2 Kasım 2015 Pazartesi

2 Kasım Sabahına Uyanmak


7 Haziran seçimlerinden sonra gelişen olayları düşündüm ;  terör saldırıları, yüzlerce masum gencin canlı bombalarla katli, sokağa çıkma yasakları,uykusunda  ensesinden vurulan polisler,karakol baskınları,kazılan hendekler, şehit cenazeleri, sınırlarda bekletilen cesetler, Tv kanallarının platformlardan atılışı, gazete baskınları, gazetelere kayyum atanması, yayın yasakları gibi çok üzüntü verici gelişmelere tanık olduk.
Ekonomik durgunluk, döviz artışları, umutsuzluk, korku tüm toplumda derinden sezilen endişe  sokaklara sirayet etmişti.
Ülkemizin hukuk devleti olması, yargımızın bağımsızlığı, demokratik hakların gerileyişi gibi  konuların tüm toplumda hissedildiği yargısına kapılmış durumdaydım. 
Öyle ya baskı sonsuz dek sürecek değildi... Tüm dünyada olduğu gibi toplum bir yerde tepkisini verecek; muktedirler iktidarlarını hoyratça kullanamayacak, demokratik mekanizmalar işleyecek ve  restorasyon ve yeniden inşaa başlayacaktı.
Demokrasinin ekmek-su gibi temel ihtiyaç olduğunun bilincindeydim.
İnsanlar yoksul da olsa, fakir de olsa , cahil de olsa artık baskıların seçimler eliyle gerileyeceği  umudunu besliyordum.
Evet ve sanırım istenilen oldu.. Seçimin galibi tam bu olayların sebep verdiği "korku" oldu...İş  korkusu, kriz korkusu, enflasyon korkusu, "verelim 400" ü huzurumuz kaçmasın korkusu, alternatifsizlik korkusu, perpektifsizlik korkusu...
Velhasıl ülkemizde demokrasi ekmek-su kadar önemli değilmiş...
Ekonomik çıkarlar tüm ideal değerlerin önünde imiş...
Kimselere küfür etmenin, memleketten kaçmanın hesaplarını yapmanın hiç bir anlamı yok... 
Gerçeği kabullenmeli ve insana en baştan yatırım yapmanın yolları aranmalı, 92 yıllık Cumhuriyet serüvenimizde demokrasinin toplumca nereye konumlandırıldığının tartışması bu yazının çapını aşar. 
Ülkemiz insanı ekonomik fayda temelli- muhafazakar-elitlerin sorunu olarak adlandırılan temel haklar, internet yasakları veya yolsuzluklara veya basın özgürlüğünü birincil sorun addetmiyor.
Hatta kendi düşüncesinde değilse "başkalarının" bombalarla paramparça edilmesine dahi aldırış etmiyor..Anlaşılan bu..
Olanlar ise canlara oldu... Her biri cihan parçası çocuklarımız; kentlerde, dağlarda, karakollarda... Korku adına ailelerine ömür boyu ve kuşaklarca unutulmayacak acılar yaşatıp, hayatının baharında solan çiçeklerimize...
Eee? Ne yapılacak? İnternet başından ayrılarak politikanın merkezine girilecek, sahaya, alanlara, halkın içine... Sanal alemi tüm alem sanmayacağız, ayrımcı- seçkinci - dışlayıcı olmayacağız...eğitimden vazgeçmeyeceğiz... Demokrasinin- dayanışmanın- eşitliğin-uygarlığın  ve hoşgörünün  ekonomik  çıkarlara bağlanmadan talep edilmesinin erdemini yayacağız... Umutsuz olmayacağız..Uzaktan  küfrederek kimseyi değiştiremeyiz- dönüştüremeyiz...  
Durmak yok yola devam...Önemli olan istikrar... 
Not: Oda seçimlerine ilişkin bir şeyler yazmak gelmedi içimden..

5 Eylül 2015 Cumartesi

Bir Yerden Başlanmalı



Değerli okuyucular, son günlerde yaşananlar üzerine bırakın yazı yazmayı düşünmek dahi istemiyorum.
Toptan bir akıl tutulması ve vicdan kararması yaşadığımız kesin.

Sosyal medya mecrası tam bir bombardıman altında...
Sahile vurmuş boğulmuş bebek resimleri,
varlıklı batının mülteci akını karşısındaki iki yüzlü tutumuna ilişkin yayınlar,
çatışmalarda yaralanmış veya ölmüş veya parçalanmış insan/ceset resimleri (hatta kadın olduğu için kıyafetleri soyulduktan sonra çıplak bedenleri yayınlanan),
her gün kendisini daha da belli eden- dayatan- mutsuzluk ve umutsuzluk yayan yayınlar,
bırakın felsefi derinliği; genel medeniyet kurallarını dahi hiçe sayan davranışların videoları- resimleri,
vahşi hayvan sürüleri gibi topluca bir tek şahsa saldıran memleket “ esnafı”,
hükümetin- emniyetin- yargının yapacağı hukuka aykırı eylem ve işlemlerini yayınlayan twitter fenomenleri,
herkesi bir taraf olmaya davet eden; olmayanı vatan haini olarak damgalamaya aday paylaşımlar,
plajdan ayağını çeken arkadaşların resimleri,
sofra- yemek- mekan paylaşımları,
iktidarı uğruna ülkeyi yangın yerine çevirenlerin algı yaratma adına paylaştıkları,
iktidar yanlılarının her hangi muhalif sayılacak bir görüşe küfürlü-beddualı ve tehdit içeren kepaze
paylaşımları,
barış taleplerini hükümet-devlet-millet karşıltığı sayan paylaşımlar,
kişisel gelişim paylaşımları,
selfieler,
turda çekilen grup selfieleri,
pollyanacılık içerenler,
börek paylaşımları,
sahte habere yanlış fotoğraf içeren paylaşımlar,
sahte fotoya yanlış haber içeren paylaşımlar,
fotoşoplu haberler,
haberli fotoşoplar,
milli duyarlılıklarımızı kabartan uygur-çin içerikli paylaşımlar,
paralelcilere sevinen ordu taraftarları,
ulusalcılara seslenen sosyalistler,
sosyalistlere selahattinin gerçek yüzünü gösteren videolar,
teknede viski içen şerefsiz paylaşımları,
çark eden politikacılar,
politika yapan çarkçılar,
kedi videoları,
allah yazan arı kovanlı paylaşımlar,
atatürk karşıtı paylaşımlar,
kadın karşıtı paylaşımlar,
din yanlısı/karşıtı paylaşımlar,
türban karşıtı/yanlısı paylaşımlar,
hükümeti islam davasının savunucusu görenlerin paylaşımlar,
arakandan, bosnaya, afrikadan, bayırbaşı türkmenlerinden bahseden paylaşımlar,
tır paylaşımları,
katil işidçi paylaşımları,
tapeler,
restorasyon resimleri,
yağmalanan kıyı haberleri,
yeşil yol,
tayin-atama-sınav-torpil-rant-kazanç kapıları paylaşımları,
türklüğün üstün bir meziyet olduğunu herkese kanıtlayan paylaşımlar,
türklüğün her hangi bir meziyet olmadığını kanıtlayan paylaşımlar,
kürdün nefret edilmesi gereken birileri olduğunu veya toptan yok edilmesi gerektiğini kanıtlamaya çalışan paylaşımlar,
fatih terim paylaşımları,
gs-bjk-fener-trabzon paylaşımları,
köşe yazısı paylaşımları,
Evet...
Epey uzun bir liste oldu galiba...
Tüm bu paylaşımların akıl sağlığımız hakkında fikir vermeye müsait olduğunu söyleyebilirim.
Her haberin bilinç altımızda hafızalandığını unutmayalım.Vay haline hard diskimizin....
Taraftarı olduğumuz fikirlere ilişkin paylaşımları “like” layarak destek olmuş, muhalif olduğumuz konuların altındaki yorum kısmına bir şeyler yazarak cahillere derslerini vermiş olduğumuzu mu sanıyoruz?
Hayat sanal alemdeki algıdan ibaret değil değerli dostlarım.Hedefler ancak gerçek insanlarla somut şeyler yaparak elde edilir.Klavye başında bir şeyler yazarak çevremizde bugüne değin hiç bir şey değişmemiştir.
Hedefiniz ne olursa olsun gerçekle yüzleşilmelidir.
Gerçekler de sokaktadır, pazarda, kahvede, kafede,sınıfta, anfide, fabrikada, atölyede, dairede, serviste, takside, turda, aile içinde, eşte-dostta-akrabadadır...
Katılımcılık anlamında önümüzdeki en önemli sınav 1 Kasım seçimleridir...
Herkesin oyunu vermesi gerekiyor...Oradan başlayalım derim...



