Değerli Meslektaşlarım,
Yeni Türsab yönetiminin "değişim" sloganıyla elde ettiği seçim zaferinin hemen ardından "Rehberlerimizle olan sorunlarımızı masada çözeceğiz" ifadesi başta umut verici olarak görünse de kulağımıza gelen söylentiler yabancı dil sınavını by-pass edecek bir düzenlemenin yolda olduğunu ve rehberlik bölümü mezunlarının hemen "Türkçe rehberlik " yapabileceği düzenlemenin hazırlandığı ve kısa sürede yürürlüğe gireceği yönünde. Hatta müze ve ören yeri bulunmayan turlarda rehber zorunluluğunu tamamen ortadan kaldırılacağı söyleniyor...
Benim çok merak ettiğim konu böylesi bir durum karşısında nasıl bir tepki göstereceğimizdir.
Yasal düzenleme çıktıktan sonra ne tepkisi gösterilebilir ki?
Alışacak mıyız?
Yeni duruma saygı göstererek; çalışma alanımızın belki de yarı yarıya (belki daha fazla) düşmesine seyirci mi olacağız?
Meslek kuruluşlarımızın olası bunlara benzer dayatmalara karşı bir hazırlığının olup olmadığını çok merak ediyorum. Ulusal birliğimiz artık tanış oldukları seyahat acenteleri birliğiyle bu konuyu görüşmüşler midir? Bakanlıkla bir görüşme yapılmış mıdır? Anlaşmışlar mıdır?
İnanın bilmiyorum...
Bildiğim bir konu olağanüstü genel kurul hazırlıklarının yapıldığıdır; mesleki açıdan bu kadar önemli bir konuyu seçimlerimizin gölgelediğini bile söyleyebilirim.
Bu söylentiler karşısında meşru örgütlerimizin bir araya gelerek tüm kamuoyuna hitaben bir basın duyurusunu kaleme almasının gerekliliğini düşünüyorum...
Hemen ve çok acil olarak...
Tüm üyelerin katılımıyla olası senaryolara karşı tüm seçeneklerin değerlendirilmesi ve tartışılması gerekiyor...
Konunun yeni olmadığını eski tarihli bir yazı ile hatırlatmak isterim...
Hoşçakalın...
NOT: Şubat 2015 yılından yazı aşağıdaki linkte...
http://mehmetulusoy.blogspot.com.tr/2015/02/otobusten-inecekler-var-m.html
21 Mayıs 2018 Pazartesi
23 Mayıs 2016 Pazartesi
Veda
Evet değerli dostlarım...
Kişisel maceramda bir deneyimin daha sonuna gelmiş bulunuyorum...
Hakkımda söylenecek-yazılacaklardan ziyade; ilk ağızdan süreci size aktarma gereği hissediyorum...
Yola çıkarken şeffaf- demokratik ve hesap verebilir bir oda arzusu taşımaktaydım...Mesleğin , sektörün ve bürokrasinin zorluklarını da biliyordum.Hele ki seçimler sonucu oluşmuş olan yk aritmetiğinin zorluğuna rağmen mücadele etmeye karar vermiştim...Görevde bulunduğum zaman zarfında hergün ofise giderken mesleğe hizmet isteği ve heyecanı duyuyor; 08.30- 19.00 mesai yapıyordum. ( görevde bulunduğum süre zarfında huzur hakkı olarak bana yasanın öngördüğünün % 63 ünü aldım...hakkınızı helal edin lütfen..)
Mesleğimizin toplum-kamu-devlet nezdindeki yerini sağlamlaştıracak; meslek ve meslektaşlık bilincinin gelişimini sağlayacak; yüksek profilli eğitim düzeyimize paralel bir yöneticilik anlayışı, meslektaşlık ve meslek yöneticiliği kültürünün oluşumuna hizmet verecektim...
Kendi adıma bu kültürün altını dolduracak davranış, dil ve düzeyi belirli ölçülerde tutturabildiğimi düşünüyorum.
Seçim sonuçlarına saygı gösteren, seçilenlerin kişiliklerine saldırmadan asgari müştereklerde buluşabilen bir anlayışı benimsedimse de yk içinde yaşanan çatışma ortamı beni yıldırdı, sinirlerimi yıprattı... Verimli olamayacağımı anladığım anda ise ( veya makama katkı koyabilecek çalışma ortamının yok olduğunu gördüğümde ise ; orada bulunmamın herkese karşı haksızlık olacağını düşündüğüm için) ayrılmaya karar verdim...
Ülkemizin egemen siyaset dilinin en etkin enstrümanları olan; rakip gördüklerini aşağılamaktan, yıldırmaktan,onları itibarsızlaştırmaktan, nobran ve yukarıdan bakan bir anlayışı hep reddettim.
Uzlaşma kültürünün gereği olarak konuşmaktan yana oldum kavgadan yana değil.Kavganın; hatta fazlasının dayatıldığı noktada ise görevi iade etmenin gereğini düşündüm ve gereğini de yaptım...
Burada altını çizmekte özellikle fayda olduğunu düşündüğüm konu ise yönetim kurulu toplantılarında şahsıma yönelik akıl-almaz çirkinlikteki saldırılara ;-ilke olarak karşı olduklarını bana söyleyen yk üyesi arkadaşların- bu tavırlarını bu çirkinliklerde bulunan arkadaşlara ses çıkarmamaları sayesinde güven ortamının ortadan kalktığı gerçeği ile yüzleşmem oldu
Kaldı ki bu çirkinliklerin karşısında bana kişisel olarak moral veren Yk üyesi arkadaşlar bu davranışlara karşı olduklarını bana bildirmelerine rağmen; bunu Yk ortamında açıkça söylememelerinin onların da sindirilmiş olduklarına ya da karşı koymaya cesaret edemedikleri gerçeğini ortaya koydu. Yine de yk da herkesin aynı şekilde davrandığını söylemem büyük haksızlık olur. Özelden yaptığım istişarelerde bunu kendilerine de söyledim...
Sorunları saptamak gerekirse yukarıda tanımlamaya çalıştığım bir anlayış var ki;kazanılan mevki ve makamdan kendisine çıkar sağlamaktan yana olan egosuna teslim olmuş ve kendini geliştirmeyi de asla aklına getirmeyecek olan bunlar ne yazık ki kazanılan makama bir şeyler katmanın gerekliliğini "bilmiyor" hatta bunu zayıflık olarak görüyorlar.Çok yazık... Tüm genel kurul kararlarının ve denetim kurulu raporlarının web sayfasında yayınlanmasını şeffaflığın bir gereği olarak yapsam da bu davranışımdan dolayı beni; "ispiyoncu", "jurnalci" olarak yaftalayan bu anlayış sahipleri, 5 ayda önceki dönemden devreden 110 bin tl borcun ödenmesinin (!!) hesabını sormazken otobüs giydirmesi veya maraton tshirtleri için harcanan 2-3 bin tl nin hesabını sorabilecek pervasızlıklara kalkışmışlardır.
Odanın mali konularında tam bir bilgisizlik varken üyelerin paralarının nasıl harcandığını duyurmaktan onur duydum.Üyelerin odanın yıllardır nasıl bir açmaz içinde olduğunun bilinmesinin herkesin en tabii hakkı olduğunu düşünüyorum...
Bunları yazdıktan sonra korkarım arkamdan suçlamalara dahi muhattap olabilirim... Olsun...
Bu yazının devamını getirmek niyetinde hatta söz konusu arkadaşların cevaplarına cevap yetiştirme arzusunda olmayacağım...Yasal olarak süreç işlemiştir.. YK kendi içinden başkanını seçmiştir....Kendisine başarılar dilerim...
Bundan sonra blogumu bir "gezi" blogu yapma kararı aldım... Kimseyle bir hesabım yoktur. Umut verdiğim tüm insanlardan özür dilerim...
Hoşçakalın....
Not: Şahsıma yapılan saldırıların tanıkları denetim kurulundan sevgili Yücel Gökdağ ve TUREB seçimlerine gidişteki delege arkadaşlarımdır... Çalışanlarımıza genel sekreterimiz Bilal Bilaloğlu başta olmak üzere teşekkür ederim...Tüm bu süreçlerin en başından beri yanımda olan ve seçim sürecinde hakkında söylentiler çıkarılan, vatan-millet-bayrak düşmanı ilan edilen; beni sürekli motive etmeye çalışan arkadaşlarıma ve ayrıca seçimlerden sonra tanıyıp dost olabildiğimi düşündüğüm herkesten ilgilerinden ötürü teşekkür ederim...Bu arada parasal sebeplerden ayrıldığım dedikodusunu yayanlar varmış...Gülün..geçin...
Kişisel maceramda bir deneyimin daha sonuna gelmiş bulunuyorum...
Hakkımda söylenecek-yazılacaklardan ziyade; ilk ağızdan süreci size aktarma gereği hissediyorum...
Yola çıkarken şeffaf- demokratik ve hesap verebilir bir oda arzusu taşımaktaydım...Mesleğin , sektörün ve bürokrasinin zorluklarını da biliyordum.Hele ki seçimler sonucu oluşmuş olan yk aritmetiğinin zorluğuna rağmen mücadele etmeye karar vermiştim...Görevde bulunduğum zaman zarfında hergün ofise giderken mesleğe hizmet isteği ve heyecanı duyuyor; 08.30- 19.00 mesai yapıyordum. ( görevde bulunduğum süre zarfında huzur hakkı olarak bana yasanın öngördüğünün % 63 ünü aldım...hakkınızı helal edin lütfen..)
Mesleğimizin toplum-kamu-devlet nezdindeki yerini sağlamlaştıracak; meslek ve meslektaşlık bilincinin gelişimini sağlayacak; yüksek profilli eğitim düzeyimize paralel bir yöneticilik anlayışı, meslektaşlık ve meslek yöneticiliği kültürünün oluşumuna hizmet verecektim...
Kendi adıma bu kültürün altını dolduracak davranış, dil ve düzeyi belirli ölçülerde tutturabildiğimi düşünüyorum.
