dışı faaliyetlerin son bulacağı, nihayet kamu yararının gerçekleşeceğini görmek istemiyorlar.Ayrıca denetimlerin yasalara uygun faaliyet içinde olan acentelerin de faydasına olacağı beyefendilerin hiç umurunda görünmüyor. Bakanlığımızdaki etkisi sermayesi ölçüsünde güçlü olan Türsab'ın tasarısına şüphesiz en sağlam hukuki gerekçelerle ve tüm yasal, demokratik ve meşru enstrümanlarla karşı duracağız; ancak meslektaşlarımıza da görevler düşmektedir.

İlki rehber kökenli acenteci arkadaşlarımız aracılığıyla Türsab'ın kendi iç dinamikleri olarak müdahil etmenin yollarının aranmasıdır.
Yine hükümet veya muhalefet milletvekilleri ile ilişkiler kullanılarak baskı grupları oluşturulmalıdır.
Son olarak da kendi aramızdaki her türlü görüş ayrılığını bir tarafa bırakarak "tek vücut" haline gelerek bir arada durmamız gerekmektedir.
Tüm sorunlarımız karşısında suskun kalanlardan isek.. yapabilecek bir şeyimiz yok demektir.
O zaman paşa paşa inilecek otobüsten...

Ben inmek niyetinde değilim...Ya siz?



Not:Erkek egemen-cinsiyetçi-kadınlara yönelik aşağılayıcı tüm kurumların tez zamanda tarihin çöplüğündeki seçkin yerini almasını diliyor; Mersindeki korkunç olayı kınıyor, tüm suçluların en ağır şekilde cezalandırılmasını istiyorum.Eğitimsizliğin ülkemizin tüm yasal-toplumsal ve sosyal kurumlarını yok etme noktasına getirdiği günler yaşıyoruz...Çok üzgünüm...

Bu Bir Veda Yazısıdır

 Rehber örgütlenmesi süreçlerinde yıllarını geçirmiş bir meslektaşınız olarak mesleki konulardaki son yazımı kaleme almaya karar verdim. ...