11 Haziran 2015 Perşembe

Odalarda Işıksızım



Evet, rehber odaları 2015 yılının sonunda , birlik ise Mart 2016 gibi seçimlere giriyor. Geleceğimiz ile ilgili bir çok konu bu seçimlerin sonucunda daha da netleşecek gibi görünüyor. Mesleğimize yönelik büyük tehditler var... Türsab yasa tasarısı, Alan kılavuzluğunun ( çıkmasını beklediğimiz) yeni yönetmeliği, Türkçe rehberlik meselesi, şemsiye turizm yasası garabeti, kaçak rehberliğin etkin şekilde denetlenememesi, yevmiye altı ücret ödemeleri, etik kurallara riayet edilmemesi vs.

Bu seçimlerle birlikte yılda bir kez aidatını, bir kez çalışma kartı ücreti ödeyen ve sahanın sıkıntılarını bilmeden ve her fırsatta “..yahu ne vardı yasa çıkacak?..çıktı da ne oldu..” diyeceklerin mesleğimizin geleceği adına; oy vermek suretiyle sürece müdahil olacağı bir seçim süreci geliyor.
Sahadaki arkadaşların bu meslek hakları meselesine yaklaşımları biraz da bilgi eksikliğinden kaynaklanıyor.Burada da biraz tembellik, biraz kaygısızlık ama her halükarda “pastadan en fazlasını alma” niyeti olan bir meslek grubundan söz edilebilir.Bir fiil yasa dışı ( kaçak rehberlik gibi) olunca otomatikman suç olup ceza yasasına girmiyor ; kabahat olup kabahatlar kanununca düzenleniyor.Bu durumda kaçak rehberliği kabahatler kanunu düzenlediği için kolluk gücünün kendiliğinden müdahalesi söz konusu olamıyor.Kaçak rehberliğin etkin denetimi aslında devletin “gayretiyle” doğru orantılı bir durum.Ancak zamanla düzelebilecek bir konu.Bu vesile ile odalarımız hakkında bazen haksız olarak “...kaçakları denetleyin..bizi niye denetliyorsunuz..” şeklindeki sitemlerin çoğu zaman yersiz olduğunu da söylemek isterim.İnanın odalarımız il kültür turizm müdürlüklerinden memur ve kolluk alana kadar akla-karayı seçiyor.Çok zor işler bunlar...

Meslektaşlar bir de kendileri arasında da barışık değil.Kimi üniversite mezunu olmakla, diğeri mühendis-rehber olmakla övünüyor.Biri dil dışı çalıştığı için hayıflanıyor, diğeri operasyon gruplarına çalışamadığı için.Biri sejourcuyum diyor, diğeri anadolucuyum.Biri yerliye çalışıyor , diğeri yabancıya vs.... Bu durum aslında meslek içinde bir çok değişkenliğin olması gerçeğiyle paralel yürüyen bir sorunsal.
Sevgili meslektaşlar, kendi adıma yaklaşık 2 yıllık gözlem ve deneyimler ışığında nacizane bir kaç bilgiyi; ardından da dilim döndüğünce kimi tespitlerde bulunmak istedim.Umarım faydalı olur ve kimse kişisel algılayarak küsmez,darılmaz...
* * * * * * *

Odalarımız henüz kamu kurumu niteliğinde meslek kuruluşları olduklarını ne yazık ki idrak edemediler.
Artık daha önce devletin bakanlığının olan bir çok yetki odalarımızın eline geçti.Geçti de ne mi oldu?
Yasal statü ve yaptırım kazandılar.Yani bir yerde ikamet eden rehber o yetki çevresindeki odaya üye olmak zorunda!

Yani bu durumda üye sayıları hiç olmadığı kadar artış gösterdi.Buna bağlı olarak gelirleri de arttı. Devlet daha önce sadece kendisi denetleme yapabiliyorken; artık odalarımız kendi istihdam edeceği personel ile bu yöntemi kullanma konusunda yetkilendirildi.Peki bu yapıldı mı? (yapılıyor mu?) Ne yazık ki bu yetkiyi kullanarak istihdam edebilen oda sayısı, toplam sayısı olan 13 odadan ancak 5'i.. Mesela üye sayısı ancak 550 dolayındaki bir Rehber odası denetmen istihdam ederken 1000 üye sayılı bir başka odanın denetmeni yok; veya üye sayısı 500'ün altındaki bir rehber odasının denetmeni varken aynı üye sayısına sahip başka bir odanın denetmeni yok. Üye sayısı 1500 dolayındaki bir rehber odamızın dahi denetmen istihdamına yeterli bütçesinin olmadığı bir ortamdan söz ediyorum....Kimileri yapabiliyor da kimileri de yapamıyorlar mı? Ne yazık ki evet.. Yapamıyorlar...peki yapanların maddi durumları çok mu iyi? Ne yazık ki hayır...Haksızlık etmeyelim kimi odanın ancak 100 üyesi var ve yıllık aidat gelirleri ancak bir büro kirasına ve telefon, su parasına yetiyor.Ama kimilerinin binlerce üyesi var ve halen yapamıyorlar. Bu durumda büyük diyebileceğimiz kimi odaların yönetim anlayışlarında önemli eksiklikler olduğu ortaya çıkıyor.
Bu eksikliklerden ilki denetim mekanizmasının anlamını kavramamış olmak olmalı...Çünkü bir rehber meslek odasının ilk görevi rehber üyesinin haklarını korumak ve geliştirmektir.
Hakları geliştirmenin en önemli ayağı ise piyasadaki işleyişin kanuna ve yönetmeliğe uygun cereyan edip etmediğinin denetimidir.( Sahada bürokrasiden kaynaklı sıkıntılar yok mu?..

Elbette var, ancak onları da duyurmak onlarla yeri geldiğinde ortaklaşmak, yeri geldiğinde omuz omuza mücadele etmek gerekiyor; ki bahsi geçen kurum ve şahıslarda böyle bir durumu da gözlemlemedim) Bu durumda bahsi geçen odaların asli görevleri olan denetime odaklanarak diğer tüm gider kalemlerini kısmaları gerekmektedir.Zira görünen o ki denetim ancak denetime “para” yatırınca hedefine ulaşabilen bir olgudur.
Yani odalarımızın idari-personel ve genel giderleri konusunda gelecek dönemde rehber meslektaşlara ciddi programlar sunmalı; ayrıca mutlaka denetmen istihdamı konusunda yaşadığımız seçim sürecindeki gibi birbirleriyle rekabet içinde olmalıdırlar.

Elde edilen gelirlerin az olması veya azalmış olması durumu yaşanıyorsa da bunu üyelerine samimiyetle açıklayarak, gerekiyorsa bir “dayanışma aidatı” talep etmelidirler.

(Burada çekinilecek bir durum yoktur.Zira önceki yıllardaki zorunlu seminerlerin ortadan kalkmasıyla odaların ciddi gelir kayıpları söz konusu olmuştur.Ancak anlayışlı rehber meslektaşlarında talep halinde bir “dayanışma aidatı” ödeyebilecek güçte olduğunu da biliyorum)

Mesleğimizin saygın bir yere gelmesi de pek ala haklarımızı korumakla eşdeğer bir faaliyettir.Odalarımız toplumda rehberlik farkındalığı yaratma adına da diğer etkili STK , meslek oda ve birlikleriyle veya sendikalarla, vakıf ve derneklerle de bir araya gelmekten uzak. Çoğu yönetici işlerinin peşinden koşmakla, bir çoğu rehberlik dışında ticari faaliyetler peşinde koşmakla bir kısmı ise “hiçbir şeyle” meşgul...

Sevgili meslektaşlarım, ümidim odur ki bu yazıyı bu işleri bilmeyen; ancak gelecekte niyetlenen ve yukarıda saydığım konulara hassasiyet gösterecek ve görev alacak kardeşlerimiz okusun. Rehberlik mesleğinin gelişmesi ancak ilişki içinde olunan tüm bileşenlerle ilişki kurarak olur. Oda yöneticileri mesleğin tanınması, yasanın tanıtılması, rehberlik mesleğinin gerekliliği gibi konularda farkındalık yaratmakla mükelleftir. İster sosyal medya kullanarak, ister gidip insanlarla konuşarak veya dayanışma içinde olarak. Oda yöneticiliğini kartvizitinde taşıması gerektiğine inananların çoğunlukta olduğunu düşünüyorum.Ya da bu sayede iş olanaklarını geliştirdiklerini düşünüyorum kimilerinin.

Bir de mesleğin geleceğine bir kara gölge gibi düşmüş olan yeni 1618 sayılı yasa tasarısı var ki; değinmeden geçemeyeceğim. Yasa tasarısına karşı odalar bazındaki karşı çıkışlar çok cılız olmakla beraber; kimi oda yöneticisi, yasa tasarısından da anlaşılacağı gibi “ ..rehberlik okulu mezunlarından yabancı dil puanı dahi gerektirmeden..” Türkçe rehberlik hakkı kazanmalarını istiyor.Yani mezun olan direkt Türkçe rehberlik yapabilsin. Türsab yönetimi bu savlarını destekletmek için bilumum turizm fakültesi akademisyenlerini bir araya getirerek sözüm ona “algı” operasyonu yapıyor.Efendim neymiş; rehber sayısı yeterli değilmiş...Kuyruklu yalan... Rehber enflasyonu yaratarak işlerini nasıl “bedavaya” getireceklerinin hesabı değilse de ne? Türsab yönetimi ile paralel görüş belirten oda yönetimi yıllar öncesinde “..yahu bu alan kılavuzluğu bizi ilgilendirmez, çok basit iş hiç karışmayalım..” diyenlerin ardılı arkadaşlar.