Seçim sonuçlarına saygı gösteren, seçilenlerin kişiliklerine saldırmadan asgari müştereklerde buluşabilen bir anlayışı benimsedimse de yk içinde yaşanan çatışma ortamı beni yıldırdı, sinirlerimi yıprattı... Verimli olamayacağımı anladığım anda ise ( veya makama katkı koyabilecek çalışma ortamının yok olduğunu gördüğümde ise ; orada bulunmamın herkese karşı haksızlık olacağını düşündüğüm için) ayrılmaya karar verdim...
Ülkemizin egemen siyaset dilinin en etkin enstrümanları olan; rakip gördüklerini aşağılamaktan, yıldırmaktan,onları itibarsızlaştırmaktan, nobran ve yukarıdan bakan bir anlayışı hep reddettim.
Uzlaşma kültürünün gereği olarak konuşmaktan yana oldum kavgadan yana değil.Kavganın; hatta fazlasının dayatıldığı noktada ise görevi iade etmenin gereğini düşündüm ve gereğini de yaptım...
Burada altını çizmekte özellikle fayda olduğunu düşündüğüm konu ise yönetim kurulu toplantılarında şahsıma yönelik akıl-almaz çirkinlikteki saldırılara ;-ilke olarak karşı olduklarını bana söyleyen yk üyesi arkadaşların- bu tavırlarını bu çirkinliklerde bulunan arkadaşlara ses çıkarmamaları sayesinde güven ortamının ortadan kalktığı gerçeği ile yüzleşmem oldu
Kaldı ki bu çirkinliklerin karşısında bana kişisel olarak moral veren Yk üyesi arkadaşlar bu davranışlara karşı olduklarını bana bildirmelerine rağmen; bunu Yk ortamında açıkça söylememelerinin onların da sindirilmiş olduklarına ya da karşı koymaya cesaret edemedikleri gerçeğini ortaya koydu. Yine de yk da herkesin aynı şekilde davrandığını söylemem büyük haksızlık olur. Özelden yaptığım istişarelerde bunu kendilerine de söyledim...
Sorunları saptamak gerekirse yukarıda tanımlamaya çalıştığım bir anlayış var ki;kazanılan mevki ve makamdan kendisine çıkar sağlamaktan yana olan egosuna teslim olmuş ve kendini geliştirmeyi de asla aklına getirmeyecek olan bunlar ne yazık ki kazanılan makama bir şeyler katmanın gerekliliğini "bilmiyor" hatta bunu zayıflık olarak görüyorlar.Çok yazık... Tüm genel kurul kararlarının ve denetim kurulu raporlarının web sayfasında yayınlanmasını şeffaflığın bir gereği olarak yapsam da bu davranışımdan dolayı beni; "ispiyoncu", "jurnalci" olarak yaftalayan bu anlayış sahipleri, 5 ayda önceki dönemden devreden 110 bin tl borcun ödenmesinin (!!) hesabını sormazken otobüs giydirmesi veya maraton tshirtleri için harcanan 2-3 bin tl nin hesabını sorabilecek pervasızlıklara kalkışmışlardır.
Odanın mali konularında tam bir bilgisizlik varken üyelerin paralarının nasıl harcandığını duyurmaktan onur duydum.Üyelerin odanın yıllardır nasıl bir açmaz içinde olduğunun bilinmesinin herkesin en tabii hakkı olduğunu düşünüyorum...
Bunları yazdıktan sonra korkarım arkamdan suçlamalara dahi muhattap olabilirim... Olsun...
Bu yazının devamını getirmek niyetinde hatta söz konusu arkadaşların cevaplarına cevap yetiştirme arzusunda olmayacağım...Yasal olarak süreç işlemiştir.. YK kendi içinden başkanını seçmiştir....Kendisine başarılar dilerim...
Bundan sonra blogumu bir "gezi" blogu yapma kararı aldım... Kimseyle bir hesabım yoktur. Umut verdiğim tüm insanlardan özür dilerim...
Hoşçakalın....
Not: Şahsıma yapılan saldırıların tanıkları denetim kurulundan sevgili Yücel Gökdağ ve TUREB seçimlerine gidişteki delege arkadaşlarımdır... Çalışanlarımıza genel sekreterimiz Bilal Bilaloğlu başta olmak üzere teşekkür ederim...Tüm bu süreçlerin en başından beri yanımda olan ve seçim sürecinde hakkında söylentiler çıkarılan, vatan-millet-bayrak düşmanı ilan edilen; beni sürekli motive etmeye çalışan arkadaşlarıma ve ayrıca seçimlerden sonra tanıyıp dost olabildiğimi düşündüğüm herkesten ilgilerinden ötürü teşekkür ederim...Bu arada parasal sebeplerden ayrıldığım dedikodusunu yayanlar varmış...Gülün..geçin...
27 Mart 2016 Pazar
Sorumlu Turizm - Sorumlu Turist Rehberliği
Değerli meslektaşlarım;
sezonun sancılı geçmesini beklediğimiz bugünlerde hükümetin turizm
çalışanlarına yönelik olarak yapılması açıklanan destek paketlerini beklerken; terör
belasının bitmesini ve ülke güvenlik algısının ve gerçekliğinin uluslararası arenada
düzelmesini istiyoruz. Bunları destekleyen kampanyaların sonuçlarını
bekleyeceğiz gibi görünüyor. Bu bekleme fiilinin çok uzun sürmemesini hepimiz
adına diliyorum. Bekleme süresini değerlendirme biçimimiz ise tamamen bizim
tercihimiz olacaktır. Benim naçizane önerim biraz meslek olarak kendimizle
ilgili değerlendirme yapmamızdır. Bunu çok gerekli görüyorum. Yani nereden
nereye geldik? Neleri doğru, neleri yanlış yaptık? Eleştirel bir yaklaşımla
aslında biraz da mesleğimizin toplum ve devlet nezdindeki yerine ilişkin tespit
ve görüşlerimizi kendimizi geliştirme adına dile getirerek bol bol konuşmalı,
kararlar almalı ve tedbirler geliştirmeliyiz diye düşünüyorum.
Müsaadenizle mesleğin genel algısıyla başlamak
istiyorum. Bildiğiniz üzere mesleğimiz turizm fiilindeki “dinlenme-eğlenme”
unsurunun baskın olmasından dolayı “icrası”
hep eğlenceli olan ve “gezme” fiili ile birleştirilerek; büyük emek ve özveri
gerektirmediği önyargısının devamlı “ithamı” altında algılanır. Yani aslında
yapılan işten çok eğlencedir ve hele ki turistlerle “deniz-plaj-otellerde”
hoşça vakit geçirme olarak hafife alınmaktadır. Bu genel algının değiştirilmesi
turizmin karakterinin değiştirilmesi mümkün olmayacağına göre birazcık
meslektaşlarımızın mesleği mesleğin gerçekleri ölçüsünde anlatması ile bir
ölçüde değişebilir.
Yukarıdaki mesleğin
işten ziyade eğlence olarak algılanmasına paralel olarak mesleği icra edenlerin
bu “kolay” işten “kolayca” da para kazandıkları algısı elbette mesleğimizin üzerine
çökmüş olumsuz bir gölge olarak kaldı. Dürüst olmak gerekirse mesleğimizin “kolay
para” kazanmaya uygun kısmı genel algıdan çok
meslektaşlarımız tarafından yıllar içinde hoyratça kullanıldı. Öyle hoyratça ki
“turist rehberi” kavramını arama motorunda aradığımızda bile “kolay para” –“
yan gelirler” vs gibi konular mesleğin profesyonel kısmını örtmeye hep yeterli
olacak şekilde ifade edilmektedir. Bu kanı o kadar yaygındır ki günümüzde
mesleki haklarımızın talebine karşılık olarak bu “yan” gelirler belirleyici
olmaya devam etmektedir. Peki bu durum sürdürülebilir midir? ( Sanırım bu başka
bir yazı konusu olacak çapta bir tartışmadır.)
Peki; mesleği icra eden
rehberler olarak devlet nezdindeki algımız yukarıda bahsi geçen ön yargıları
barındırıyor mu diye soracak olursanız; bu konunun da istenilen-özlenen düzeyde
olmadığını maalesef söylemek durumundayım. Burada biraz da turizm
yatırımcılarının ve seyahat acentelerinin etkilerinin olduğunu söylemek mümkün.
Her ne kadar müşteri memnuniyeti ve turistik mal ve hizmet pazarlamasında
rehberlerin etkin rolü ve başarısının farkında olan yatırımcı ve acentecimiz olsa
da; azınlıkta olduklarını üzülerek söylemek durumundayım.
Mesleki saygınlığımızın
toplum ve devlet nezdinde meslek gerçeklerine uygun ve kabul edilebilir düzeye
gelmesi, ancak ve ancak rehberlerin bireysel veya örgütsel davranışları ve fiilleriyle
mümkün olacaktır. Burada herkese ödevler yüklenmiştir. Öncelikle rehber
meslektaşların toplumun önemsediği, gerekli gördüğü ve sahipleneceği
davranışlar içinde olmaları gerekir. Bu da mesleğin toplum ve turizm
sorumluluğu bilinciyle ifa edilmesi vasıtasıyla mümkün olacaktır. Bu
sorumluluğu uzaklarda aramak yersizdir. Nitekim 1999 yılında ülkemizin de kabul
ettiği Dünya Turizm Örgütünün turizmin Küresel Etik ilkeleri belgesindeki “Sürdürülebilir
Turizm” ilkesinin alt başlığı olarak ifade edilen “sorumlu turizm” ilkesinin benimsenmesi; bu davranışları tüm
meslektaşlarımızca içselleştirilir ve davranış haline gelirse kısa sürede yol
almak mümkün olur. Rehber örgütlerinin ise sosyal sorumluluk ve kamu yararı
amaçlayan projelere tüm güçleriyle asılması yöntemiyle devlet nezdindeki yeri
de sağlamlaşır.
Sorumlu
turizm ilkesinin gereği olarak turist rehberinin bireysel olarak özellikle
dikkat etmesi gereken bazı hususları şöyle sıralayabiliriz.
Sorumlu
Turist Rehberi, doğal ve yöresel yemekleri tercih ve tavsiye etmelidir.
Sorumlu Turist Rehberi,
doğayı korumalı ve turistlerin de korumasına dikkat etmelidir.