Yani Türsab'ın bir sermaye kuruluşu olarak bu kabil işlere girişmesi anlaşılır olsa da, oda yöneticilerinin bu minvalde görüş belirtmelerini anlamak mümkün değil.Şimdi de Istanbulumuzun orta yerinde “gençlere gönüllü rehberlik veya ask me ” hizmeti başlatan bir belediyenin, gençlerini de malum odanın eğiteceği bilgisini aldım ki akıllara zarar..Meslektaşlarını bilgilendirmek-bilinçlendirmek, tasarının mesleğimize olası zararları hakkında toplantılar tertip etmek veya birer STK olmalarının farkına vararak tasarıdan etkilenecek diğer paydaşlarla sorunları “ortaklaştıran”; bu sayede cılız sesimizi gürleştiren tek bir oda yönetimine tanık olmuyoruz.Öyle ya tasarı kimleri etkilemiyor ki; emlakçıdan, taşımacıya, otelciden, tedarikçiye; ama en çok da rehberleri...Bir kaç sivil rehber oluşumu dışında herkes “sus-pus”...Bu sektörlerin temsilcileriyle, dernekleriyle, sendikalarıyla, birlikleriyle veya şubeleriyle sesimize ses katan ne yazık ki yok...

Bir başlık da çok “ayıp” bir konuya açalım...
Evet, mesleğimiz hakkında esnaf-acenteci veya ilgili yurttaşlar arasında adımız düpe düz “avantacıya” çıkmıştır.Yani o kadar ki.. Çanakkale tarihi Alanına girdiğimizde eğri büğrü bir bahçe teline tutturulmuş bir kocaman bir kartonda şunları yazdıracak kadar:

” Rehberler ve Kılavuzlar! Lütfen müşterileri yönlendirmek suretiyle esnafın rızkıyla oyamayın..”. Bu o kadar kabul görmüş ki herkes bu durumu dile getiriyor. Sade vatandaş getirdiği gibi Turizm Bakanlığı Müsteşarının bulunduğu önemli toplantılarda da Türsab eliyle (diliyle) getiriliyor; ki böylesi bir suçlamaya maruz kalmak bile mesleğimizin saygınlığı açısından kabul edilemezdir. İşimizin ,emeğimizin karşılığı ancak ve ancak yevmiyemizdir. Yan kazançlara muhtaç olmak, tüm meslek grubumuzu bu kabil “utanılası” suçlamalara maruz bırakıyor.Asıl gelirinde ısrar eden; yan gelire “göbekten” bağlı olmuyor. Yan gelir de elde edilsin, buna itirazım yok; ancak asıl gelir olmayınca yan gelire giden yollar bizi mesleğimizin icrası noktasından uzaklaştırıyor.Bu gerçeği de göz ardı etmemeliyiz.

30 Mart 2015 Pazartesi

İşçisin Sen İşçi Kal

Cem Karaca'nın 1975 yılında dönemin siyasi iklimine uygun olarak kaleme aldığı ünlü "Tamirci
Çırağı" isimli şarkısındaki çırağın fiyakalı-zengin-güzel kız hayalleri ile sınıf atlama isteğini; şarkı sonundaki ünlü "işçisin sen işçi kal" dizesi ile sonlandırdığı işçinin durumunu düşündüm.
Her ne kadar "yahu neden işçi kalsın bırak genel müdür olsun adamcağız" demenizi duyar gibiyim.
Bazılarının ise bu başlığın mesleğimizle ilgisi nedir sorusunu sorduğunu da işittim gibi...
İşçi olmayı düşük bir sosyal statü olarak algılayacak bir sosyal ortamda, konuyu sınıfsal temelde irdelemek gerekiyor."İşçi" kavramında kastedilen kol veya zihin emeği ile hayatlarını kazanan kişilerin mensubu oldukları sosyal sınıfın bilincini taşımalarıdır."Sınıf atlama" mefhumu 12 Eylül sonrasında tüm topluma dayatılan "bireysel" kurtuluş yolu olarak sunulmuştur. Oysa 70'li yıllarda ancak sınıfına kenetlenerek, örgütlenerek veya dayanışarak elde edilebilecek kazanımı "kollektif" kurtuluş yolu olarak tanımlayabiliriz. Nitekim yıllar geçse de sınıf bilincinin korunması olgusu ve buna bağlı olarak sınıf çıkarlarının kollektif olarak geliştirilmesi ve örgütlenmesinin gereği hiç değişmemiştir.Yani mesleğinin çıkarlarının korunması ancak ve ancak meslektaşlarla dayanışma içinde mümkün olabilmektedir.
Cem karaca şarkısında "zengin kız" hayali kuran işçiyi; rehberlik mesleğinde sağlam konumlu acenteci arkadaş edinme, "hanutu" yüksek işler ve hayyaller peşinden koşma, "back-to-back" tur kapma durumlarına benzetebiliriz.Yani kısa vadede büyük meblağları kazanma isteğinin tezahürü bir anlamda.Kısa vadede icra edilen faaliyetlerin orta ve uzun vadede işin öz niteliğine zarar verip vermediğine, mesleki hakların önem arz edip etmediğine, kişisel kurtuluşun kollektif kurtuluşa göre daha önemli olup olmadığının değerlendirilmesi olmadığı gibi; sorgulama dahi yapılmaz. Bilinmez ki kurtuluşu birilerinin meslek hakları için koşturmasını beklemekten ziyade; hepimiz haklarımız adına ilkeli ve sağlam ve bir arada ( dayanışma içinde) durursak hiç kimselere "yakın olmanın", "onlara yaranmanın", "süklüm-büklüm olmanın" gereği kalmayacaktır. Hepimize dayatılan "minimum maliyet-maksimum karlılık" girdapından en az düzeyde etkilenecek bir meslek grubu olmak hepimizin elinde....
Düşük maliyet adına düşük hizmet satın alınması sonucu hayatlarımızın sürekli tehlikeye atıldığını hepimiz biliyoruz.Buna bağlı olarak;
*Az mazot yakan araçların tercih edilmesi,
*Az veya hiç maaş almayan kaptanların tercih edilmesi,
*Az maliyetli otel ve restoranların tercih edilmesi,
*Az maliyetli operasyonların tercih edilmesi,
*Az maliyetli ören yeri ve müzelerin tercih edilmesi tesadüf mü?
Hepsi ama hepsi çok ama pek çok ve daha çok ve en çok kar elde etmek için yapılmıyor mu?
Bu denklemde kendi mesleğimizin durduğu veya duracağı yeri belirlemek için birbirimizden başka kimselere güvenmememiz gerektiği görülmedi(müyor mu) mi?
Ölen, sakat kalan, hastalanan, kalp krizi geçiren, sigorta güvencesi olmayan, mağdur olan, gözü yaşlı eş ve çocukları kalan, yaşlılıkla-işsizlikle boğuşan meslektaşlarımızı düşünelim...Yıllardır dayanışma içinde olsa idik en azından bazılarının yaralarına merhem olamaz mıydık?
"Çalışma koşullarını piyasa belirler" cümlesini bize ezberletenlere verilecek cevabımız ancak birbirimiz kollamakla tersine çevrilir.Birbirimizin kuyusunu kazarak, ipini çekerek, işini-aşını çalarak ve "fiyat kırarak" ancak yukarıda sözü edilen "az maliyet" isteyenlere faydamız olur.
Mesleğimizi (yapılan tüm saldırılara rağmen) tüm meslektaşlarımız adına kabul edilebilir ve saygın bir noktaya taşımanın temel yolu rehber kalmak olacaktır.(Acenteci da olsan)
Birazcık güvensek birbirimize, biraz yanımızda-arkamızda-önümüzde ama dayanışarak durabilsek...
Yani rehber kalarak....

Not1: 1618 sayılı yasada yapılması tasarlanan değişiklikleri gerek elektronik post göndererek gerekse de ıslak imzalı olarak protesto eden tüm meslektaşlarımızı sevgiyle selamlarım...Tüm eş-dost-akrabayı da kampanyalara müdahil edelim...

Not2:Tüm rehber kalmış acenteci dostlarımızı tenzih ediyorum...

14 Şubat 2015 Cumartesi

Otobüsten İnecekler Var Mı?

 Mesleki haklarımız elimizden alınma tehlikesiyle karşı karşıya...

Çarşambanın gelişi Salı'dan belli olmuştu.Aylar önce transferlerin rehber eşliğinde yapılmasını istisna altına almaya çalışan Türsab bu niyetini meslek odaları ile yapmış olduğu protokollerde ortaya koymuştu.