Sorumlu Turist Rehberi,
turistlerin ihtiyacını yerel ürün ve hizmetlerden karşılanmasına katkıda bulunmalı,
yerel ekonomiye destek olmalıdır.
Sorumlu Turist Rehberi,
Turistlerin kültürel varlıklara, inançlara, insanlara ve geleneklere saygılı
olmasına dikkat etmelidir.
Sorumlu Turist Rehberi,
Turistlerin yöre halkının beklenti ve değer yargılarına saygılı olmasına dikkat
etmelidir.
Sorumlu turist rehberinin
kişisel çıkarı ile turizm sektörünün genel çıkarları arasındaki tercihini; uzun
vadede turizmin gelişmesi yönünde kullanmasının gereği sanırım herkesin
üzerinde kafa yorması gereken önemli bir noktasını oluşturmaktadır.
Yukarıda sayılan “sorumlu
turizm” çerçevesinin acentelerimizce de içselleştirilmesini diler; bu yazının
yeni tartışmalara vesile olmasını dilerim…
Not: Biçen abimiz göçtü…
Rehberlik mesleğinin “Can Yücel” ini kaybettik… Yolu ışık olsun…
13 Aralık 2015 Pazar
Zafere Giden Yollar ve Iyi niyet Taşları
Blokumu izleyen arkadaşlar takip etmişlerdir. Rehberlik mesleğinin saygınlığı ve geleceği konusunda kendimce doğrularımı paylaşmaya çalıştım,çalışacağım.
Gelinen yer itibariyle kimi tespitler yapmaya çalışacağım.Şöyle ki;
Rehberlik yasasının çıkması ile elde edilen ve edilemeyen faydalarda, bazen devletin bazen Türsab'ın ,bazen odaların, bazen birliğimizin bazen de meslektaşlarımızın kendilerinin etkin rolü oldu.
Öncelikle bakanlık-Türsab ilişkilerini irdeleyelim,
Devlet nezdinde etkili olabilmenin yolu; bakanlıkla iyi-uyumlu ilişkiler tesis etmekle sınırlı kalmıyor.Türsab'ın mali boyutu ve konum sal gücü itibariyle etkisi kesinlikle yadsınamaz.Rehber camiası ne kadar elini uzattı ise de buna karşılık olarak yeni 1618 sayılı tasarının içeriğinden anlayacağımız artık "barışçı" yöntemlerle, uzlaşmayla rehber haklarını bırak ileri götürmeyi; haklarımızı muhafaza edebilmenin büyük mücadelesi önümüzde dev bir meydan okuma olarak görünüyor.
Bu mücadeleyi tek başına birlik yürütemez. Bunun tüm odaların katılım ve niyet göstereceği ve bir ulusal plan geliştirilerek yürütülmesi ve tüm olasılıklara göre hareket edilmesi gerekiyor.Yoksa telafisi mümkün olmayacak bir mesleki haklardan kopuş yaşanacaktır.
Karşımızda duran bu büyük mali güce ancak odalarımız (dolasıyla birlik) da yasal ödentiler dışında gelirler yaratarak karşılık vermelidir.Mevcut mali yapılarla odaların bırakın birliği; kendilerini idame ettirecek finans kaynakları mevcut değildir. Yani, odalar iyi yönetilemez ve yasal ödentilerini yapamazsa birliğin gelir yaratmak için elindeki enstrümanlar zorlama olmaya; nihai çözüm olmamaya devam edecektir. Mevcut statükonun devamı çözümsüzlük olarak görülüyor.
Odalarımızın bir kamu kurumu niteliğinde meslek kuruluşu olduklarını, derneklik döneminin geride kaldığını, haklarını geliştirmenin diğer STK ların da gücünü kullanarak katlanabileceği gerçeğinden haberdar edilmesi gerekiyor. Üretim sektörüyle, hizmet sektörüyle, odalarla, sendikalarla,barolarla, dernek ve vakıflarla ortaklaşarak maddi güç kullananlara eşit hatta daha büyük bir ağırlığı oluşturmanın elzem olduğu apaçık ortadadır.
Gelelim odalarla birlik ilişkilerine; bunlarda da ne yazık ki kurumsal ilişkilerin kişisel ilişkilerin gölgesinde kalmış olduğu acı gerçeğiyle onlarca defa yüzleştim. İnsanlarımız kurumsal kimliklerin gerektirdiği olgunlukta ve yapıcılıkta olmayıp; günümüzün kötü bir alışkanlığı olan ötekileştirici, ayrıştırıcı, dar kadrocu ve makam meraklısı tutumlar sergileyerek "birliğin", "sağlanmasından" ziyade "çözülmesini" hedefleyen davranışlara giriştiler.Bu durum hem odalar hem de birlik için farklı gelişmedi..Bu durumda verimli olunmasının mümkün olmadığı açık, ancak yasa gereği yapılması gerekenler asgari ölçüde yapılmış oldu. Unutmayalım güçlü birlik ancak ve ancak güçlü odalarla mümkündür.
Gelelim meslektaşlarımıza; onlarda kimileri zorunluluktan, kimileri kasten (bilerek ve isteyerek) meslek yasasının delinmesine gönüllü ya da gönülsüz (ki biliyorum ki aslında çoğu zaman gönülsüz) izin vermek durumunda kaldılar. Kimileri de kaçak rehber denetimlerinin etkisizliğinden şikayet ederek (haklı olarak) isyan ettiler.
Derseniz ki peki..sen neler yaptın?
Elimden geleni... Kolay olmuyor, 5 kişilik bir heyetle çalışmak,ulusal konularda sürekli yollarda, yönetmelik mi dersin,eğitim uzmanlıklar mı dersin, tüzük mü dersin, broşür mü dersin, denetim çalıştayları, dil sınavları, kart basımları, tasarımlar, oda seçimleri vb. Burada tabii ki hatalar yapıldı; ancak düzeltmek için de kurul üyeleriyle müzakere/münakaşa gibi durumlarla yeni yollar çizildi hatalardan dönülme yolları da arandı. Peki mükemmel mi oldu? Tabii ki değil...Ancak en azından bundan sonra nasıl gerçek birlik olunabileceğine dair fikir ve tecrübelerim oluştu.Yapılacak çok daha fazlası ve iyisi var...
Odaların düzelmesi adına bir şey yapıyorum...Evet Antalya Rehber Odası başkanlığına aday olduğumu açıkladım. Sağlam yapıların sağlam temeller üzerinde duracağını bildiğimden bu sorumluluğa soyundum.Bunu yaparken yönetim kurulunun teşkilinde özellikle bazı ilkeler çerçevesinde hareket ederek; önceki dönemlerdeki kimi alışkanlıklara da son verilebileceğinin mesajını vermek istedim. Toplumumuzun demokratikleşmesindeki en etkili mücadelenin eşitlik olduğunun bilinciyle kadın adayların en etkin noktalarda olmasını tartıştım ve sonucunda 8 kişilik yönetim kurulu aday listesinde 6 kadın aday olması yönünde çabam sonuç da verdi.
Mevki- makam düşkünlüğü olmayan, dışa açık, kendine güvenen ve herkese eşit mesafede olacak bir yapıyı teşekkül etme niyetimizi paylaştım ve bunda da karşılık buldum. Ayda bir imza tamamlayan kurul üyeleri toplamaya hiç niyetimiz olmadı.Potansiyeli büyük olup (bu düzeyde) henüz bir sorumluluk almamış kuruldaşlarımın bir nevi önünün de açılmasını istiyorum ki, tüm ülkedeki mevcut statüko dışında insanlar da sorunlarına sahip çıksın.Hep aynı kişilerin yönetimlerde olması üyeler nezdinde bir süre sonra bıkkınlık yaratıyor. Antalya' mızın temsili açısından da bu yönetim kurulunun kalıcı etki bırakacağını ve Türkiye çapında adından söz ettireceğini düşünüyorum.
Mevki- makam düşkünlüğü olmayan, dışa açık, kendine güvenen ve herkese eşit mesafede olacak bir yapıyı teşekkül etme niyetimizi paylaştım ve bunda da karşılık buldum. Ayda bir imza tamamlayan kurul üyeleri toplamaya hiç niyetimiz olmadı.Potansiyeli büyük olup (bu düzeyde) henüz bir sorumluluk almamış kuruldaşlarımın bir nevi önünün de açılmasını istiyorum ki, tüm ülkedeki mevcut statüko dışında insanlar da sorunlarına sahip çıksın.Hep aynı kişilerin yönetimlerde olması üyeler nezdinde bir süre sonra bıkkınlık yaratıyor. Antalya' mızın temsili açısından da bu yönetim kurulunun kalıcı etki bırakacağını ve Türkiye çapında adından söz ettireceğini düşünüyorum.
Aday sayısının çokluğuyla ilgili şikayet edilmemeli, salt eleştirilerle yetinen çevrelere inat herkes el yordamıyla nelerin yapılması gerektiğini kendince açıklıyor ve talip oluyor.Bu takdir edilesi bir durumdur.
An itibariyle kimi çevrelerde sürdürülen kampanyalar çerçevesinde kişisel suçlamalar, karalamalar, iftiralar ve hedef göstermeler sonucu seçim ortamı çok aşırı gerildi. Hele ki aday gösterdiğimiz meslektaşlarımıza yönelik "...çekil..önümüzde durma...kime hizmet ettiğini bilmiyorsun.." tarzındaki telefon aramalarından insanlara bıkkınlık gelmiş durumda.Tüm bu olup bitene karşı hala "zafere giden her yol mübahtır" diyecek pişkinliğe sahip olanların mesleğimizi bir gram ileriye götüremeyecekleri; itibarını artırmak yerine daha da küçülteceklerine inanıyorum. Zafere giden her yol mübah değildir değerli arkadaşlar... Zafere de mağlubiyete de giden her yol ahlak ve erdemle gidilmesi gereken yollardır.
An itibariyle kimi çevrelerde sürdürülen kampanyalar çerçevesinde kişisel suçlamalar, karalamalar, iftiralar ve hedef göstermeler sonucu seçim ortamı çok aşırı gerildi. Hele ki aday gösterdiğimiz meslektaşlarımıza yönelik "...çekil..önümüzde durma...kime hizmet ettiğini bilmiyorsun.." tarzındaki telefon aramalarından insanlara bıkkınlık gelmiş durumda.Tüm bu olup bitene karşı hala "zafere giden her yol mübahtır" diyecek pişkinliğe sahip olanların mesleğimizi bir gram ileriye götüremeyecekleri; itibarını artırmak yerine daha da küçülteceklerine inanıyorum. Zafere giden her yol mübah değildir değerli arkadaşlar... Zafere de mağlubiyete de giden her yol ahlak ve erdemle gidilmesi gereken yollardır.
Bu sebeple hiç kimseyi görüşünden, fikrinden, kararından dolayı kınayacak değilim. Bahsi geçen seçim dünyanın sonu da değildir.Bu olgunluğa erişmemişlerin yeri oda yöneticiliği de olmamalıdır.
Her şeye rağmen kişisel polemiklere girmeyeceğim... Dilerdim ki seçimler dostane bir havada cereyan etsin...Yine de tüm adaylara başarılar dilerim.
2 Kasım 2015 Pazartesi
2 Kasım Sabahına Uyanmak
7 Haziran seçimlerinden sonra gelişen olayları düşündüm ; terör saldırıları, yüzlerce masum gencin canlı bombalarla katli, sokağa çıkma yasakları,uykusunda ensesinden vurulan polisler,karakol baskınları,kazılan hendekler, şehit cenazeleri, sınırlarda bekletilen cesetler, Tv kanallarının platformlardan atılışı, gazete baskınları, gazetelere kayyum atanması, yayın yasakları gibi çok üzüntü verici gelişmelere tanık olduk.
Ekonomik durgunluk, döviz artışları, umutsuzluk, korku tüm toplumda derinden sezilen endişe sokaklara sirayet etmişti.
Ülkemizin hukuk devleti olması, yargımızın bağımsızlığı, demokratik hakların gerileyişi gibi konuların tüm toplumda hissedildiği yargısına kapılmış durumdaydım.
Öyle ya baskı sonsuz dek sürecek değildi... Tüm dünyada olduğu gibi toplum bir yerde tepkisini verecek; muktedirler iktidarlarını hoyratça kullanamayacak, demokratik mekanizmalar işleyecek ve restorasyon ve yeniden inşaa başlayacaktı.
Demokrasinin ekmek-su gibi temel ihtiyaç olduğunun bilincindeydim.
İnsanlar yoksul da olsa, fakir de olsa , cahil de olsa artık baskıların seçimler eliyle gerileyeceği umudunu besliyordum.
Evet ve sanırım istenilen oldu.. Seçimin galibi tam bu olayların sebep verdiği "korku" oldu...İş korkusu, kriz korkusu, enflasyon korkusu, "verelim 400" ü huzurumuz kaçmasın korkusu, alternatifsizlik korkusu, perpektifsizlik korkusu...
Velhasıl ülkemizde demokrasi ekmek-su kadar önemli değilmiş...
Ekonomik çıkarlar tüm ideal değerlerin önünde imiş...
Kimselere küfür etmenin, memleketten kaçmanın hesaplarını yapmanın hiç bir anlamı yok...
Gerçeği kabullenmeli ve insana en baştan yatırım yapmanın yolları aranmalı, 92 yıllık Cumhuriyet serüvenimizde demokrasinin toplumca nereye konumlandırıldığının tartışması bu yazının çapını aşar.
Ülkemiz insanı ekonomik fayda temelli- muhafazakar-elitlerin sorunu olarak adlandırılan temel haklar, internet yasakları veya yolsuzluklara veya basın özgürlüğünü birincil sorun addetmiyor.
Hatta kendi düşüncesinde değilse "başkalarının" bombalarla paramparça edilmesine dahi aldırış etmiyor..Anlaşılan bu..
Olanlar ise canlara oldu... Her biri cihan parçası çocuklarımız; kentlerde, dağlarda, karakollarda... Korku adına ailelerine ömür boyu ve kuşaklarca unutulmayacak acılar yaşatıp, hayatının baharında solan çiçeklerimize...
Eee? Ne yapılacak? İnternet başından ayrılarak politikanın merkezine girilecek, sahaya, alanlara, halkın içine... Sanal alemi tüm alem sanmayacağız, ayrımcı- seçkinci - dışlayıcı olmayacağız...eğitimden vazgeçmeyeceğiz... Demokrasinin- dayanışmanın- eşitliğin-uygarlığın ve hoşgörünün ekonomik çıkarlara bağlanmadan talep edilmesinin erdemini yayacağız... Umutsuz olmayacağız..Uzaktan küfrederek kimseyi değiştiremeyiz- dönüştüremeyiz...
Durmak yok yola devam...Önemli olan istikrar...
Not: Oda seçimlerine ilişkin bir şeyler yazmak gelmedi içimden..
5 Eylül 2015 Cumartesi
Bir Yerden Başlanmalı
Değerli okuyucular,
son günlerde yaşananlar üzerine bırakın yazı yazmayı düşünmek
dahi istemiyorum.
Toptan bir akıl
tutulması ve vicdan kararması yaşadığımız kesin.
Sosyal medya mecrası
tam bir bombardıman altında...
Sahile vurmuş
boğulmuş bebek resimleri,
varlıklı batının
mülteci akını karşısındaki iki yüzlü tutumuna ilişkin
yayınlar,
çatışmalarda
yaralanmış veya ölmüş veya parçalanmış insan/ceset resimleri
(hatta kadın olduğu için kıyafetleri soyulduktan sonra çıplak
bedenleri yayınlanan),
her gün kendisini
daha da belli eden- dayatan- mutsuzluk ve umutsuzluk yayan yayınlar,
bırakın felsefi
derinliği; genel medeniyet kurallarını dahi hiçe sayan
davranışların videoları- resimleri,
vahşi hayvan
sürüleri gibi topluca bir tek şahsa saldıran memleket “
esnafı”,
hükümetin-
emniyetin- yargının yapacağı hukuka aykırı eylem ve işlemlerini
yayınlayan twitter fenomenleri,
herkesi bir taraf
olmaya davet eden; olmayanı vatan haini olarak damgalamaya aday
paylaşımlar,
plajdan ayağını
çeken arkadaşların resimleri,
sofra- yemek- mekan
paylaşımları,
iktidarı uğruna
ülkeyi yangın yerine çevirenlerin algı yaratma adına
paylaştıkları,
iktidar yanlılarının
her hangi muhalif sayılacak bir görüşe küfürlü-beddualı ve
tehdit içeren kepaze
paylaşımları,
barış taleplerini
hükümet-devlet-millet karşıltığı sayan paylaşımlar,
kişisel gelişim
paylaşımları,
selfieler,
turda çekilen grup
selfieleri,
pollyanacılık
içerenler,
börek paylaşımları,
sahte habere yanlış
fotoğraf içeren paylaşımlar,
sahte fotoya yanlış
haber içeren paylaşımlar,
fotoşoplu haberler,
haberli fotoşoplar,
milli
duyarlılıklarımızı kabartan uygur-çin içerikli paylaşımlar,
paralelcilere
sevinen ordu taraftarları,
ulusalcılara
seslenen sosyalistler,
sosyalistlere
selahattinin gerçek yüzünü gösteren videolar,
teknede viski içen
şerefsiz paylaşımları,
çark eden
politikacılar,
politika yapan
çarkçılar,
kedi videoları,
allah yazan arı
kovanlı paylaşımlar,
atatürk karşıtı
paylaşımlar,
kadın karşıtı
paylaşımlar,
din yanlısı/karşıtı
paylaşımlar,
türban
karşıtı/yanlısı paylaşımlar,
hükümeti islam
davasının savunucusu görenlerin paylaşımlar,
arakandan, bosnaya,
afrikadan, bayırbaşı türkmenlerinden bahseden paylaşımlar,
tır paylaşımları,
katil işidçi
paylaşımları,
tapeler,
restorasyon
resimleri,
yağmalanan kıyı
haberleri,
yeşil yol,
tayin-atama-sınav-torpil-rant-kazanç
kapıları paylaşımları,
türklüğün üstün
bir meziyet olduğunu herkese kanıtlayan paylaşımlar,
türklüğün her hangi bir meziyet olmadığını kanıtlayan paylaşımlar,
kürdün nefret edilmesi gereken birileri olduğunu veya toptan yok edilmesi gerektiğini kanıtlamaya çalışan paylaşımlar,
fatih terim
paylaşımları,
gs-bjk-fener-trabzon
paylaşımları,
köşe yazısı
paylaşımları,
Evet...
Epey uzun bir liste
oldu galiba...
Tüm bu
paylaşımların akıl sağlığımız hakkında fikir vermeye müsait
olduğunu söyleyebilirim.
Her haberin bilinç
altımızda hafızalandığını unutmayalım.Vay haline hard
diskimizin....
Taraftarı olduğumuz
fikirlere ilişkin paylaşımları “like” layarak destek olmuş,
muhalif olduğumuz konuların altındaki yorum kısmına bir şeyler
yazarak cahillere derslerini vermiş olduğumuzu mu sanıyoruz?
Hayat sanal alemdeki
algıdan ibaret değil değerli dostlarım.Hedefler ancak gerçek
insanlarla somut şeyler yaparak elde edilir.Klavye başında bir
şeyler yazarak çevremizde bugüne değin hiç bir şey
değişmemiştir.
Hedefiniz ne olursa
olsun gerçekle yüzleşilmelidir.
Gerçekler de
sokaktadır, pazarda, kahvede, kafede,sınıfta, anfide, fabrikada,
atölyede, dairede, serviste, takside, turda, aile içinde,
eşte-dostta-akrabadadır...
Katılımcılık
anlamında önümüzdeki en önemli sınav 1 Kasım seçimleridir...
Herkesin oyunu
vermesi gerekiyor...Oradan başlayalım derim...
11 Haziran 2015 Perşembe
Odalarda Işıksızım
Evet, rehber odaları 2015 yılının sonunda , birlik ise Mart 2016 gibi seçimlere giriyor. Geleceğimiz ile ilgili bir çok konu bu seçimlerin sonucunda daha da netleşecek gibi görünüyor. Mesleğimize yönelik büyük tehditler var... Türsab yasa tasarısı, Alan kılavuzluğunun ( çıkmasını beklediğimiz) yeni yönetmeliği, Türkçe rehberlik meselesi, şemsiye turizm yasası garabeti, kaçak rehberliğin etkin şekilde denetlenememesi, yevmiye altı ücret ödemeleri, etik kurallara riayet edilmemesi vs.