Ardından sürekli olarak "..müze ve ören yerlerinde denetim yapınız yollarda yapmayınız.." gibi bir ısrarları dikkat çekmişti.

Ardından nihayet Türsab'ın 1618 sayılı yeni yasa tasarısı birliğimize tasarı ve gerekçeleriyle iletildi.
Evet... Niyetlerini açık seçik ifade etmişlerdi.Niyet okumamıza gerek bırakmadan amaçladıkları tüm hedefleri ortaya dökmüşlerdi...Başkanlarının genel kurullarında ifade ettiği "..Rehberler bizim memurumuz; biz onların iş vereniyiz. Biz haddimizi biliriz, bilmeyene de bildiririz..." cümlesindeki tehdit artık yasalaşma yoluna girmişti.
Yasalaşması için bakanlık aracılığıyla iletilen taslakta yer alan ve mesleğimizi doğrudan tehdit eden kimi başlığı saymak istiyorum;
11 kişi altındaki gruplara rehber zorunluluğu kaldırılmaya çalışılıyor...
Türkçe dili talebi halinde yine rehber zorunluluğu ortadan kaldırılmak isteniyor...
Rehber zorunluluğu müze ve ören yerleriyle sınırlandırılıp; bu yerlerin dışındaki tüm faaliyetler "transfer" olarak nitelendirilmeye çalışılıyor...
Sahadaki yaklaşık 10000 (on bin) meslektaşımızın uzun yıllar süren mücadelesi ile elde edilen yasasını etkisiz hale getirmek; kendi üyelerine rehberlik mesleği üzerinden mesaj vermeyi hedefleyen Türsab yönetimi turistik hizmetlerin kalitesini yükseltmenin yollarını aramak yerine maliyetlerini – ki yasaya uygun davranan acente sayısı bu denli az iken – sözüm ona rehberlik mesleğine bağlamaya çalışması çok komik bir gerekçe oluşturmaktadır.Acentelerin yıllardır çözüm ortağı-risk ortağı olarak, pazarlamasını yapan, müşteri memnuniyetini ( tüm olumsuzluklara rağmen) sağlayan; ayrıca ülke tanıtımı konusunda tüm dünyada örnek gösterilecek şekilde ifa eden rehber meslektaşlarımızı yeni yasa tasarıları ile bu denli etkisizleştirmeye çalışmalarını tabii ki tüm acentelere mal edemeyiz.Ancak mevcut anlayışın acentecilik faaliyetinde yıllardır bu işi layıkıyla yapan meslek erbaplarımızla ilgili tasarrufları( öngördükleri yasa tasarısı itibariyle) endişe vericidir.
Meslek yönetmeliğimizin çıkması aşamasında Türsab'ın önerileri karşısında çok şaşırmış; hatta hukukçularının yetersiz olduğunu ve hiç bir yasal bilgilerinin olmadığını düşünmüşsem de yasa tasarısını görünce meslek yasamıza ve mesleğimize yönelik çok olumsuz bir algı içinde oldukları gerçeğini idrak etmiş oldum.Kendileri ve kanaat önderleri ile görüşmelerimde ise şu çok basit önerme açığa çıkıyor;( yani aslında tüm dertlerinin kaynağında) "Bizim personelimiz olan, parasını bizlerin ödediği rehberlerin yasası çok güçlü; onların denetimlerde asli unsur olmalarını kabul etmiyoruz..." veya ".. yasaları budanmalı, burunları sürtülmeli..". Denetimler sonucu kaçak acenteciliğin önleneceği, kayıt dışı faaliyetlerin son bulacağı, nihayet kamu yararının gerçekleşeceğini görmek istemiyorlar.Ayrıca denetimlerin yasalara uygun faaliyet içinde olan acentelerin de faydasına olacağı beyefendilerin hiç umurunda görünmüyor. Bakanlığımızdaki etkisi sermayesi ölçüsünde güçlü olan Türsab'ın tasarısına şüphesiz en sağlam hukuki gerekçelerle ve tüm yasal, demokratik ve meşru enstrümanlarla karşı duracağız; ancak meslektaşlarımıza da görevler düşmektedir.

İlki rehber kökenli acenteci arkadaşlarımız aracılığıyla Türsab'ın kendi iç dinamikleri olarak müdahil etmenin yollarının aranmasıdır.
Yine hükümet veya muhalefet milletvekilleri ile ilişkiler kullanılarak baskı grupları oluşturulmalıdır.
Son olarak da kendi aramızdaki her türlü görüş ayrılığını bir tarafa bırakarak "tek vücut" haline gelerek bir arada durmamız gerekmektedir.
Tüm sorunlarımız karşısında suskun kalanlardan isek.. yapabilecek bir şeyimiz yok demektir.
O zaman paşa paşa inilecek otobüsten...

Ben inmek niyetinde değilim...Ya siz?



Not:Erkek egemen-cinsiyetçi-kadınlara yönelik aşağılayıcı tüm kurumların tez zamanda tarihin çöplüğündeki seçkin yerini almasını diliyor; Mersindeki korkunç olayı kınıyor, tüm suçluların en ağır şekilde cezalandırılmasını istiyorum.Eğitimsizliğin ülkemizin tüm yasal-toplumsal ve sosyal kurumlarını yok etme noktasına getirdiği günler yaşıyoruz...Çok üzgünüm...

21 Aralık 2014 Pazar

Kompradorlar Arasında Nefes Almak veya Umudu Yeşertmek


Nefes mi alamıyoruz?...
Devletin makul şüphesinden mi çekiniyoruz?...
Hakkımız mı gaspediliyor?...
Sıkıntılarımızı özgürce dile getiremiyor muyuz?...
Basın sıkıntılarımızı görmüyor mu?...
Basın hükümetin borazanlığını mı yapıyor?...
Havuz medyası tarihin en büyük paraları karşılığında suskun mu?...
Sermaye çevreleri bizi hakkımızdan ziyade karın tokluğuna mı mahkum ediyor?...
Sokağa çıksak Cop-Tazyikli Su-Toma-Biber Gazı- Tutuklanma tehditi mi var?...
Hakkımızı mahkemelerde mi aramalıyız?...
Güven duyduğumuz mahkeme kaldı mı?...
Devletin şefkati mi kalmamıştı?...
"Cumhur" kimsesizlerin kimsesi değil miydi?


* * * * * * * * * * * * * *
Çocuklarımızın geleceği için endişeli miyiz ?...
Gelecek günümüzden aydınlık görünmüyor mu?...
Okullarımızdaki eğitim seviyesi iyi durumda mı?...
Temel Okuma-Anlama ve Temel Matematikte Dünyada 45. sırada mıyız?...
Yabancı Dil eğitimimiz skandal boyutta kötü mü?...
Osmanlıcaya ihtiyacımız var mı?...
Mezar taşlarını mı okumalıyız?...
Ecdadımız Osmanlıca okur-yazarmıymış?...
Tüm liseler İmam-Hatip mi olmalıymış?...
Laiklik devletin din alanında etkisinin olmadığı "hayali" bir sistemin adımıymış?...

* * * * * * * * * * * * * *
Yılgınlığa mı düşmeliyiz?...
Küsmeli miyiz herşeye?...
Cehalete küfür mü etmeliyiz?...
Cebine fazladan 20 TL sokana oy verenlere düşman mı olmalıyız?
Kömür-makarna alanları suçlu mu ilan etmeliyiz?...
Onları bu hale getirenlere ne diyeceğiz?...
Bidon kafalı demek yeterli mi?...
Muhalefet partileri yeterli mi?...
Yoksa işin ucundan mı tutmalıyız?...
Politikayı uğraş edinenlerden hoşlanmıyorsak onların alternatiflerini mi oluşturmalıyız?...
Yoksa...yoksa hiç bir şey yapma niyetinde değil miyiz?
"Birileri yapsın, bana dokunan olmasın" cılardan mıyız?
Birileri yapsın diye verdiğin oyların hakkını kaç kişiden aldın??...
Sorumluluk istemiyor musun?...
Korkuyor musun sorumluluk almaktan?...
Sorumluluk alanlara gıcık mısın yoksa?...
Eeeee..nasıl olacak peki?..
Hem sorumluluk isteme; hem de hesap sorulmasını iste...
Sanırım pek çoğumuzun durumu ülkenin her kurumu karşısında neredeyse aynı...
Kayıtsızlığımız, yılgınlığımız, örgütlenme ve dayanışma eksikliği gibi konular bizleri tüm alanlarda etkiliyor.
İktidar sahiplerine hakkının karşılığını isteme yerine ; ona yaranmayı erdem belletmişler bize. Tüm kurumlara sirayet etmiş...
Ata sözlerimizde "..bal tutan parmağını yalar..", "..köprüyü geçene kadar ayıya dayı..." veya "... el öpmekle ağız eskimez..." denmişse; atalarımızdan beri bu ilkesizlik-omurgasızlık ve güçten yana olma durumumuz baki demektir.
En fazla güçten yana olanların da en fazla ezilenlerden çıkması da tarihte çokça karşımıza çıkar.
* * * * * * * * * * * * * *

Ne yapmalı?..
Ülkeyi mi terk etmeli?...
Uruguay'a mı sığınsak?...
Kaçıp kurtulalım mı?...
Kalanların da canı mı çıksın?...
Ortalığı kompradorlara* mı teslim etmeli?

Sanmıyorum... Tüm bu sancılardan kurtulmanın tek yolu meşru mevzilerimizin hakkını vererek ve sorumluluk alarak ve hesap sorarak olacaktır.Yani yol bilindik...MÜCADELE....
Yani yol bilindik..Aktif mücadele ya da Aktivist duruş sergilemek.Sorumluluk alarak, sorgulayarak, "birileri benim adıma yapsın; ben de faydalanayım" demeyerek, gerekirse bedel ödeyerek, birliğin güç olduğunu kavrayarak, dayanışma içinde olmayı erdemlilik sayarak, memleketine-işine-aşına-çocuklarının geleceğine sahip çıkarak (bizzat). Kaçmadan, kaçış yolları aramadan, başkalarının üzerine yükler yüklemeyerek; adamsendeci ve teslimiyetçi olmadan; her birimiz inandığımız ilkeler ve görüşler adına aktif birer "yurttaş-birey-meslektaş-anne-baba-işçi-köylü-işveren-akademisyen-öğrenci vs" olarak .İster siyasi ,ister akademik ,ister mesleki ya da topyekün tüm konularda aktifleşerek kımıldamak, yol almak,umudu yeşertmek...

Herkese İyi Yıllar....





*Komprador sözcüğü ilk anda yabancı gelse de, aslında hergün bir arada olduğumuz pek çok kişi için kullanabileceğimiz; nefis bir tanımlamadır.Onlar gölgesinden medet umdukları çevrelerin- sermayenin- iş ve nüfuz alanlarının gölgesinden faydalanan asalaklardır. Bu kabil insanlar sermaye nüfuzunu kullanan sermayedarların sözcülüğü görevini de sermaye sahiplerinden daha ateşli olarak yaparlar.

Sözcüğün etimolojisi de oldukça ilginç.Wikipedia verileri "Komprador" sözcüğünü şu şekilde ifade ediyor;


Komprador, (Portekizce:Comprador, "alıcı"ya da "satın alıcı", "tedarikçi") 18. yüzyıl sonlarıyla 20. yüzyıl başları arasında,Doğu (özellikle Çin) ve Güneydoğu Asya'da ticaret yapan Batılılara aracılık eden yerli tüccarlara verilen ad.

Comprador kelimesi, Latince kökenli olan comparare kelimesinden türeyerek Portekizce üzerinden modern Batı dillerine girmiştir. Zamanla "işbirlikçi" anlamını kazanarak Çin'e benzer ülkelerde de benimsenen komprador sözcüğü, ülkenin yabancılarca sömürülmesine katılan kişiler için kullanılmaya başladı.

Marksist teoride emperyalistlerle işbirliği yapan yerli kapitalistler için kullanılır.

14 Kasım 2014 Cuma

Lümpenlik Üzerine veya Rehber Meslektaşların Meslek Hakları Mücadelesindeki Yeri ve Tavrı Üzerine Bir Deneme

Bugünlerde sosyal medya veya mail platformlarında meslektaşlarımızın ve kimi insiyatfilerin tartışmalarının odağında; meslek birliğinin bir tasarrufu var.Konu belli çalışma kartı ücreti.
Yıllardır meslek örgütlerinin gelir ve giderleri konusunda en ufak bir merakı veya önerisi veya alternatifi olmayan; bırakın gelirlerini veya giderlerini meslek örgütüne neden ihtiyacı bulunduğu konusunda dahi fikri olmayan bir yığın rehber meslektaşımızın bu denli hararetli olarak tartışmalara girişmesini açıkçası olumlu bir gelişme olarak görmekteyim.Demek ki artık mesleğimiz meslek olarak sahiplenilmekte; insanlarımız odalarının-birliklerinin paralarının nerelerde kullanıldığını sorgulayacak, projesi olanları destekleyecek ve gelecekte meslek örgütlerini yönetenleri şeffaflaşmak zorunda bırakacaklardı. Meslekğimizin emek yoğun olarak ifa edildiği gerçeğinden yola çıkarak ;turizm sektörünün "entellektüel sermayesi*" niteliğindeki meslek erbabı meslektaşlarımız artık bilinçlendi. Yöneticilerimizin sınıfsal konumlarına uygun olarak mütevazı, gösterişten uzak ve meslek adına yaptıkları tüm gider kalemlerini hakkaniyete uygun olarak harcayacakları günlerin müjdesi veriliyordu sanki..Gösterişli-şaaşalı-abartılı toplantı ve organizasyonlar yerine sosyal sorumluluğu gözeten- toplum yararını gözeten ve mesleki dayanışmaya önem veren organizasyonların günleri gelmekte; meslek örgütlerimizin çalışanları başta olmak üzere tüm turizm emekçilerinin sorunlarını da ihmal etmeyen; zeytinlerimizin, derelerimizin ,kentsel dönüşüm mağduru "kentlerimizin" ve madencilerimizin ve iş güvenliğinin ve tarihi-kültürel- dinsel tüm mekan ve mecraların da sorunlarına kayıtsız kalmayan "yeni" bir dönemin başlayacağı ümidini taşımaktayım.
Rehber camiasının karşı karşıya olduğu tüm sorunların aşılmasında hepimizin "bir" olduğunun bilincine varmış bir topluluk...Heyecan verici geliyor bana...Hizmet verme konusunda yasadan doğan ve başkasınca yapılması yasaklanmış bir hizmeti vermekle "yetkilendirilmiş" bilinçli bir topluluk...Sahte sözleşmeleri kabul etmeyen, düşük ücreti kabul etmeyen, iş güvenliği konusunda en eğitimli olmanın hakkıyla en dik durabilen, örgütlerinin güçlenmesini mesleğinin güçlenmesi olarak algılayan nitelikli bir topluluk...İşvereniyle, otelciyle, mağazacıyla, tesisçiyle, taşımacıyla, bürokrasiyle, toplumla saygın ve örnek ilişkiler kuracak "yeni" bir rehber profili...
Eğitimli ve görgülü olmasından dolayı empati yapabilen; dolaysıyla anlayışlı ve olgun birer "kültür elçisi" -"memleket uzmanı"-"kadim kültürlerin sözcüsü"...
Neyse... Hepimiz gayretimizi ve çabamızı sürdürdükçe yukarıdaki ideallerimizin gerçekleşmemesi için görünen hiç bir engel yok...
Tabii konu çalışma kartının ücreti olunca meslek ve sınıf bilincimiz konusunda biraz tereddütler oluşmadı değil...Birliğin çalışma kartı için 100 TL talep etmesi üzerine bir sürü soru çıktı meydana...
Nerede kullanılacak bu kadar para?
Birlik parayı tahsil edemiyorsa biz neden ödüyoruz?
Bu parayı cebe mi atıyorsunuz? vs.
Sevgili meslektaşlar,
meslek birliğinin görevleri arasında
1) Mesleki kurumlarımızın rehber üyeler ve kamuoyu nezdinde saygınlığını ve güvenilirliğini korumak ve gözetmek,
2) Mesleki kurumlar arası olası çekişmeleri veya anlaşmazlıkları veya ihtilafları mümkün olduğunca yukarıdaki maddede ifade edilen saygınlık-güvenirliklerini zedelemeden çözümüne azami özen göstermek,
3) Kurumlar arasında olası adli-idari veya cezai kovuşturma olasılığında bile bunun ifşaasından kaçınma ve kurumsal meşruiyetlerin bu sayede zedelenmesinin önüne geçme,
4) Mesleki kurumların meşru işleyişlerine; seçimler dahil müdahale etmemek ve rehber üyelerin iradelerine saygı göstermek,
5) Kurumlar arası yazışmaların ifşaasından kaçınmak,
6) Akçeli işlerin tüm şeffaflığı ile düzenli olarak ilanına özen göstermek gibi durumlar vardır.