Bu seçimlerle birlikte yılda bir kez aidatını, bir kez çalışma kartı ücreti ödeyen ve sahanın sıkıntılarını bilmeden ve her fırsatta “..yahu ne vardı yasa çıkacak?..çıktı da ne oldu..” diyeceklerin mesleğimizin geleceği adına; oy vermek suretiyle sürece müdahil olacağı bir seçim süreci geliyor.
Sahadaki arkadaşların bu meslek hakları meselesine yaklaşımları biraz da bilgi eksikliğinden kaynaklanıyor.Burada da biraz tembellik, biraz kaygısızlık ama her halükarda “pastadan en fazlasını alma” niyeti olan bir meslek grubundan söz edilebilir.Bir fiil yasa dışı ( kaçak rehberlik gibi) olunca otomatikman suç olup ceza yasasına girmiyor ; kabahat olup kabahatlar kanununca düzenleniyor.Bu durumda kaçak rehberliği kabahatler kanunu düzenlediği için kolluk gücünün kendiliğinden müdahalesi söz konusu olamıyor.Kaçak rehberliğin etkin denetimi aslında devletin “gayretiyle” doğru orantılı bir durum.Ancak zamanla düzelebilecek bir konu.Bu vesile ile odalarımız hakkında bazen haksız olarak “...kaçakları denetleyin..bizi niye denetliyorsunuz..” şeklindeki sitemlerin çoğu zaman yersiz olduğunu da söylemek isterim.İnanın odalarımız il kültür turizm müdürlüklerinden memur ve kolluk alana kadar akla-karayı seçiyor.Çok zor işler bunlar...
Meslektaşlar bir de kendileri arasında da barışık değil.Kimi üniversite mezunu olmakla, diğeri mühendis-rehber olmakla övünüyor.Biri dil dışı çalıştığı için hayıflanıyor, diğeri operasyon gruplarına çalışamadığı için.Biri sejourcuyum diyor, diğeri anadolucuyum.Biri yerliye çalışıyor , diğeri yabancıya vs.... Bu durum aslında meslek içinde bir çok değişkenliğin olması gerçeğiyle paralel yürüyen bir sorunsal.
Sevgili meslektaşlar, kendi adıma yaklaşık 2 yıllık gözlem ve deneyimler ışığında nacizane bir kaç bilgiyi; ardından da dilim döndüğünce kimi tespitlerde bulunmak istedim.Umarım faydalı olur ve kimse kişisel algılayarak küsmez,darılmaz...
* * * * * * *
Odalarımız henüz kamu kurumu niteliğinde meslek kuruluşları olduklarını ne yazık ki idrak edemediler.
Artık daha önce devletin bakanlığının olan bir çok yetki odalarımızın eline geçti.Geçti de ne mi oldu?
Yasal statü ve yaptırım kazandılar.Yani bir yerde ikamet eden rehber o yetki çevresindeki odaya üye olmak zorunda!
Yani bu durumda üye sayıları hiç olmadığı kadar artış gösterdi.Buna bağlı olarak gelirleri de arttı. Devlet daha önce sadece kendisi denetleme yapabiliyorken; artık odalarımız kendi istihdam edeceği personel ile bu yöntemi kullanma konusunda yetkilendirildi.Peki bu yapıldı mı? (yapılıyor mu?) Ne yazık ki bu yetkiyi kullanarak istihdam edebilen oda sayısı, toplam sayısı olan 13 odadan ancak 5'i.. Mesela üye sayısı ancak 550 dolayındaki bir Rehber odası denetmen istihdam ederken 1000 üye sayılı bir başka odanın denetmeni yok; veya üye sayısı 500'ün altındaki bir rehber odasının denetmeni varken aynı üye sayısına sahip başka bir odanın denetmeni yok. Üye sayısı 1500 dolayındaki bir rehber odamızın dahi denetmen istihdamına yeterli bütçesinin olmadığı bir ortamdan söz ediyorum....Kimileri yapabiliyor da kimileri de yapamıyorlar mı? Ne yazık ki evet.. Yapamıyorlar...peki yapanların maddi durumları çok mu iyi? Ne yazık ki hayır...Haksızlık etmeyelim kimi odanın ancak 100 üyesi var ve yıllık aidat gelirleri ancak bir büro kirasına ve telefon, su parasına yetiyor.Ama kimilerinin binlerce üyesi var ve halen yapamıyorlar. Bu durumda büyük diyebileceğimiz kimi odaların yönetim anlayışlarında önemli eksiklikler olduğu ortaya çıkıyor.
Bu eksikliklerden ilki denetim mekanizmasının anlamını kavramamış olmak olmalı...Çünkü bir rehber meslek odasının ilk görevi rehber üyesinin haklarını korumak ve geliştirmektir.
Hakları geliştirmenin en önemli ayağı ise piyasadaki işleyişin kanuna ve yönetmeliğe uygun cereyan edip etmediğinin denetimidir.( Sahada bürokrasiden kaynaklı sıkıntılar yok mu?..
Elbette var, ancak onları da duyurmak onlarla yeri geldiğinde ortaklaşmak, yeri geldiğinde omuz omuza mücadele etmek gerekiyor; ki bahsi geçen kurum ve şahıslarda böyle bir durumu da gözlemlemedim) Bu durumda bahsi geçen odaların asli görevleri olan denetime odaklanarak diğer tüm gider kalemlerini kısmaları gerekmektedir.Zira görünen o ki denetim ancak denetime “para” yatırınca hedefine ulaşabilen bir olgudur.
Yani odalarımızın idari-personel ve genel giderleri konusunda gelecek dönemde rehber meslektaşlara ciddi programlar sunmalı; ayrıca mutlaka denetmen istihdamı konusunda yaşadığımız seçim sürecindeki gibi birbirleriyle rekabet içinde olmalıdırlar.
Elde edilen gelirlerin az olması veya azalmış olması durumu yaşanıyorsa da bunu üyelerine samimiyetle açıklayarak, gerekiyorsa bir “dayanışma aidatı” talep etmelidirler.
(Burada çekinilecek bir durum yoktur.Zira önceki yıllardaki zorunlu seminerlerin ortadan kalkmasıyla odaların ciddi gelir kayıpları söz konusu olmuştur.Ancak anlayışlı rehber meslektaşlarında talep halinde bir “dayanışma aidatı” ödeyebilecek güçte olduğunu da biliyorum)
Mesleğimizin saygın bir yere gelmesi de pek ala haklarımızı korumakla eşdeğer bir faaliyettir.Odalarımız toplumda rehberlik farkındalığı yaratma adına da diğer etkili STK , meslek oda ve birlikleriyle veya sendikalarla, vakıf ve derneklerle de bir araya gelmekten uzak. Çoğu yönetici işlerinin peşinden koşmakla, bir çoğu rehberlik dışında ticari faaliyetler peşinde koşmakla bir kısmı ise “hiçbir şeyle” meşgul...
Sevgili meslektaşlarım, ümidim odur ki bu yazıyı bu işleri bilmeyen; ancak gelecekte niyetlenen ve yukarıda saydığım konulara hassasiyet gösterecek ve görev alacak kardeşlerimiz okusun. Rehberlik mesleğinin gelişmesi ancak ilişki içinde olunan tüm bileşenlerle ilişki kurarak olur. Oda yöneticileri mesleğin tanınması, yasanın tanıtılması, rehberlik mesleğinin gerekliliği gibi konularda farkındalık yaratmakla mükelleftir. İster sosyal medya kullanarak, ister gidip insanlarla konuşarak veya dayanışma içinde olarak. Oda yöneticiliğini kartvizitinde taşıması gerektiğine inananların çoğunlukta olduğunu düşünüyorum.Ya da bu sayede iş olanaklarını geliştirdiklerini düşünüyorum kimilerinin.
Bir de mesleğin geleceğine bir kara gölge gibi düşmüş olan yeni 1618 sayılı yasa tasarısı var ki; değinmeden geçemeyeceğim. Yasa tasarısına karşı odalar bazındaki karşı çıkışlar çok cılız olmakla beraber; kimi oda yöneticisi, yasa tasarısından da anlaşılacağı gibi “ ..rehberlik okulu mezunlarından yabancı dil puanı dahi gerektirmeden..” Türkçe rehberlik hakkı kazanmalarını istiyor.Yani mezun olan direkt Türkçe rehberlik yapabilsin. Türsab yönetimi bu savlarını destekletmek için bilumum turizm fakültesi akademisyenlerini bir araya getirerek sözüm ona “algı” operasyonu yapıyor.Efendim neymiş; rehber sayısı yeterli değilmiş...Kuyruklu yalan... Rehber enflasyonu yaratarak işlerini nasıl “bedavaya” getireceklerinin hesabı değilse de ne? Türsab yönetimi ile paralel görüş belirten oda yönetimi yıllar öncesinde “..yahu bu alan kılavuzluğu bizi ilgilendirmez, çok basit iş hiç karışmayalım..” diyenlerin ardılı arkadaşlar.
Yani Türsab'ın bir sermaye kuruluşu olarak bu kabil işlere girişmesi anlaşılır olsa da, oda yöneticilerinin bu minvalde görüş belirtmelerini anlamak mümkün değil.Şimdi de Istanbulumuzun orta yerinde “gençlere gönüllü rehberlik veya ask me ” hizmeti başlatan bir belediyenin, gençlerini de malum odanın eğiteceği bilgisini aldım ki akıllara zarar..Meslektaşlarını bilgilendirmek- bilinçlendirmek, tasarının mesleğimize olası zararları hakkında toplantılar tertip etmek veya birer STK olmalarının farkına vararak tasarıdan etkilenecek diğer paydaşlarla sorunları “ortaklaştıran”; bu sayede cılız sesimizi gürleştiren tek bir oda yönetimine tanık olmuyoruz.Öyle ya tasarı kimleri etkilemiyor ki; emlakçıdan, taşımacıya, otelciden, tedarikçiye; ama en çok da rehberleri...Bir kaç sivil rehber oluşumu dışında herkes “sus-pus”...Bu sektörlerin temsilcileriyle, dernekleriyle, sendikalarıyla, birlikleriyle veya şubeleriyle sesimize ses katan ne yazık ki yok...
Bir başlık da çok “ayıp” bir konuya açalım...
Evet, mesleğimiz hakkında esnaf-acenteci veya ilgili yurttaşlar arasında adımız düpe düz “avantacıya” çıkmıştır.Yani o kadar ki.. Çanakkale tarihi Alanına girdiğimizde eğri büğrü bir bahçe teline tutturulmuş bir kocaman bir kartonda şunları yazdıracak kadar:
” Rehberler ve Kılavuzlar! Lütfen müşterileri yönlendirmek suretiyle esnafın rızkıyla oyamayın..”. Bu o kadar kabul görmüş ki herkes bu durumu dile getiriyor. Sade vatandaş getirdiği gibi Turizm Bakanlığı Müsteşarının bulunduğu önemli toplantılarda da Türsab eliyle (diliyle) getiriliyor; ki böylesi bir suçlamaya maruz kalmak bile mesleğimizin saygınlığı açısından kabul edilemezdir. İşimizin ,emeğimizin karşılığı ancak ve ancak yevmiyemizdir. Yan kazançlara muhtaç olmak, tüm meslek grubumuzu bu kabil “utanılası” suçlamalara maruz bırakıyor.Asıl gelirinde ısrar eden; yan gelire “göbekten” bağlı olmuyor. Yan gelir de elde edilsin, buna itirazım yok; ancak asıl gelir olmayınca yan gelire giden yollar bizi mesleğimizin icrası noktasından uzaklaştırıyor.Bu gerçeği de göz ardı etmemeliyiz.
30 Mart 2015 Pazartesi
İşçisin Sen İşçi Kal
Cem Karaca'nın 1975 yılında
dönemin siyasi iklimine uygun olarak kaleme aldığı ünlü
"Tamirci
Çırağı" isimli
şarkısındaki çırağın fiyakalı-zengin-güzel kız hayalleri
ile sınıf atlama isteğini; şarkı sonundaki ünlü "işçisin
sen işçi kal" dizesi ile sonlandırdığı işçinin durumunu
düşündüm.
Her ne kadar "yahu neden
işçi kalsın bırak genel
müdür olsun adamcağız" demenizi duyar gibiyim.
Bazılarının ise bu başlığın
mesleğimizle ilgisi nedir sorusunu sorduğunu da işittim gibi...
İşçi olmayı düşük bir sosyal
statü olarak algılayacak bir sosyal ortamda, konuyu sınıfsal
temelde irdelemek gerekiyor."İşçi" kavramında
kastedilen kol veya zihin emeği ile hayatlarını kazanan kişilerin
mensubu oldukları sosyal sınıfın bilincini taşımalarıdır."Sınıf
atlama" mefhumu 12 Eylül sonrasında tüm
topluma dayatılan
"bireysel" kurtuluş yolu olarak
sunulmuştur. Oysa 70'li
yıllarda ancak sınıfına kenetlenerek, örgütlenerek veya
dayanışarak elde edilebilecek kazanımı
"kollektif"
kurtuluş yolu olarak
tanımlayabiliriz. Nitekim
yıllar geçse de sınıf bilincinin korunması olgusu ve buna bağlı
olarak sınıf çıkarlarının kollektif olarak geliştirilmesi ve
örgütlenmesinin gereği hiç değişmemiştir.Yani mesleğinin
çıkarlarının korunması ancak ve ancak meslektaşlarla dayanışma
içinde mümkün olabilmektedir.
Cem karaca şarkısında "zengin
kız" hayali kuran işçiyi; rehberlik mesleğinde sağlam
konumlu acenteci arkadaş edinme, "hanutu" yüksek işler
ve hayyaller peşinden koşma, "back-to-back" tur kapma
durumlarına benzetebiliriz.Yani kısa vadede büyük meblağları
kazanma isteğinin tezahürü bir anlamda.Kısa vadede icra edilen
faaliyetlerin orta ve uzun vadede işin öz niteliğine zarar verip
vermediğine, mesleki hakların önem arz edip etmediğine, kişisel
kurtuluşun kollektif kurtuluşa göre daha önemli olup olmadığının
değerlendirilmesi olmadığı gibi; sorgulama dahi yapılmaz.
Bilinmez
ki kurtuluşu birilerinin meslek hakları için koşturmasını
beklemekten ziyade; hepimiz haklarımız adına ilkeli ve sağlam ve bir arada ( dayanışma içinde) durursak hiç kimselere "yakın olmanın", "onlara
yaranmanın", "süklüm-büklüm
olmanın" gereği kalmayacaktır. Hepimize
dayatılan "minimum maliyet-maksimum karlılık"
girdapından en az düzeyde etkilenecek bir meslek grubu olmak
hepimizin elinde....
Düşük maliyet adına düşük hizmet satın alınması sonucu
hayatlarımızın sürekli tehlikeye atıldığını hepimiz biliyoruz.Buna bağlı olarak;
*Az mazot yakan araçların tercih edilmesi,
*Az veya hiç maaş almayan kaptanların tercih edilmesi,
*Az maliyetli otel ve restoranların tercih edilmesi,
*Az maliyetli operasyonların tercih edilmesi,
*Az maliyetli ören yeri ve müzelerin tercih edilmesi tesadüf mü?
Hepsi ama hepsi çok ama pek çok ve daha çok ve en çok kar elde
etmek için yapılmıyor mu?
Bu denklemde kendi mesleğimizin durduğu veya duracağı yeri
belirlemek için birbirimizden başka kimselere güvenmememiz
gerektiği görülmedi(müyor mu) mi?
Ölen, sakat kalan, hastalanan, kalp krizi geçiren, sigorta
güvencesi olmayan, mağdur olan, gözü yaşlı eş ve çocukları
kalan, yaşlılıkla-işsizlikle boğuşan meslektaşlarımızı
düşünelim...Yıllardır dayanışma içinde olsa idik en azından
bazılarının yaralarına merhem olamaz mıydık?
"Çalışma koşullarını piyasa belirler" cümlesini bize
ezberletenlere verilecek cevabımız ancak birbirimiz kollamakla
tersine çevrilir.Birbirimizin kuyusunu kazarak, ipini çekerek,
işini-aşını çalarak ve "fiyat kırarak" ancak yukarıda
sözü edilen "az maliyet" isteyenlere faydamız olur.
Mesleğimizi (yapılan tüm saldırılara rağmen) tüm
meslektaşlarımız adına kabul edilebilir ve saygın bir noktaya
taşımanın temel yolu rehber kalmak olacaktır.(Acenteci da olsan)
Birazcık güvensek birbirimize,
biraz yanımızda-arkamızda-önümüzde ama dayanışarak
durabilsek...
Yani rehber kalarak....
Not1: 1618 sayılı yasada yapılması tasarlanan değişiklikleri
gerek elektronik post göndererek gerekse de ıslak imzalı olarak
protesto eden tüm meslektaşlarımızı sevgiyle selamlarım...Tüm
eş-dost-akrabayı da kampanyalara müdahil edelim...
Not2:Tüm rehber kalmış acenteci dostlarımızı tenzih ediyorum...
14 Şubat 2015 Cumartesi
Otobüsten İnecekler Var Mı?
Mesleki haklarımız elimizden alınma tehlikesiyle karşı
karşıya...
Çarşambanın gelişi Salı'dan belli olmuştu.Aylar önce
transferlerin rehber eşliğinde yapılmasını istisna altına
almaya çalışan Türsab bu niyetini meslek odaları ile yapmış
olduğu protokollerde ortaya koymuştu.
Ardından sürekli olarak "..müze ve ören yerlerinde denetim
yapınız yollarda yapmayınız.." gibi bir ısrarları dikkat
çekmişti.
Ardından nihayet Türsab'ın 1618 sayılı yeni yasa tasarısı
birliğimize tasarı ve gerekçeleriyle iletildi.
Evet... Niyetlerini açık seçik ifade etmişlerdi.Niyet okumamıza
gerek bırakmadan amaçladıkları tüm
hedefleri ortaya dökmüşlerdi...Başkanlarının genel kurullarında
ifade ettiği "..Rehberler
bizim memurumuz; biz onların iş vereniyiz. Biz haddimizi biliriz,
bilmeyene de bildiririz..." cümlesindeki tehdit artık
yasalaşma yoluna girmişti.
Yasalaşması
için bakanlık aracılığıyla iletilen taslakta yer alan ve
mesleğimizi doğrudan tehdit eden kimi başlığı saymak istiyorum;
11
kişi altındaki gruplara rehber zorunluluğu kaldırılmaya
çalışılıyor...
Türkçe
dili talebi halinde yine rehber zorunluluğu ortadan kaldırılmak
isteniyor...
Rehber
zorunluluğu müze ve ören yerleriyle sınırlandırılıp; bu
yerlerin dışındaki tüm faaliyetler "transfer" olarak
nitelendirilmeye çalışılıyor...
Sahadaki
yaklaşık 10000 (on bin) meslektaşımızın uzun yıllar süren
mücadelesi ile elde edilen yasasını etkisiz hale getirmek; kendi
üyelerine rehberlik mesleği üzerinden mesaj vermeyi hedefleyen
Türsab yönetimi turistik hizmetlerin kalitesini yükseltmenin
yollarını aramak yerine maliyetlerini – ki yasaya uygun davranan
acente sayısı bu denli az iken – sözüm ona rehberlik mesleğine
bağlamaya çalışması çok komik bir gerekçe
oluşturmaktadır.Acentelerin yıllardır çözüm ortağı-risk
ortağı olarak, pazarlamasını yapan, müşteri memnuniyetini ( tüm
olumsuzluklara rağmen) sağlayan; ayrıca ülke tanıtımı
konusunda tüm dünyada örnek gösterilecek şekilde ifa eden rehber
meslektaşlarımızı
yeni
yasa tasarıları ile bu denli etkisizleştirmeye çalışmalarını
tabii ki tüm acentelere mal edemeyiz.Ancak mevcut anlayışın
acentecilik faaliyetinde yıllardır bu işi layıkıyla yapan
meslek erbaplarımızla ilgili tasarrufları( öngördükleri yasa
tasarısı itibariyle) endişe vericidir.