Ayrıca unutmayınız birliğe aktarılmamış paralar da yine "rehber meslektaşlar" yani sizin tarafınızdan uygun olarak ödenmemiş ve dolaysıyla ödenmesi gereken yere ödenmemiş paralardır.
Bu durumda 2 yıldır cebinizde taşıdığınız ve aktive edilen çalışma kartının da ücretini siz ödediniz ancak yöneticileriniz (yaklaşık üye sayısının % 70) bu paraları ÖDEMEDİLER.
Mesleki haklarımız konusunda duyarlı olmamız son derece olumlu bir durumdur.Ancak istenen 100 TL olduğunda bu bir hezeyan yaratıyorsa düşünmek gerekir...Eşkiyalarca darpedilen meslektaşımızın duruşmasına 30 kişi katılıyorsa burada bir sıkıntı var demektir...
Bu arada birlik üzerine düşen tüm yükümlülükleri eksiksiz yerine getirmiş midir? 
Şüphesiz hayır...Ama tüm rehberanın ulusal ve uluslarası konularının halli 5 kişinin kişisel maddi destekleri ile yürütülüyorsa zaten eksiksiz hizmet beklenemez...Merak etmemek lazım birlik yöneticiliği emekçiden yana yapıldığında "pop star" tadında bir yaşam tarzını hiç çağrıştırmıyor.Aksine promosyon uçak bileti, otobüs terminalleri, otel konaklaması yerine "eş-dost ziyareti" ve konaklaması,lüks balık lokantaları yerine "köşedeki tostçu" ve bilcümle harcanan her kuruşta meslektaş parası harcandığının sorumluluğu ile hareket ediliyor.Hem de en baştan beri...

* Acaba olası daha büyük meblağların rehberlerin cebinden çıkmaması için alınmış bir tedbir olabilir mi acaba çalışma kartı ücretinin birlik kasasında toplanması?
* Sahi 100 TL çok büyük bir meblağ mıdır?
Yanıtlarınız farklı osa da bahsi geçen tutar için dava açmaya yeltenenler veya şikayet dilekçeleri toplayanları meslek örgütlerinin gerçek bir güç olması adına yapılan tasarrufları görmeye davet ediyorum.Aksi takdirde sınıf bilincine haiz olamamış bir kaç kişinin kopardığı fırtına asıl ilgilenmemiz gereken yönetmeliğimizin sürüncemede bırakılarak işlevsiz hale getirilmesi veya TÜRSAB yasa tasarısı gibi mesleki haklarımızı "yok etmeyi" hedefleyen hamlelere karşı durmamıza ve en önemlisi meslek örgütlerimize yönelik güvensizliğe sebep olur ki; onlara en çok ihtiyacımızın olduğu bir dönemde bu yanlışa dur demeliyiz.
Önümüzdeki süreç çetin...
Lümpenlere (**) kulak asmayınız..
Sevgilerimle...







(*) bakınız Şahin Ulukanlıgil'in TUREB Resmi Facebook sayfasındaki muhteşem İncelemesi
(**)Lümpen sözcüğünün Türk Dil Kurumu sözlüğündeki açıklaması aşağıdaki gibidir:
1 .  Toplumsal sınıf bilinci olmayan.
2 . İçinde bulunduğu toplumun kültürüne yabancı olan.


25 Ekim 2014 Cumartesi

Taşeron Rehberlik Hizmeti Hakkında Bir Deneme ya da Ey Etik Geldiysen Üç Kere Tıklat

6326 sayılı Turist rehberliği Meslek yasasına göre turist rehberleri;

1-Ya Serbest Meslek erbabı olarak,
2-Ya da 4857 sayılı İş yasasına tabii olarak çalışırlar.

Bu ilk durumda yani, serbest meslek erbabı rehber yasaca belirtilmiş ve her yıl yeniden değerlendirme oranı gereğince artırılan transfer,günlük tur,paket tur veya yarım günlük tur gibi tanımlarca birbirinden ayrılmış ve turun süresini belirten kriterler ölçüsünde kazanç sağlarlar.

İkinci durumda ise ülkemizdeki tüm iş ve hizmet sözleşmelerinin tabii olduğu iş yasasına göre aylıklı olarak çalışabilirler.
Ikinci durumda aylık olarak ne kadar kazanabileceklerini (azami veya asgari) öngören her hangi bir kriter veya belirlenmiş bedel yoktur.

Yine ikinci durumda rehber kişilerin aylık olarak istihdam edilmeleri durumunda Sgk primleri işveren tarafından ödenir.

Bir rehberin seyahat acentesine bugünün maliyet hesapları göz önüne alındığında aylık olarak çalışırsa maaş+sgk primi olarak yaklaşık maliyeti 1800 TL dolaylarındadır.

Aynı rehberin serbest meslek erbabı olarak ayda 20 gün istihdam edildiği varsayılırsa maliyeti 5620 TL dolaylarındadır.

Seyahat acenteleri rehberlik hizmetini bir "aracı" veya "taşeron" firmadan tedarik eder ise söz konusu firmaya günlük olarak 150 TL dolaylarında bir bedel ödeyecek ve Sgk primi maliyetinden kurtulacaktır.


"Aracı" veya "taşeron" şirket ise günlük olarak alacağı 150 TL ile bünyesinde istihdam edilen ve işçi statüsündeki rehber meslektaşa aylık olarak 1400 TL vermek suretiyle (rehberin ayda 20 gün çalışacağı varsayımıyla) işçisi aracılığıyla 1200 TL kazanç sağlayacaktır.

Tüm bu bahsi geçen maliyet ve masraf dökümü her ne kadar "yasal" görünse de meslek ilkeleri açısından kabul edilemez bir olgu durumunu almıştır.Şöyle ki meslektaşlarımızın çalışma ve emek edimlerinin bu denli etik dışı yollarla sömürülmesine izin verilmemelidir.

Meslek yasası gereği en az üniversite mezunu olması zorunlu , ayrıca en az bir yabancı dili çok iyi düzeyde konuşabilen bir insanın Sgk kodlamasında yer alan "rehberlik" meslek kodunun ancak asgari ücretin biraz üstünde olması, bu nitelikli meslek sahiplerini bu çok düşük gelir bandına mahkum etmemelidir.

Meslektaşlarımız kendilerine sunulan bu aylık ücretleri kabul ederek mesleki genel kazançları doğrudan etkilemektedirler.
"Aracı" veya "taşeron" firmaların günümüz neo kapitalist düzeninin ayrılmaz bir parçası olduğunu unutmadan hareket etmeliyiz.Ancak seyahat acentelerinin alelade bir hizmet yerine kaliteli hizmet üretme gibi bir zorunlulukları olduklarını unutmuş olmaları son derece üzücü.Düşük maliyet peşinde olmaları anlaşılır olsa da "toptan" aldıkları hizmetin son derece kalifiye insanlarca yerine getiriliyor olması da bir o kadar üzücü.

Sorunun çözümü konusunda bir kaç alternatifi sıralamakta fayda var.

İlki iş yasasına bağlı olarak istihdam edilecek rehberlerin bir sendika altında örgütlenmeleridir.Bu sayede toplu iş sözleşmesi yaparak en üst düzeyde haklarını savunabilirler.

İkincisi söz konusu iş ve para kaybına bilerek ve isteyerek sebep veren meslektaşların davranışlarını meslek etik ilkeler çerçevesinde değerlendirerek disiplin soruşturmasına konu edilmeleri (*).

Üçüncü yol buralarda çalışmayı düşünen rehber meslektaşların meslek birliğince tavsiye edilen (kabul edilebilir) bir maaş talep etmeleri.(Bu piyasa fiyatlandırmasını ilk elden etkileyecek ve rehberlik ediminin kıymetini ortaya koyabilecek bir tavır olur.)

Dördüncü yol ise maaşlı-aylıklı olarak çalışmamayı özendirerek meslektaşların serbest meslek erbabı olarak çalışmasının özendirilmesidir.(Bu konuda tüm meslek odaları bu hizmeti ücretsiz olarak vermektedir.)

Beşinci çözüm ise Sgk kodlamasının güncellenerek maaşların artışını sağlamaktır.(**)

Altıncı çözüm ise yönetmelikte yapılacak bir müdahaledir (***) hem aylık maaşlara ilişkin bakanlığın zorlanması hem de sözleşme yaparken acentelerin gerçek kişilerle sözleşme yapmasına yönelik bir zorlama.Dikkatinizi çektiyse her iki durumda da bir zorlama olacak.Yani yasaların zorlanması.Bu iki durumda idari mahkemelere taşınabilir meselelerdir.(kaldı ki bakanlık rehber ücretlerinin kendi yetkilerinde olduğunu ona yönetmelikte müdahale ettirmeyeceğini defalarca belirtmiştir.)


Yedinci ve en ideali tüm meslektaşların kendi değerlerini bilmeleri ve günlük olarak bakanlığın takdir ettiği bedel nispetinde aylık maaş talep etmesidir.( genelde 10-15 günlük yevmiyeden az olmamak kaydıyla) Yani etiğe-ahlaka uygun duruş beklenmektedir.Ne kadar beklenirse...