Meslek
yönetmeliğimizin çıkması aşamasında Türsab'ın önerileri
karşısında çok şaşırmış; hatta hukukçularının yetersiz
olduğunu ve hiç bir yasal bilgilerinin olmadığını düşünmüşsem de yasa tasarısını görünce meslek yasamıza ve mesleğimize
yönelik çok olumsuz bir algı içinde oldukları gerçeğini idrak
etmiş oldum.Kendileri ve kanaat önderleri ile görüşmelerimde ise
şu çok basit önerme açığa çıkıyor;( yani aslında tüm
dertlerinin kaynağında) "Bizim personelimiz olan, parasını
bizlerin ödediği rehberlerin yasası çok güçlü; onların
denetimlerde asli unsur olmalarını kabul etmiyoruz..." veya
".. yasaları budanmalı, burunları sürtülmeli..".
Denetimler sonucu kaçak acenteciliğin önleneceği, kayıt dışı
faaliyetlerin son bulacağı, nihayet kamu yararının gerçekleşeceğini görmek istemiyorlar.Ayrıca
denetimlerin yasalara uygun faaliyet içinde olan acentelerin de
faydasına olacağı beyefendilerin hiç umurunda görünmüyor.
Bakanlığımızdaki etkisi sermayesi ölçüsünde güçlü olan
Türsab'ın tasarısına şüphesiz en sağlam hukuki gerekçelerle
ve tüm yasal, demokratik ve meşru enstrümanlarla karşı
duracağız; ancak meslektaşlarımıza
da görevler düşmektedir.
İlki rehber
kökenli acenteci arkadaşlarımız aracılığıyla Türsab'ın
kendi iç dinamikleri olarak müdahil etmenin yollarının aranmasıdır.
Yine
hükümet veya muhalefet milletvekilleri ile ilişkiler kullanılarak baskı grupları oluşturulmalıdır.
Son olarak da kendi aramızdaki
her türlü görüş ayrılığını bir tarafa bırakarak "tek
vücut" haline gelerek bir arada durmamız gerekmektedir.
Tüm
sorunlarımız karşısında suskun kalanlardan isek.. yapabilecek
bir şeyimiz yok demektir.
O
zaman paşa paşa inilecek otobüsten...
Ben
inmek niyetinde değilim...Ya siz?
Not:Erkek egemen-cinsiyetçi-kadınlara yönelik aşağılayıcı tüm kurumların tez zamanda tarihin çöplüğündeki seçkin yerini almasını diliyor; Mersindeki korkunç olayı kınıyor, tüm suçluların en ağır şekilde cezalandırılmasını istiyorum.Eğitimsizliğin ülkemizin tüm yasal-toplumsal ve sosyal kurumlarını yok etme noktasına getirdiği günler yaşıyoruz...Çok üzgünüm...
Not:Erkek egemen-cinsiyetçi-kadınlara yönelik aşağılayıcı tüm kurumların tez zamanda tarihin çöplüğündeki seçkin yerini almasını diliyor; Mersindeki korkunç olayı kınıyor, tüm suçluların en ağır şekilde cezalandırılmasını istiyorum.Eğitimsizliğin ülkemizin tüm yasal-toplumsal ve sosyal kurumlarını yok etme noktasına getirdiği günler yaşıyoruz...Çok üzgünüm...
21 Aralık 2014 Pazar
Kompradorlar Arasında Nefes Almak veya Umudu Yeşertmek
Nefes
mi alamıyoruz?...
Devletin
makul şüphesinden mi çekiniyoruz?...
Hakkımız
mı gaspediliyor?...
Sıkıntılarımızı
özgürce dile getiremiyor muyuz?...
Basın
sıkıntılarımızı görmüyor mu?...
Basın
hükümetin borazanlığını mı yapıyor?...
Havuz
medyası tarihin en büyük paraları karşılığında suskun mu?...
Sermaye
çevreleri bizi hakkımızdan ziyade karın tokluğuna mı mahkum
ediyor?...
Sokağa
çıksak Cop-Tazyikli Su-Toma-Biber Gazı- Tutuklanma tehditi mi
var?...
Hakkımızı
mahkemelerde mi aramalıyız?...
Güven
duyduğumuz mahkeme kaldı mı?...
Devletin
şefkati mi kalmamıştı?...
"Cumhur"
kimsesizlerin kimsesi değil miydi?
* * * * * * * * * * * * * *
Çocuklarımızın
geleceği için endişeli miyiz ?...
Gelecek
günümüzden aydınlık görünmüyor mu?...
Okullarımızdaki
eğitim seviyesi iyi durumda mı?...
Temel
Okuma-Anlama ve Temel Matematikte Dünyada 45. sırada mıyız?...
Yabancı
Dil eğitimimiz skandal boyutta kötü mü?...
Osmanlıcaya
ihtiyacımız var mı?...
Mezar
taşlarını mı okumalıyız?...
Ecdadımız
Osmanlıca okur-yazarmıymış?...
Tüm
liseler İmam-Hatip mi olmalıymış?...
Laiklik
devletin din alanında etkisinin olmadığı "hayali" bir
sistemin adımıymış?...
* * * * * * * * * * * * * *
Yılgınlığa
mı düşmeliyiz?...
Küsmeli
miyiz herşeye?...
Cehalete
küfür mü etmeliyiz?...
Cebine
fazladan 20 TL sokana oy verenlere düşman mı olmalıyız?
Kömür-makarna
alanları suçlu mu ilan etmeliyiz?...
Onları
bu hale getirenlere ne diyeceğiz?...
Bidon
kafalı demek yeterli mi?...
Muhalefet
partileri yeterli mi?...
Yoksa
işin ucundan mı tutmalıyız?...
Politikayı
uğraş edinenlerden hoşlanmıyorsak onların alternatiflerini mi
oluşturmalıyız?...
Yoksa...yoksa
hiç bir şey yapma niyetinde değil miyiz?
"Birileri
yapsın, bana dokunan olmasın" cılardan mıyız?
Birileri
yapsın diye verdiğin oyların hakkını kaç kişiden aldın??...
Sorumluluk
istemiyor musun?...
Korkuyor
musun sorumluluk almaktan?...
Sorumluluk
alanlara gıcık mısın yoksa?...
Eeeee..nasıl
olacak peki?..
Hem
sorumluluk isteme; hem de hesap sorulmasını iste...
Sanırım
pek çoğumuzun durumu ülkenin her kurumu karşısında neredeyse
aynı...
Kayıtsızlığımız,
yılgınlığımız, örgütlenme ve dayanışma eksikliği gibi
konular bizleri tüm alanlarda etkiliyor.
İktidar
sahiplerine hakkının karşılığını isteme yerine ; ona
yaranmayı erdem belletmişler bize. Tüm kurumlara sirayet etmiş...
Ata
sözlerimizde "..bal tutan parmağını yalar..",
"..köprüyü geçene kadar ayıya dayı..." veya "...
el öpmekle ağız eskimez..." denmişse; atalarımızdan beri
bu ilkesizlik-omurgasızlık ve güçten yana olma durumumuz baki
demektir.
En
fazla güçten yana olanların da en fazla ezilenlerden çıkması da
tarihte çokça karşımıza çıkar.
* * * * * * * * * * * * * *
Ne
yapmalı?..
Ülkeyi
mi terk etmeli?...
Uruguay'a
mı sığınsak?...
Kaçıp
kurtulalım mı?...
Kalanların
da canı mı çıksın?...
Ortalığı
kompradorlara* mı teslim etmeli?
Sanmıyorum...
Tüm bu sancılardan kurtulmanın tek yolu meşru mevzilerimizin
hakkını vererek ve sorumluluk alarak ve hesap sorarak
olacaktır.Yani yol bilindik...MÜCADELE....
Yani
yol bilindik..Aktif
mücadele
ya da Aktivist duruş
sergilemek.Sorumluluk alarak, sorgulayarak, "birileri benim
adıma yapsın; ben de faydalanayım" demeyerek, gerekirse bedel
ödeyerek, birliğin güç olduğunu kavrayarak, dayanışma içinde
olmayı erdemlilik sayarak, memleketine-işine-aşına-çocuklarının
geleceğine sahip çıkarak (bizzat). Kaçmadan, kaçış yolları
aramadan, başkalarının üzerine yükler yüklemeyerek; adamsendeci
ve teslimiyetçi olmadan;
her birimiz inandığımız ilkeler ve görüşler adına aktif
birer
"yurttaş-birey-meslektaş-anne-baba-işçi-köylü-işveren-akademisyen-öğrenci
vs" olarak
.İster siyasi ,ister akademik ,ister mesleki
ya da topyekün tüm konularda aktifleşerek
kımıldamak, yol almak,umudu yeşertmek...
Herkese
İyi Yıllar....
*Komprador
sözcüğü ilk anda yabancı gelse de, aslında hergün bir arada
olduğumuz pek çok kişi için kullanabileceğimiz; nefis bir
tanımlamadır.Onlar gölgesinden medet umdukları çevrelerin-
sermayenin- iş ve nüfuz alanlarının gölgesinden faydalanan
asalaklardır. Bu kabil insanlar sermaye nüfuzunu kullanan
sermayedarların sözcülüğü görevini de sermaye sahiplerinden
daha ateşli olarak yaparlar.
Sözcüğün
etimolojisi de oldukça ilginç.Wikipedia verileri "Komprador"
sözcüğünü şu şekilde ifade ediyor;
Komprador,
(Portekizce:Comprador,
"alıcı"ya da "satın alıcı", "tedarikçi")
18. yüzyıl sonlarıyla 20. yüzyıl başları arasında,Doğu
(özellikle
Çin)
ve Güneydoğu
Asya'da
ticaret yapan Batılılara
aracılık
eden yerli tüccarlara verilen ad.