*      (Yeni yönetmeliğin yayınlanması ile gündemdedir.)
**    (Görüşmeler devam etmektedir.)
***  (Yönetmelik Başbakanlıkta ve tüm incelemelerden geçmiş durumdadır )



19 Eylül 2014 Cuma

Rehberlerin Örgütlülükle İmtihanı

 Meslektaşlarımız adına kafa yormaktan, özel işlerimi, ailemi, arkadaşlarımı ihmal ettiğimi biliyorum.Bilmekle beraber bu işlere de gönüllü olarak girdiğimi de belirtmek isterim. Yani sonuç itibariyle kendim "istedim".Mesleğimizin kendine ait bir yasasının olmasından tüm meslektaşlarım gibi ben de çok mutlu oldum.Yasanın getirdiği en önemli kurumsal yapıda görev alarak kendi bakış açımla "tarihi" bir sürecin tanığı hatta öznesi olmuştum. Tüm olumsuzluklara karşın yapımızı inşa etme sürecinde rol oynayacak, mesleğimizin ilerisine bugünden ışık tutacaktık.
Yasamızın gereği olan denetimler yasadan aylar sonra çıkan yönetmelik ve denetim usulleri ile şekillenecek, mesleki denetimleri "kendimiz" yapacaktık.Yasada ifadesini bulan "tek başına" denetim yapma yetkisi bakanlık genelgesi ile kısa sürede engellendi.Yılmadık, dava açtık genelgeyi yumuşattık.Olmadı yeni bir genelge çıktı.Yasada yer alan yetki yine kayda ve şarta bağlandı. Şikayet ettik, karşımızda hep bürokrasi ve acentelerin uzantıları çıktı.Hep "yapmayın devletle davalık olunmaz" telkini aldık.Bizler ne kadar "hukuk devletinde bağımsız yargı hepimizin güvencesidir" dedikse de hep engelleyici tavırlarla karşılaştık.Bu arada bir de birlik seçimlerinin sonuçlarının hazmını uzun süredir beceremeyen çevreler girdi devreye, birliğimizi etkisizleştirecek, itibarsızlaştıracak tüm girişimlerde bulundular.bakanlığa mı şikayet edilmedik, protokoller mi yapılmadı...Uzun yıllar boyunca birikmiş sorunları elbette hemen çözemezdik, ancak uzun yıllar boyu gelişegelen alışkanlıkları değiştirebileceğimizi düşündük.Yıllarca odalara kayıt yaptırmadan, aidat ödemeden, bakanlıkla işini halledebilen bir kitlenin varlığına da bu süreçte tanık olduk. Odaların var olmasını üye aidatına bağlı olduğunu ancak oda üyeliği zorunlu olunca idrak eden bir kitle.Hayatları boyunca örgütlülüğün gereğini sorgulamamış bir kitle.Bunlar da mikro düzeyde alınan aidatların akıbetini sorgulamaya başladılar.Sevgili dostlar inanın ki oda yöneticileri aldıkları aidatlarla tüm yıl boyunca hizmet üretme adına çok büyük eziyetler çekmektedir.Hatta zorunlu seminer gelirleri ortadan kalkan odaların çoğu fiilen iş yapamaz hale geldiler.Kira, stopaj, personel, denetmen, denetim iaşesi, yakıt ücretleri, genel temsil giderleri, düğüne-cenazeye-dergiye-ilana yapılan masrafları karşılamak için çok büyük özveriler gösteriyorlar.Lütfen bu örgütlü yapılara "yabancı"; onlara düşman gibi davranan kişilere itibar etmeyiniz.(70 yaşını geçmiş Oda başkanının sekreteri olmadığı için telefonlara kendisinin baktığına kendim tanık oldum...insaf...)
Yasamızın sadece 13 maddeden oluştuğunu bir kez daha belirtmek isterim.Lütfen okuyunuz ve neyin yasadan doğup, neyin doğmadığını kendiniz görünüz!!
Çalışma kartlarının yıllık değiştirilmesi, tasarımı (sağ olsun meslektaşlar kartların tasarımcılarca tasarlanması konusunda bizi uyardılar da...özür dileriz biz nalburdan fikir almıştık ), tasarımının anketlerle meslektaşlarla paylaşılması, kartların hangi koşullarda basıldığı,aktivasyonunun nasıl sağlandığı ve pahalı olmaması için ne gibi fedakarlıklar gösterildiğini yazmamın pek anlamı da yok!Biz de biliriz en kral tasarımcıya en kaliteli ve ülkede benzeri olmayan kart basmayı..( Sadece karta baskı ve aktivasyon hariç 100 tl ödemeye ne dersiniz?)
Ardından yasanın yetersizliğinden mızmızlanan bir kesim oluştu.Sanki yasa yokken taban ücretlere kahramanca direnmişler gibi nutuklar atarak, denetimlerden şikayet eden, klavye başında en ateşli eleştiriler sıralayan bu kesimin de iş ciddiye binince ortalardan "kaybolduğu" hemencik anlaşıldı.
Sultanahmet camiinde yaşanan rezalete karşı sanal ortamda düzenlenen imza kampanyasına 10 bin dolayında aktif rehber olduğu göz önüne alındığında neden sadece 675 kişinin imza attığı konusuna hiç girmeyeceğim.Rehber meslektaş önce davasına sahip çıkacak arkadaşım!!! Seçilmiş örgütlerini destekleyecek...Desteklemiyorsa da alternatifler üretecek...Yapıcı eleştiriler getirecek...Kendisi de yeri geldiğinde elini taşın altına sokacak... Kaçak güreşecek klavye şövalyelerine ihtiyacımız yok...Fikirlere her zaman açığız...

An itibariyle yönetmeliğimizin yürütmesinin durdurulduğunu biliyor musunuz? Aylardır bakanlık koridorlarını aşındırdığımızı, yönetmeliğimizi çıkar çevrelerinin baskısıyla bir türlü işleme konulmadığını biliyor musunuz? Kaçak faaliyetlere karşı tüm yurtta yapılan çalışmalara bürokrasi eliyle ve malum çevrelerin baskısıyla frene basıldığını biliyor musunuz? İllerde kültür turizm müdürlüklerinin bin nazla denetimlere iştirak ettiğini, kolluk gücünün alınması için oda yöneticilerinin karakollarda pasta ikramından öğle yemek ısmarlamalarına varan uygulamalarından?
Sanmıyorum... Kart ücreti istenecek...tasarımcıya danışılmalı... Nasıl kart bu böyle? Denetmenler sadece rehberleri denetliyor... Evrak soruyor müşterinin (misafirin) yanında... (Fiyakanız mı bozuluyor ? Fiyakanız kaldı mı ki ?) Dil dışı rehberlik yapmak isteniyor...Taban yevmiye altında çalışılmak isteniyor... Turlara o (sıfır) yevmiye ile çıkılmak isteniyor... Stopajı da yevmiyeyi de cepten ödeyerek tura çıkılmak isteniyor... Ayrıcalık isteniyor...isteniyor..isteniyor..Ama kimse vermekten söz etmiyor...Vermeden almanın kime mahsus olduğunu sanırım bilirsiniz...
Örgütlü olmanın asla gerekli olduğuna inanmayan, gelir elde etmekten başkaca hiç bir amacı olmayan, hanutçulardan şikayet eden hanutçulardan , vergi erdeminden nasibini almamış, saygın bir meslek grubu olmanın gereğini hiç sorgulamayan, kayıt dışında tüm ömrünü geçirme niyetinde olan "meslektaşlardan" inanın sıkılmış durumdayım.
Sonuçta yine de örgütlü toplumun demokratik reflekslere sahip toplum olduğunu idrak etmiş bir birey olarak tüm bu olumsuzlukları bir geçiş döneminin sancıları olarak algıladığımı söylemek isterim.Yaratıcı fikirlerin gerekliliğine inanan, çalışmanın erdemini kutsal olarak algılayan, bağımsız olarak odalara ve bir birliğe sahip olmanın hazzını yaşayan, sıkıntılara karşı tüm olanaklarıyla direnen ve mücadele eden, aidatının dışında kendi değerli zamanından da ayıran, yevmiye altına çalışmayan, tüm diğer sektörlere örnek bir "rehber" ve "insan "olarak camiamızı temsil eden, tüm rehber davasının isimli-isimsiz unsurlarına selam eder hepsinin her zaman yanında olacağımı belirtmek isterim.



29 Ağustos 2014 Cuma

Hanutçu Şiddeti Mi O Da Ne?

Mesleğimizin en zayıf yönü sanırım dayanışma eksikliği olarak değerlendirilebilir. Meslek sorunları, meslek yasası, sözleşme zorunluluğu vs bir çok konuda birbirimizi "kollama", birbirimize "sahip çıkma" veya birbirimizi desteklemek ülküsünden gerçekten de yoksunuz. Tüm sayılan bu konuların yanında bir de son dönemde ayyuka çıkan ve yıllardır çözülememiş olan Sultanahmet camii ve meydanının hanutçuluk ve şiddet sorunu var ki; artık bir şeyler yazmak zorunlu hale geldi. Meslektaşlarımız camii sırasında efendice sıranın gruplarına gelmelerini beklerken yetkisiz-kaçak ve kaba-saba tavırlı kişilerin sıralarını ellerinden almalarına karşı gelirse meydan dayağı yiyor ve çaresizlik içinde yetkililerden çözüm bekliyorlar.Ya da hiç seslerini çıkarmıyorlar ve hayat olağan akışına devam ediyor ve sorun çözülmüş oluyor (o an için).