Comprador kelimesi, Latince kökenli olan comparare kelimesinden türeyerek Portekizce üzerinden modern Batı dillerine girmiştir. Zamanla "işbirlikçi" anlamını kazanarak Çin'e benzer ülkelerde de benimsenen komprador sözcüğü, ülkenin yabancılarca sömürülmesine katılan kişiler için kullanılmaya başladı.
14 Kasım 2014 Cuma
Lümpenlik Üzerine veya Rehber Meslektaşların Meslek Hakları Mücadelesindeki Yeri ve Tavrı Üzerine Bir Deneme
Bugünlerde
sosyal medya veya mail platformlarında meslektaşlarımızın ve
kimi insiyatfilerin tartışmalarının odağında; meslek birliğinin
bir tasarrufu var.Konu belli çalışma kartı ücreti.
Yıllardır
meslek örgütlerinin gelir ve giderleri konusunda en ufak bir merakı
veya önerisi veya alternatifi olmayan; bırakın gelirlerini veya
giderlerini meslek örgütüne neden ihtiyacı bulunduğu konusunda
dahi fikri olmayan bir yığın rehber meslektaşımızın bu denli
hararetli olarak tartışmalara girişmesini açıkçası olumlu bir
gelişme olarak görmekteyim.Demek ki artık mesleğimiz meslek
olarak sahiplenilmekte; insanlarımız odalarının-birliklerinin
paralarının nerelerde kullanıldığını sorgulayacak, projesi
olanları destekleyecek ve gelecekte meslek örgütlerini yönetenleri
şeffaflaşmak zorunda bırakacaklardı. Meslekğimizin emek yoğun
olarak ifa edildiği gerçeğinden yola çıkarak ;turizm sektörünün
"entellektüel sermayesi*" niteliğindeki meslek erbabı
meslektaşlarımız artık bilinçlendi. Yöneticilerimizin sınıfsal
konumlarına uygun olarak mütevazı, gösterişten uzak ve meslek
adına yaptıkları tüm gider kalemlerini hakkaniyete uygun olarak
harcayacakları günlerin müjdesi veriliyordu
sanki..Gösterişli-şaaşalı-abartılı toplantı ve
organizasyonlar yerine sosyal sorumluluğu gözeten- toplum yararını
gözeten ve mesleki dayanışmaya önem veren organizasyonların
günleri gelmekte; meslek örgütlerimizin çalışanları başta
olmak üzere tüm turizm emekçilerinin sorunlarını da ihmal
etmeyen; zeytinlerimizin, derelerimizin ,kentsel dönüşüm mağduru
"kentlerimizin" ve madencilerimizin ve iş güvenliğinin
ve tarihi-kültürel- dinsel tüm mekan ve mecraların da sorunlarına
kayıtsız kalmayan "yeni" bir dönemin başlayacağı
ümidini taşımaktayım.
Rehber
camiasının karşı karşıya olduğu tüm sorunların aşılmasında
hepimizin "bir" olduğunun bilincine varmış bir
topluluk...Heyecan verici geliyor bana...Hizmet verme konusunda
yasadan doğan ve başkasınca yapılması yasaklanmış bir hizmeti
vermekle "yetkilendirilmiş" bilinçli bir topluluk...Sahte
sözleşmeleri kabul etmeyen, düşük ücreti kabul etmeyen, iş
güvenliği konusunda en eğitimli olmanın hakkıyla en dik
durabilen, örgütlerinin güçlenmesini mesleğinin güçlenmesi
olarak algılayan nitelikli bir topluluk...İşvereniyle, otelciyle,
mağazacıyla, tesisçiyle, taşımacıyla, bürokrasiyle, toplumla
saygın ve örnek ilişkiler kuracak "yeni" bir rehber
profili...
Eğitimli
ve görgülü olmasından dolayı empati yapabilen; dolaysıyla
anlayışlı ve olgun birer "kültür elçisi" -"memleket
uzmanı"-"kadim kültürlerin sözcüsü"...
Neyse...
Hepimiz gayretimizi ve çabamızı sürdürdükçe yukarıdaki
ideallerimizin gerçekleşmemesi için görünen hiç bir engel
yok...
Tabii
konu çalışma kartının ücreti olunca meslek ve sınıf
bilincimiz konusunda biraz tereddütler oluşmadı değil...Birliğin
çalışma kartı için 100 TL talep etmesi üzerine bir sürü soru
çıktı meydana...
Nerede
kullanılacak bu kadar para?
Birlik
parayı tahsil edemiyorsa biz neden ödüyoruz?
Bu
parayı cebe mi atıyorsunuz? vs.
Sevgili
meslektaşlar,
meslek
birliğinin görevleri arasında
1)
Mesleki kurumlarımızın rehber üyeler ve kamuoyu nezdinde
saygınlığını ve güvenilirliğini korumak ve gözetmek,
2)
Mesleki kurumlar arası olası çekişmeleri veya anlaşmazlıkları
veya ihtilafları mümkün olduğunca yukarıdaki maddede ifade
edilen saygınlık-güvenirliklerini zedelemeden çözümüne azami
özen göstermek,
3)
Kurumlar arasında olası adli-idari veya cezai kovuşturma
olasılığında bile bunun ifşaasından kaçınma ve kurumsal
meşruiyetlerin bu sayede zedelenmesinin önüne geçme,
4)
Mesleki kurumların meşru işleyişlerine; seçimler dahil müdahale
etmemek ve rehber üyelerin iradelerine saygı göstermek,
5)
Kurumlar arası yazışmaların ifşaasından kaçınmak,
6)
Akçeli işlerin tüm şeffaflığı ile düzenli olarak ilanına
özen göstermek gibi durumlar vardır.
Ayrıca
unutmayınız birliğe aktarılmamış paralar da yine "rehber
meslektaşlar" yani sizin tarafınızdan uygun olarak ödenmemiş
ve dolaysıyla ödenmesi gereken yere ödenmemiş paralardır.
Bu
durumda 2 yıldır cebinizde taşıdığınız ve aktive edilen
çalışma kartının da ücretini siz ödediniz ancak
yöneticileriniz (yaklaşık üye sayısının % 70) bu paraları
ÖDEMEDİLER.
Mesleki
haklarımız konusunda duyarlı olmamız son derece olumlu bir
durumdur.Ancak istenen 100 TL olduğunda bu bir hezeyan yaratıyorsa
düşünmek gerekir...Eşkiyalarca darpedilen meslektaşımızın duruşmasına 30 kişi katılıyorsa burada bir sıkıntı var demektir...
Bu arada birlik üzerine düşen tüm yükümlülükleri eksiksiz yerine getirmiş midir?
Şüphesiz hayır...Ama tüm rehberanın ulusal ve uluslarası konularının halli 5 kişinin kişisel maddi destekleri ile yürütülüyorsa zaten eksiksiz hizmet beklenemez...Merak etmemek lazım birlik yöneticiliği emekçiden yana yapıldığında "pop star" tadında bir yaşam tarzını hiç çağrıştırmıyor.Aksine promosyon uçak bileti, otobüs terminalleri, otel konaklaması yerine "eş-dost ziyareti" ve konaklaması,lüks balık lokantaları yerine "köşedeki tostçu" ve bilcümle harcanan her kuruşta meslektaş parası harcandığının sorumluluğu ile hareket ediliyor.Hem de en baştan beri...
Bu arada birlik üzerine düşen tüm yükümlülükleri eksiksiz yerine getirmiş midir?
Şüphesiz hayır...Ama tüm rehberanın ulusal ve uluslarası konularının halli 5 kişinin kişisel maddi destekleri ile yürütülüyorsa zaten eksiksiz hizmet beklenemez...Merak etmemek lazım birlik yöneticiliği emekçiden yana yapıldığında "pop star" tadında bir yaşam tarzını hiç çağrıştırmıyor.Aksine promosyon uçak bileti, otobüs terminalleri, otel konaklaması yerine "eş-dost ziyareti" ve konaklaması,lüks balık lokantaları yerine "köşedeki tostçu" ve bilcümle harcanan her kuruşta meslektaş parası harcandığının sorumluluğu ile hareket ediliyor.Hem de en baştan beri...
*
Acaba olası daha büyük meblağların rehberlerin cebinden
çıkmaması için alınmış bir tedbir olabilir mi acaba çalışma
kartı ücretinin birlik kasasında toplanması?
*
Sahi 100 TL çok büyük bir meblağ mıdır?
Yanıtlarınız
farklı osa da bahsi geçen tutar için dava açmaya yeltenenler veya
şikayet dilekçeleri toplayanları meslek örgütlerinin gerçek bir
güç olması adına yapılan tasarrufları görmeye davet
ediyorum.Aksi takdirde sınıf bilincine haiz olamamış bir kaç
kişinin kopardığı fırtına asıl ilgilenmemiz gereken
yönetmeliğimizin sürüncemede bırakılarak işlevsiz hale
getirilmesi veya TÜRSAB yasa tasarısı gibi mesleki haklarımızı
"yok etmeyi" hedefleyen hamlelere karşı durmamıza ve en
önemlisi meslek örgütlerimize yönelik güvensizliğe sebep olur
ki; onlara en çok ihtiyacımızın olduğu bir dönemde bu yanlışa
dur demeliyiz.
Önümüzdeki
süreç çetin...
Lümpenlere
(**) kulak asmayınız..
Sevgilerimle...
(*)
bakınız Şahin Ulukanlıgil'in TUREB Resmi Facebook sayfasındaki
muhteşem İncelemesi
(**)Lümpen
sözcüğünün Türk Dil Kurumu sözlüğündeki açıklaması
aşağıdaki gibidir:
1
. Toplumsal sınıf bilinci olmayan.
2
. İçinde
bulunduğu toplumun kültürüne yabancı olan.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
Bu Bir Veda Yazısıdır
Rehber örgütlenmesi süreçlerinde yıllarını geçirmiş bir meslektaşınız olarak mesleki konulardaki son yazımı kaleme almaya karar verdim. ...
-
Değerli meslektaşlarım; sezonun sancılı geçmesini beklediğimiz bugünlerde hükümetin turizm çalışanlarına yönelik olarak yapılması açıklanan...
-
Rehber örgütlenmesi süreçlerinde yıllarını geçirmiş bir meslektaşınız olarak mesleki konulardaki son yazımı kaleme almaya karar verdim. ...