Kayıtsız kalabilenlerin kabalığı-zorbalığı- kural tanımazlığı kabullenmeleri durumunda kimseciklere bir şeyler olmuyor. Ancak kayıtsız kalanların tavrını beğenmeyen ve müdahale etme gereği duyan meslektaşların da yeterince hanutçu şiddetine maruz kaldıklarına tanık olduk.

Aynı çoklukta da 8-10 grubun rehberinin, gruplarının önünde söz konusu hanutçu-rehber diyaloğuna tanık olurken sus-pus kaldıklarına da tanık olduk. Hiç kimseden kahramanlık yapmasını beklemeyiz.Ancak sözlü dahi olsa orada müdahil olsalar bu tür vakalar ciddi anlamda azalır.Rehber milletinin kendi içindeki "sahipsizliği" veya kendi meslektaşları tarafından dahi sahiplenilmemesi durumu "hanutçu" tayfasını bir kat daha cesaretlendirmektedir.

Sözel olarak da olsa edilecek bir kaç aklı başında söz söylemek için kimsenin 5.Dan Kung-Fu veya Karate eğitimi almış olmasına gerek de yok. Birazcık birbirimize değer vermekle, empati yapmakla ve en önemlisi bir "camianın" mensubu olduğumuzun bilincinin gelişmesi gerekiyor. Gelişsin ki uğradığımız tüm hak kayıplarına , hukuksuzluklara, ödenmeyen yevmiyelere, keyfi acenta uygulamalarına karşı koyabilmenin gücünü bulalım.

Yetkililerin işlerini yapmalarını beklemek de bir çözüm yoludur.Ancak yıllardır çözülememiş ve sürüyle dedikoduya sebep olan ilişkiler yumağı içinde hanutçu-dükkancı-zabıta vs yani kim kimin yanında olduğu çözülebilmiş değil. Yine naif bir duruşla bu tür kabalıklardan yana olmadığımızı söyleyerek "...efendim meslek odaları veya birlik veya bakanlık veya emniyet vs..." gibi bir çok kurumu işaret eden rehber meslektaşların öncelikle meslektaşlık kavramını irdelemeleri gerekiyor.Meslektaşlık sadece aynı mesleği icra eden kişileri ifade etmez; aynı zamanda aynı mesleğin layıkıyla sürdürülebilmesi için düşünce ve eylem birliği içinde olan insan topluluğunun ifade eder. Bu topluluk nitelikli bir topluluktur. İşini-aşını-geleceğini düşünen ve o nispette ortak mesleki haklarını geliştirmek için dayanışma güdüsünü ön plana çıkarabilen bir topluluktur.

Derseniz ki "..bizim kaba-saba insanlarla işimiz olmaz.." o zaman siz de susun... Alsınlar sıranızı...Siz gruplarınız önünde aman ha rencide olmayın..
Bakmayın... Meslektaşlarınızın darp edilmesini, dövülmesini görmeyin....Duymayın.......
Meslektaşlarınıza (kadın/erkek) edilen ağza alınmayacak küfürleri duymayın.... Hatta rotanızı değiştirin... Sultanahmet camii'ni hanutçulara teslim edin...Programlardan çıkarın.... Ne olacak ki?

Sanki birilerinin "...sizler ne işe yararsınız?.." dediğinizi duyar gibiyim.Ben şahsen sırasını almaya çalışan hanutçulara müdahale ederken korkabilirim ama meslektaşımı asla bu orman kaçkınlarına sus-pus şekilde teslim etmem...Müdahale etmeyenlerin de tıpkı saldırıda bulunan "hanutçular" gibi teşhir edilmesinden yanayım hatta... Bu davranışın meslek etik ilkelerine de aykırı olduğunu düşünüyorum...


Birbirimiz rakip değil de meslektaş olarak gördüğümüz gün; sorunlarımızı "öz gücümüzle" çözebileceğimiz gündür.



Hanutçu Şiddeti Mi O Da Ne?

Mesleğimizin en zayıf yönü sanırım dayanışma eksikliği olarak değerlendirilebilir. Meslek sorunları, meslek yasası, sözleşme zorunluluğu vs bir çok konuda birbirimizi "kollama", birbirimize "sahip çıkma" veya birbirimizi desteklemek ülküsünden gerçekten de yoksunuz. Tüm sayılan bu konuların yanında bir de son dönemde ayyuka çıkan ve yıllardır çözülememiş olan Sultanahmet camii ve meydanının hanutçuluk ve şiddet sorunu var ki; artık bir şeyler yazmak zorunlu hale geldi. Meslektaşlarımız camii sırasında efendice sıranın gruplarına gelmelerini beklerken yetkisiz-kaçak ve kaba-saba tavırlı kişilerin sıralarını ellerinden almalarına karşı gelirse meydan dayağı yiyor ve çaresizlik içinde yetkililerden çözüm bekliyorlar.Ya da hiç seslerini çıkarmıyorlar ve hayat olağan akışına devam ediyor ve sorun çözülmüş oluyor (o an için).

Kayıtsız kalabilenlerin kabalığı-zorbalığı- kural tanımazlığı kabullenmeleri durumunda kimseciklere bir şeyler olmuyor. Ancak kayıtsız kalanların tavrını beğenmeyen ve müdahale etme gereği duyan meslektaşların da yeterince hanutçu şiddetine maruz kaldıklarına tanık olduk.

Aynı çoklukta da 8-10 grubun rehberinin, gruplarının önünde söz konusu hanutçu-rehber diyaloğuna tanık olurken sus-pus kaldıklarına da tanık olduk. Hiç kimseden kahramanlık yapmasını beklemeyiz.Ancak sözlü dahi olsa orada müdahil olsalar bu tür vakalar ciddi anlamda azalır.Rehber milletinin kendi içindeki "sahipsizliği" veya kendi meslektaşları tarafından dahi sahiplenilmemesi durumu "hanutçu" tayfasını bir kat daha cesaretlendirmektedir.

Sözel olarak da olsa edilecek bir kaç aklı başında söz söylemek için kimsenin 5.Dan Kung-Fu veya Karate eğitimi almış olmasına gerek de yok. Birazcık birbirimize değer vermekle, empati yapmakla ve en önemlisi bir "camianın" mensubu olduğumuzun bilincinin gelişmesi gerekiyor. Gelişsin ki uğradığımız tüm hak kayıplarına , hukuksuzluklara, ödenmeyen yevmiyelere, keyfi acenta uygulamalarına karşı koyabilmenin gücünü bulalım.

Yetkililerin işlerini yapmalarını beklemek de bir çözüm yoludur.Ancak yıllardır çözülememiş ve sürüyle dedikoduya sebep olan ilişkiler yumağı içinde hanutçu-dükkancı-zabıta vs yani kim kimin yanında olduğu çözülebilmiş değil. Yine naif bir duruşla bu tür kabalıklardan yana olmadığımızı söyleyerek "...efendim meslek odaları veya birlik veya bakanlık veya emniyet vs..." gibi bir çok kurumu işaret eden rehber meslektaşların öncelikle meslektaşlık kavramını irdelemeleri gerekiyor.Meslektaşlık sadece aynı mesleği icra eden kişileri ifade etmez; aynı zamanda aynı mesleğin layıkıyla sürdülebilmesi için düşünce ve eylem birliği içinde olan insan topluluğunun ifade eder. Bu topluluk nitelikli bir topluluktur. İşini-aşını-geleceğini düşünen ve o nispette ortak mesleki haklarını geliştirmek için dayanışma güdüsünü ön plana çıkarabilen bir topluluktur.

Derseniz ki "..bizim kaba-saba insanlarla işimiz olmaz.." o zaman siz de susun... Alsınlar sıranızı...Siz gruplarınız önünde aman ha rencide olmayın..
Bakmayın... Meslektaşlarınızın darp edilmesini, dövülmesini görmeyin....Duymayın.......
Meslektaşlarınıza (kadın/erkek) edilen ağza alınmayacak küfürleri duymayın.... Hatta rotanızı değiştirin... Sultanahmet camii'ni hanutçulara teslim edin...Programlardan çıkarın.... Ne olacak ki?

Sanki birilerinin "...sizler ne işe yarasınız?.." dediğinizi duyar gibiyim.Ben şahsen sırasını almaya çalışan hanutçulara müdahale ederken korkabilirim ama meslektaşımı asla bu orman kaçkınlarına sus-pus şekilde teslim etmem...Müdahale etmeyenlerin de tıpkı saldırıda bulunan "hanutçular" gibi teşhir edilmesinden yanayım hatta... Bu davranışın meslek etik ilkelerine de aykırı olduğunu düşünüyorum...


Birbirimiz rakip değil de meslektaş olarak gördüğümüz gün; sorunlarımızı "özgücümüzle" çözebileceğimiz gündür.



Bu Bir Veda Yazısıdır

 Rehber örgütlenmesi süreçlerinde yıllarını geçirmiş bir meslektaşınız olarak mesleki konulardaki son yazımı kaleme almaya karar verdim. ...